Ruh ve ceset irtibatı

Cenâb-ı Allah Hz. Âdem’i (as) yaratırken çamuru birkaç safhadan geçirdikten, şekil ve sureti ikmal ettikten sonra ona can vermiş ve ruhundan üflemiştir.

İnsanın cismindeki hücreleri bir tek vücut haline getiren ve bu hücreleri birbiriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde tutan ruhtur. İnsanın esası ve hayat kaynağı da yine ruhtur. Ceset, ruhun evi hükmündedir.

Bediüzzaman Hazretleri ceset için şöyle buyurur: “… en cami, en muhit en zengin bir âyine-i tecelliyât-ı esma-i ilâhiyedir.”, demek ki, vücut öyle geniş bir san’at-ı İlâhiyedir ki, bütün esmanın göründüğü bir rahmet aynası ve hazinesidir. Cenâb-ı Allah, ruha maddî cisim giydirmemiş olsaydı, belki melekler gibi makamı da sabit kalabilirdi. O zaman Hz. Ebubekir’in elmas ruhu ile Ebu Cehil’in kömür ruhunun makamları aynı kalırdı.

Dünya, hayır ve şerrin beraber yürüdüğü bir imtihan meydanıdır. Zümer Sûresi, 71. âyette: “Gerçekleri inkâr etmiş olanlar gruplar hâlinde Cehenneme sevk edilecek…” buyurarak, Cehennem ve Cennet ehlinin yolları açıkça belirlemiştir.

İnkâr ediciler Cehenneme; mü’minler de cemaatler hâlinde Cennete girecekler. Hadis-i Şerifte “Cemaatte rahmet var” işaret ettiği üzere cemaatlerin birleşmesinde şahs-ı manevî oluşuyor. Bundan dolayı bir ferdin duâsı kabul olsa, bütün cemaattin duâsının kabulüne vesile olur.

Yalnız şunu da belirtmekte fayda var, duâ Cennette girmek veya maddî ve manevî maksatlara alet etmek için yapılmaz, sadece İlâhî bir emir olduğu için yapılır. Cennete girmek Cenâb-ı Allah’ın ikram ve ihsânıdır…

Said Nursî Hazretleri, konumuzla alâkalı şöyle der: ”..Ubudiyet, mukademe-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız”. Yani ibadet ileride verilecek mükâfatların başlangıcı değil; belki geçmiş nimetlerin sonucu olarak görmek lâzımdır.

Cenâb-ı Allah isteseydi, bizi taş, toprak, hayvan yaratabilirdi. Bizi insan, hem de Müslüman olarak yaratmış, üstelik akıl vermiş, hatta ruhen ve cismen Ahsen-i takvime çıka bilecek kadar şeref ve kıymet vermiştir.

İşte, Fahr-i kâinat, Hazreti Muhammed (asm) Mi’rac hadisesinde, Haremeyn-i Şeriften Mescid-i Aksa’ya Burak denilen bir hayvana cismen binerek yolculuk yapmış, Mescid-i Aksa’da da, “Fırfır” denilen manevî bir asansör ile Cebrail (as) ile Sidretü’l- müntehaya kadar çıkmış. Oradan da Hazreti Cebrail’i (as) geride bırakarak Kab-ı Kavseyn denilen en yüce makamda ruhu-cismi ile, Allah’ın Cemali’ni görmeye müşerref olmuştur.

Hülâsa, ruh ile ceset, et ile tırnak gibi bir biri ile irtibatlıdır. İnsan, ruh ve cesetten meydana gelmiştir. Dünyada olduğu gibi, berzah âleminde, haşr-i cismanide ve Cennette de beraber munis arkadaş olacaklar…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*