Ruhunuzu ve Hayallerinizi Serbest Bırakın

Günlük yaşantının koşuşturmaları içinde bunalan ruhlara yapılacak en büyük iyilik, onları serbest bırakmaktır. Yani kendi konumlarına uygun bir nefes alma molası, teneffüs imkanı vermektir. Bazı zamanlar ruh ve hayal beden ve maddenin sınırlı ve dar alanlarına sığamıyor. Serbestçe dolaşıp adeta uçmak istiyor. Böyle zamanlarda kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik ve en güzel terapi yöntemi ruhumuzu ve hayallerimizi serbest bırakmak olamalıdır. Bunu iş yerinde, yolculuk esnasında, belki içinde bulunduğumuz her konumda yapabiliriz.

 

Yaşantısını mülk aleminin kuralları ile şekillendirmek durumunda olan insanın uygulamaları hayata bilim ve teknoloji şeklinde yansıyan fıtri şeriata, yani eşyanın işleyişi ile bizlere gösterdiği “Neden? Niçin? Nasıl?” sorularının cevaplarına uygun olmak durumundadır. Bu belkide Hazret-i Adem’e öğretilen eşyanın ve talimin bir parçası idi ve asırlardır gelişerek, her geçen gün farklı işleyişlerin ve kuralların keşfi ve hayata aktarılması ile zenginleşerek sürüp gidiyor. Eşyanın işleyiş kurallarına ve bunları sistematik bir şekilde size ulaştırmanın şekli ya da dili olan bilimlere aykırı hareket ettiğinizde tokadı hemen geliyor. Başarısızlık, yıkım ve mağlubiyet gibi haller bu kurallara uymak şeklinde ortaya koyacağınız fiili duayı hakkı ile yapmamaktan kaynaklanıyor. Bunun adını teslimiyet olarak koyabilmek mümkün değil. Çünkü, gerçek iman sahibinin inancına göre mülk alemindeki kuralları koyan ve bilimlerin diliyle ifade edilen varlık kanunlarını ikame eden Allah’dır. O’nun koyduğu kurallara uymamak bir teslimiyet değil, bilakis irade ve kasıt ile olmayan ancak tembellik, umursamazlık gibi nedenlerle ortaya çıkan bir isyan halidir. O’na teslim olan O’nun koyduğu kanunlara daha çok uyar ve bunu bir dua mahiyetinde, hayatında her işleyişi, her kuralı O’ndan medet uman bir talep ruhu ile yerine getirir.

Varlık aleminin sırlarını daha iyi çözebilmemiz için, hayatı daha anlamlı hale getirebilmek için ve yaşadığımız olayların hiç bir zaman sadece maddi boyutun katı kurallarına bağlı cereyan etmediğini görebilmemiz için zaman zaman işleyişin dışına çıkarak bakmamız gerekiyor. Dar alanlarda anlayabilmemiz mümkün olmayan sırları çözebilmek için ruhen dünyanın, hatta kainatın dışına çıkarak bakıp o noktadan olayların nasıl gözüktüğünü tasavvur etmemiz gerekiyor. Yoksa olayları yalnızca mülke, hatta mülk aleminin yalnızca olayla ilgili olduğunu düşündüğümüz yakın çevresine sınırlı algılamanın sığlığında yaşamaktan kurtulamayız. Varlığın ve her işleyişin, iyi ve kötü her olayın gerisinde gizlenmiş hikmetleri görme imkanı bulamayız. En kötüsü de yaratılışımızın asıl gayesi olan Esma-i İlahiyye’yi gerçek anlamıyla anlayıp anlamlandıramayız ve hayatımızın bütün anlamı kaybolur.

Her nesnenin ve her olayın hem yakın çevresi ile hem de sistemin bütününde bir anlamı ve yeri var. Yakın çevresi ilke olan irtibat ve anlamından sadece mülk alemi ile ilgili, yani yaşanan ve gözlenen olaylarla ilgili sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu sonuçlar ise çoğunlukla faydalanma ve mülk alemi içindeki işleyişin meyvesini alma şeklinde oluyor. Oysa bütün içinde ele alındığında birlik anlamı daha netleşiyor ve ortak faile, yani Her Şeyin Sanatkarı’na işaretler daha belirginleşiyor. Dar alanlarda ya da kesrette boğulmamak için zaman zaman algılarımızı maddi dünyadan çekip sistemin bütününe muhatap olmaya çalışalım. Hayalimizi serbest bırakalım; çıkabildiği kadar yükseklere çıksın. Ancak o zaman bütün kainatı bir hastahane şeklinde işletip adeta elleri ile ilaçları bize içiren bir Şafi-i Hakiki’yi, bütün yavrulara ve hepimize rızık yetiştirmek için varlık aleminin tüm zerrelerini seferber eden Rezzak-ı Kerim’i daha rahat hissedebilir ve icraatlarını daha net görebiliriz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*