Sabır imtihanı

Bizler tereddütsüz şekilde iman etmişiz ki, “Şu dâr-ı dünya” bir meydan-ı imtihandır ve bir dâr-ı hizmettir. Hakiki ücret ve mükâfat yeri değildir. (Lem’alar, s. 16)
   
Madem öyle, o halde yaşanan her sıkıntı ve başa gelen her türlü musîbet karşısında, yine de ye’se, yılgınlığa, karamsarlığa düşmemek, sabır içinde şükretmek ve âhir ömre kadar hizmete kesintisiz şekilde devam etmek durumundayız.

Esasen bu şuur ve idrak içinde hareket edenler, daima İlâhî inayet altında olduklarını ve aynı dest-i inayet ile istihdam olunduklarını düşünerek kalben rahat eder, mânen huzur bulurlar.

İsyan noktasına geliyoruz

Ne var ki, orta yerde duran bu bâriz hakikate rağmen yine de bazan tegaful edip ziyadesiyle sıkılıyor, rahatsız ve huzursuz oluyoruz.

Yani, mâruz kaldığımız tazyikat ve sıkıntılar karşısında, zaman zaman öylesine daralıyoruz ki, sabır ve tahammül gücümüz bitiyor, adeta isyan etme noktasına geliyoruz.

Bu vaziyet, sabır ve tevekkülün mahiyetini tam idrak edememekten kaynaklanan normal insan halinin bir tezâhürüdür.

Nitekim, Üstad Bediüzzaman’ın da zaman zaman böylesi bir haletin içine düştüğünü ve bu dehşetli anafordan yine sabır ve tevekkül silâhının yardımı ile kurtulduğunu anlıyoruz.

Meselâ, 1930’lu yılların başlarında maruz kaldığı emsâlsiz baskı ve tahakküm karşısında Barla’yı dahi terk etmek ve yalnız başına Çam Dağına gitmek mecburiyetinde kalıyor.

Bu hususla alâkalı olarak 4. Mektubun başında şunu söylüyor: “Aziz kardeşlerim. Ben şimdi Çam Dağında, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde bir menzilde bulunuyorum. İnsten tevahhuş ve vuhûşa ünsiyet ettim.”

Dikkat buyurun. Baskıcı idarecilerin vahşetinde öylesine tevahhuş etmiş ki, haftalarca insan yüzünü göremediği dağ başındaki hayata ünsiyet etmiş…

6. Mektup’ta ise, üstüste gelen beş karanlıklı gurbet ve o gurbetlerdeki yakıcı firak ateşi karşısında “Birden, ‘Fesubhânallah’! dedim, ‘Bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır?’ düşündüm” diyor, o anda sebeplerin tükendiğini de görüyor ve bilmecburiye İlâhî dergâha el açıp iltica ederek hablülmetin olan tevekkül ipine sımsıkı sarılıyor.

Teselliyi böyle buluyor ve o dayanılmaz sıkıntılardan bu sûretle kurtuluyor.

Tabiî, orada telif etmiş olduğu bu mektuplarıyla bizlere de sıkıntılı girdaplardan çıkış yolunu göstermiş oluyor.

Evet, vahşi hayvanların mekânı olan dağ başlarında ve haftalar süren yalnızlık hali içinde yazılan o mektuplardaki hazin ifadeler, asla hayal mahsulü şeyler değildir; tam aksine, Aziz Üstad’ın orada bizzat katlanmış olduğu zahmetli hayatın ve bütün zerratıyla yaşamış olduğu acı hakikatin tâ kendisidir.

Musîbetten musîbete düştü, yine de sabır içinde şükretti

Bizler bu zamanda ne kadar zahmet çeksek veya sıkıntıya düşsek de, imân kurtarma dâvâsı uğrunda en ağır bedeller ödeyen Bediüzzaman Hazretlerinin çektikleri karşısında pek hafif düşer. Hem de, kıyas kabul etmez derecede…

Buna rağmen, o mübarek zât, yine de hiç şekvâcı olmayıp hayatının her safhasında sabır içinde şükretmeye devam etmiş.

Görmüş olduğu insanlık dışı baskı ve tazyikat karşısında, bir mektubunda şöyle nidâ ediyor: “Kardeşlerim! Asılsız evham yüzünden, emsâlsiz bir tarzda hürriyetimin kayıtlar ve istibdatlar altına alınması, beni hayattan cidden usandırıyor. …Evet, emsâlsiz bir tazyik altındayım.” (Emirdağ Lâhikası, s. 18)

Emsâlsiz tazyikat altında tutularak zahirî hayatı azaba çevrilen Hazret-i Bediüzzaman, buna mukabil Cenâb-ı Hakk’ın “emsâlsiz bir sabır ve tahammül” kuvvetini kendisine ihsan etmiş olduğunu  (Age, s. 313) daha başka mektuplarında da tekraren zikrediyor.

İşte, şu ifade de bir başka mektupta geçiyor: “İnayet ve hıfz-ı İlâhî, bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsâlsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehâlete mecbur etmedi.” (Age, s. 168)
* * *
Son olarak, o sabır kahramanının asıl bizler için ders, ibret ve teselli mesajlarıyla yüklü sabır, sebat, metanet, tahammül ve tevekkül meyanındaki veciz sözlerinden bir demet sunarak bitirelim…
* * *
Aziz kardeşlerim. Sizi temin ederim, tam bir sabır ve şükür ve tahammülle halimden memnunum. Musîbete şükür ise, musîbetteki sevap ve uhrevî ve dünyevî faydaları içindir. (Şuâlar, s. 432)
* * *
Kardeşlerim. Sizi kasemle temin ederim ki, iman-ı bil’âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve tesellî ve metanet, belki mücahidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için bir şevk verdi ki, ben (bu haps-i münferitte) kendimi Medrese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum. (Şuâlar, s. 204)
* * *
Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler; sevaplarını, meyvelerini bizlere verirler. Biz de inâyet-i İlâhiyeye itimad edip sabır içinde şükretmeliyiz. (Şuâlar, s. 432)
* * *
Evet, kardeşlerim, madem herşey gidiyor; ve gittikten sonra eğer lezzet ve keyif ise, boşu boşuna gider, bir hasret kalır! Eğer sıkıntı ve zahmet ise, hem dünyevî ve uhrevî, hem böyle bir kudsî hizmet noktasında öyle bir lezzetli faydalar var ki, o zahmeti hiçe indirir. (Şuâlar, s. 267)
* * *
Cenâb-ı Hak, bizlere de her türlü sıkıntı, belâ, musîbet ve tazyikat karşısında sabır, metanet ve tahammül kuvveti ihsan eylesin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*