Sadakat

Risâle-i Nur’u okuyup, onun ‘hakikat mesleği’ne ‘gönülden bağlanan’ herkes, ondaki prensip ve düsturları mümkün olduğunca yerine getirir.

Elbette bu bir zorunluluktan öteye, her müntesibin aşkla, şevkle isteyerek yaptığı vazifeler, mükellefiyetlerdir.

Nur hizmetlerinde adına ‘sadakat’ dediğimiz bu mükellefiyetlerin, yüklenmiş olduğumuz bu kudsî dâvâdaki yeri ve önemi oldukça önemlidir.

 Ulvî dâvâya bir nevî ciddî bağlılık, bir çeşit intisap mânâlarına gelen sadakat, müntesipler açısından olmazsa olmaz prensiplerdendir. Her halükârda, her zaman ve her zeminde mensubu olduğumuz câmiaya olan bağlılığımızı, sorumluluklarımızı yerine getirmektir sadakat. Ve aynı zamanda bu yolda bazı zahmetleri, meşakkatleri, hatta tehlike ve riskleri göze almaktır sadakat.

Her şeyden önce, temsilcisi bulunduğumuz kudsî dâvâya, mensubu olduğumuz cemaate, camiaya bir zarar, bir nakise getirmemektir sadakat. Gölge olmamaktır, perde etmemektir bu dâvâya bağlılık. Hâl ve hareketlerimizle, söz ve tavırlarımızla sû-i zanlara, yanlış kanatlara sebep olmamaktır sadakat.

Bu noktada saff-ı evvel talebelerin, Üstad’a ve Risâle-i Nur’a sadakat çerçevesindeki hâl ve duruşlarını hatırlamak lâzım. Bütün tehlikeleri göze alarak, akıl almaz zorluk ve meşakkatlere katlanarak gösterdikleri kahramanlıkları ve fedakârlıkları göz önüne getirmekte fayda var. Her birisi birer sadakat örneği olan o ağabeylerin adeta bir nevî fetret devri sayılan o zor şartlar altında ortaya koydukları hizmetleri tekrar tekrar okuyup anlamakta fayda var.

Bu meyanda Zübeyir Ağabeyin, bilhassa sadakat noktasındaki duruşu, akıllara durgunluk verecek seviyededir. Onun teslimiyet ve sadakatini özetleyen ifadelerini iyi okumak gerekir. Üstadı ona “Zübeyir, duysan ki, ben de bu dâvâdan vazgeçmişim, ne yaparsın?” diye sorduğunda o: “‘Güle güle Üstadım’ der ve yoluma devam ederim” diyebilmiştir. Onu, Üstadının gözünde “kâinata değişilmeyecek” mertebeye çıkaran işte sadakat timsâli olan bu hâlidir.

Bediüzzaman’ın ‘hak ve hakikat mesleği’ne teslim olmak, Risâle-i Nur’a kanaat edip, oradaki prensip ve düsturları hayatımıza geçirmektir sadakat. Feyiz ve fazileti başka menzilde, başka mürşidlerde aramamaktır Risâle-i Nur’a intisap. Sadakat, Bediüzzaman’ın Feyzi Ağabeye hitaben “Bu şehre bir kutup, bir gavs-ı azam gelse, ‘Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım’ dese, sen Risâle-i Nur’u bırakıp, onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın” sözündeki mesajı doğru anlayıp, öyle bir hâl ve tavır içinde olmaktır.

Yine Zübeyir Ağabeyden naklen, Üstad’ın şu ifadelerinden de alacağımız çok dersler var:

“Eğer Şah-ı Geylânî, İmam-ı Rabbani gibi zatlar gelseler ve ‘Said, sen bu tarzda devam edersen, şu birkaç bîçârelerden başka şakirdin olmayacak, hem aç kalacaksın, hapis yatacaksın. Fakat tarzını bir parça şöyle değiştirsen, bütün memleket senin şakirdin olacak, başvekil de, reis-i cumhur da şakirt olup, gelip elini öpecekler’ deseler, yine de bu tarzımı bırakmayacağım.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*