Sadeleştirme neyin eseri?

Değil Risâle-i Nur’u, başka bir eseri de sadeleştirmek, Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye’nin bazı taşlarını ve boyutlarını değiştirip, tuğla, kerpiç, tahta, aleminyum veya plâstik yerleştirmek gibidir. Edebî açıdan düşünürsek, bir şiir sadeleştirilebilir mi? Fuzuli’yi, Baki’yi, Mehmed Âkif’i, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i sadeleştirebilir misiniz? Bu şairlerin eskimez ve heybetli kelimeleri yerine “hormonlu, çakma”larını koymak elbette “anlaşılması için hizmet” değil; “gaflet” veya “ihanet”le eşdeğerdir!

Meselâ, Yahya Kemal Beyatlı, XX. yüzyılda yaşamış olduğu hâlde, şekil açısından Divan şiir geleneğini ve aruz veznini en iyi kullanmayı başarabilmiş usta bir şairimizdir. Şiirlerinde müzikal âhenge son derece önem verir. ‘Derunî ahenk’ kelimeler arasındaki fonetik münasebetlerden doğduğu gibi, hisler, düşünceler ve hayaller de kelimelerden doğar. (Kaplan, 1977: 280)

Manzumelerin dili, işlemiş olduğu konu ve tarihî dönemler ile paralellik arz eder. Yani şiirde söz konusu olan dönemin tarihî havası, en iyi şekilde, ancak yine o dönemin klâsik şiir dili ve üslûp anlayışıyla verilebileceği için de bunu yapmıştır. Yavuz Sultan Selim destanı hâlinde terennüm edilen Selimnâme’de (Kemal, 1993: 7-19) Çaldıran ve Mısır zaferlerini kazanan; İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel şiirinde ise İstanbul’u alan bir ordunun gücünü ve büyüklüğünü ifade edebilmiştir. Bu şiirde bir yandan Divan edebiyatı nazım şekillerinden birini kullanıp çokça tamlamaya yer vermiş, bir yandan da âdeta ağzı dolduran ve uzun ünlülere sahip olan gülbang, âsmân, ebvâb, zâmin, şehsüvâr, cihangîr, hücûm gibi kelimelerin ses değerlerinden yararlanarak İstanbul’u alan ordunun gücünü hissettirmeye çalışmıştır. Böyle bir tercihte bulunması bilinçli bir tercih idi. Çünkü o günün parlak ve görkemli görünüşü, ancak yine o günün tarihî ve edebî havasına uygun bir üslûpla dile getirilebilirdi. Yahya Kemal de bunu yapmıştır.

İşte İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel şiiri:
“Vur pençe-i Alî’deki şemşîr aşkına / Gülbangi âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i Müfettihü’l-ebvâb vur bugün / Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün / Gelmiş bu şehsüvâr-ı cihangîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm’un eğilsün ser-i Firenk / Vur Türk’ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar / Fecr-i hücûm içindeki Tekbîr aşkına” (Kemal, 1993: 27) 1

Risâle-i Nur, İslâm ilimlerini, imanı şiirleştirmiş; yüksek bir üslûp kullanmış ve muhteşem bir müzikal âhenge sagiptir.
İngiliz edebiyatının ustası Şekspir’in, 1830’ların Fransız büyük şairi Viktor Hugo’nun eserleri sadeleştirilmiş midir? Bunu düşünmeleri bile kendilerine çılgınlık gelir!

Risâle-i Nur’u sadeleştirip orijinal kelimelerini değiştirmek hangi anlayışın ürünüdür? “Hizmet zannıyla yapılan bir yanlışın”, bir “gafletin” mi; yoksa işin içinde bilemediğimiz başka sâikler mi var?

Dipnot:
1- Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiirlerinde Dil ve Ahenk, Yrd. Doç. Dr. Bilal Aktan, Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*