Sadeleştirme teşebbüsleri harf inkılabının hedefleriyle örtüşüyor

Köprü’nün merakla beklenen 121. sayısı çıktı. Bu sayıyı Risale-i Nur Enstitüsü Sekreteri ve Köprü dergisi editörü Ahmet Dursun’la konuştuk.

KÖPRÜ yeni sayısında “Risale-i Nurların Şerhi” konusunu işliyor

Sadeleştirme teşebbüsleri harf inkılâbının hedefleriyle örtüşüyor

Köprü’nün son sayısı hangi konuyu ele alıyor?

Risale-i Nur Enstitüsü’nün yayın organı olan ve üç ayda bir yayımlanan Köprü’nün 121. sayısının dosya konusu “Risale-i Nurların Şerhi.” Risale-i Nurla ilgili çalışma alanlarının ve metodunun belirlenmesi açısından ufuk açıcı, yol gösterici bir sayı olmasını temenni ediyoruz.

Neden böyle bir konuyu ele alma ihtiyacı hissettiniz?

Kur’ân-ı Kerîm’in bu asırdaki en mühim tefsiri olarak kabul edilen ve Kur’ân’dan süzülen damlacıklar olarak tarif edilen Risale-i Nur hakikatlerinin anlaşılması ve herkese ulaştırılması gereği, son günlerde bir çok alanda yaşanan olaylarla daha da önem kazandı. Hem dünyada, hem de ülkemizde sosyal, siyasî ve ferdî alanlarda yaşanan temel problemleri aşmakta zorlanan insanlığın Risale-i Nur’a olan ihtiyacının her geçen gün arttığı gözleniyor. “Bediüzzaman olmadan asla!” diyebileceğimiz bu durum, bize de büyük sorumluluklar yüklüyor. İnsanlığın Risale-i Nur hakikatleri anlaşılmadan huzura kavuşamayacağı görülüyor. Bu bağlamda  Risale-i Nur’a duyulan ihtiyaç Risale-i Nur’la ilgili yapılması gereken çalışmaları mukaddes bir vazife ve borç olarak karşımıza çıkarıyor. Şartlarını Üstadımızın belirlediği bu vazifelerin arasında şerh de var. Dolayısıyla Risale-i Nurla ilgili yapılacak şerh çalışmaları bu borcun ifası anlamını da taşımaktadır.

Bununla birlikte, son dönemde Risale-i Nur’un diliyle ilgili yapılan tartışmalar ve sadeleştirme yönündeki teşebbüsler de meseleyi daha önemli hale getirmiştir. Risale-i Nur gibi orijinal eserlerin temsil ettiği ruhun korunması, onun karakterinin muhafaza edilmesi ve evrensel mesajlarının daha iyi anlaşılabilmesi için Risale-i Nur’la ilgili çalışma alanlarının ve metodlarının belirlenmesi gerekmektedir. Bu çalışma alanlarını belirlemek, şerhin usûllerini tesbit etmek gibi bir dizi sebepten ötürü Köprü’nün bu sayısını “Risale-i Nurların Şerhi” olarak belirledik.

Bugüne kadar Risale-i Nur’la ilgili birçok şerh çalışmasının yapıldığını gördük. Çok farklı disiplinlerle, farklı usullerle yapılan bu şerh çalışmalarının hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu tartışmak bizim işimiz değil. Biz bu sayı ile “Risale-i Nur’un şerhi yapılmalı mıdır? Şerh yapılacaksa bunun metodu nasıl olmalıdır? Bu şerh çalışmalarında klasik şerh metodları mı kullanılmalı, yoksa Risale-i Nur’dan hareketle yeni bir şerh metodu mu geliştirilmelidir?” gibi sorulardan hareketle bir metod çalışması yapmayı amaçladık. Bu sayının bu çalışmaların öncülüğünü yapmasını ümit ediyoruz. Risale-i Nur Enstitüsü olarak da ilmî heyetlerce belirleyeceğimiz şerh metodu ve hazırlayacağımız şerh klavuzu ile bu tür çalışmaların yapılabileceğini düşünüyoruz.   

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nurla ilgili çalışma alanlarını nasıl belirlemiştir? Sadeleştirme bu vazifelerin arasında var mıdır?

Bediüzzaman Hazretleri’nin “Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir” sözlerinde bize yol haritasını çizdiği çalışma alanlarını bulmak mümkündür. Bununla birlikte Üstad yine Barla Lahikası’nda “sizin vazifenin devam ediyor” diyerek bunların neler olduğunu da belirtmiştir. “İnşallah vazifeniz şerh ve izahla ve tekmil ve tahşiye ile ve neşir ve tâlimle, belki Yirmi Beşinci ve Otuz İkinci Mektupları telif ve Dokuzuncu Şuâ’nın Dokuz Makamı’nı tekmille ve Risale-i Nur’u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashihle devam edecek” diyerek—belki kendi içinde sınıflandırabileceğimiz—on beş kadar çalışma alanını belirlemiştir. Nur Talebelerine yüklenen vazifeler arasında hiçbir şekilde sadeleştirme kavramı geçmemektedir. Üstadın bize yüklediği böyle bir vazife yok.

Köprü’nün bu sayısı Risale-i Nur’dan hareketle, Risale-i Nur talebelerine tevdi edilen görevlerin ne olduğunu belirlemek, bunun sınırlarını çizmek, yapılacak şerh çalışmalarının metodolojisini ciddi bir usul çalışması ile oluşturmak, Bediüzzaman Said Nursî’nin şerh dışında belirlediği çalışma alanlarını belirlemek ve bu yolla Risale-i Nurların orijinal haliyle farklı kesimlere ulaşmasını sağlamak amacını gütmektedir. Yine bu sayı ile Risale-i Nurların neden sadeleştirilemeyeceğinin cevabını vermek istiyoruz.

Sadeleştirmeye neden karşısınız? Sadeleştirme saydığınız bu çalışma alanlarının içine neden giremez?

Bu soruya cevap vermek için Risale-i Nur’un dil özelliklerini kavramak, bu dilin ifa ettiği görevi anlayabilmek gerekir. Köprü olarak Bahar 2008’deki “Bir Medeniyet Dili Olarak Risale-i Nur” başlığı ile çıkan 102. sayımızda bu hususlara cevap vermiştik. Bu konuda okuyucularımızın bu sayıya müracaat etmelerini öneririm. Yine de kısaca bu hususa değinmek isterim.

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine karşıyız, böyle bir hareketi tasvip etmiyoruz. Bunun hem ilkesel hem de ilmî nedenleri var. İlkesel olarak kendi müellifinin bile karşı çıktığı bir harekete–ki Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri kendi sağlığında bu tür teşebbüslere karşı çıkmış, bu tür çalışmaları durdurmuştur–müellifin vefatından sonra tekrar diriltilmeye çalışılmasını kul hakkından başlayarak bir çok sebeple doğru bulmuyoruz. Meseleyi ilmî yönüyle ele alırsak da bu doğru bir çalışma alanı olarak gözükmüyor. Sadeleştirme çabaları, müellifine rağmen, metnin aslını gölgelemeye çalışan bir cinayet gibi görülüyor.

“Risale-i Nur anlaşılmıyor, okunmuyor” gibi mülahazaları; Risale-i Nur’u anlayan, bu konuda araştırma-incelemeler yapan, tezler hazırlayan, Risale-i Nur’u okuyarak imanını kurtaran, her türlü kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün içinde Risale-i Nur’la kendini muhafaze eden yüz milyonlar, tekzip ediyorlar.

Risale-i Nur’un taşıdığı karakter özelliklerini bilmemek, Bediüzzaman’ın dilinin neye işaret ettiğini, neyi muhafaza ettiğini, neyle mücadele ettiğini anlayamamak böyle sathî, Üstadın ifadesiyle “nakıs ve taklitçi” teşebbüsleri doğurmaktadır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde kendine özgün ve hususi tefekkür sistematiğini kuran Bediüzzaman, bu geçiş sırasında dil, kültür ve medeniyetle ilgili yaşanan bütün kırılmalara da şahit olmuştur. Bu milletin dini ve tarihiyle olan manevî bağları koparmak gibi bir dessas planı içinde barındıran harf inkılabı ve devamındaki dil ile ilgili uydurmacılık gibi dil hareketlerini gören, dille ilgili bütün kırılmalara şahit olan ve dil üzerinde oynanan oyunların mahiyetini iyi anlayan Bediüzzaman’ın kullandığı dil, bu tür teşebbüslere bir reddiyedir.

Bediüzzaman’ın dili Kur’an dilidir, Nebevî bir dildir; bu dil sünnet dilidir, kelam dilidir, hadis dilidir; bizi tarihî, dinî ve manevî bağlarımızla buluşturan, nesiller arasında yıkılan köprüleri tekrar onaran bir dildir. Bediüzzaman’ın kullandığı dil; birbirinden koparılan, birbirine düşman edilen İslam coğrafyasını birleştiren, İslam toplumlarını yekvücut haline getiren, kırılanları onaran bir dildir. Bununla birlikte bu dil; İslam sanat ve estetiğini, Kur’an’ın beliğ üslubunu içinde barındıran bir dildir. Buradan hareketle sadeleştirme teşebbüslerinin bu mânâları ortadan kaldırmaya yönelik, büyük oranda da harf inkılabının hedefleriyle örtüşen bir teşebbüs olduğunu söyleyebilirim.

Risale-i Nur Enstitüsü’nün bir yayın organı olan Köprü olarak Bediüzzaman’ın kullandığı dili bilmek ve korumak,  Kur’anî ve Nebevî terminolojiyi konuşma diline aktaran Risale-i Nurların temel hususiyetlerini açığa çıkarmak da bizim vazifemizdir.

Bir şerh metodundan ve kılavuzundan bahsettiniz. Bunu izah eder misiniz?
Risale-i Nurlarla ilgili yapılabilecek çalışmalar içinde şerh ve izah meselesi büyük önem arz ediyor. Bununla ilgili bugüne kadar, şerh adı altında farklı metod ve usullerle çalışmalar yapıldığını da görüyoruz. Ancak bu çalışmalarda bir dil ve metod birliği sağlanamamıştır. Bu nedenle, bu farklılıkların ilmî bir disiplinle giderilebilmesi, bir şerh usulü birliğinin sağlanması, diğer Kur’an tefsirlerinden her yönüyle farklı olan Risale-i Nurlar’a ait şerh kriterlerinin ve metodlarının belirlenmesi gerekmektedir. Biz, Risale-i Nur’-un şerhinin nasıl yapılacağına dair usul ve prensiplerin de bizzat Risale-i Nur’da bulunduğu tezinden hareketle, bu metodolojik çalışmaların, yine Risale-i Nur ölçüleri ışığında  yapılması gerektiğine inanmakta ve Risale-i Nur kaynaklı bir “şerh yazma kılavuzu”nun belirlenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bu sayı buna hizmet edecektir.

Meselâ, bunun ilk adımı olarak Urfa’da çok değerli ilim adamlarımızın da katılımıyla bu konuyla ilgili bir masa çalışması yaptık. Bu çalışmanın neticelerini de bu sayıda okuyabilirsiniz. Bu tür çalışmaları devam ettirip, ulaştığımız sonuçları ilmî bir heyetle tekrar gözden geçirmek ve bu heyetin hazırlayacağı Risale-i Nur şerhinin nasıl olması gerektiğine dair ilkeleri içeren bir kılavuz hazırlamak ve yapılacak çalışmalarda dil, üslup ve metod birliği sağlamak istiyoruz.

Özetle bu sayımızda, “Şerh nedir? Risale-i Nur’un şerhi hangi konu, kavram ve alanları kapsamaktadır? Risale-i Nur’u diğer tefsirlerden farklı kılan özellikler nelerdir? Bu bağlamda Risale-i Nur’un şerhinin klasik şerhlerden farkları neler olmalıdır?  Risale-i Nur’un sahip olduğu dilin temel özellikleri nelerdir? Risale-i Nur’un şerhinde dil açısından dikkat edilecek özellikler neler olmalıdır? Risale-i Nur’un şerhinde belirlenecek temel kriterler nelerdir? Bu şerh çalışmalarının usul ve metodu nasıl olmalıdır? Risale-i Nur’un şerhini yapacak kişilerde aranacak özellikleri nasıl belirlemek gerekir? Şerh çalışmalarını yapacak kişiler için bir dil ve yöntem birliği nasıl oluşturulmalıdır? Risale-i Nur’un anlaşılamadığı tezinde hareketle ortaya çıkan sadeleştirme teşebbüslerini nasıl değerlendirmek gerekir?” gibi, bir dizi soruya cevap aradık. Bu soruların bir çoğuna cevap verebildiğimize inanıyorum. Bir sonraki sayımızda da bu konuyu işlemeye devam etmeyi düşünüyoruz. İnşallah böylece bu hususta geniş bir dosya elimizde olacak.

Köprü’nün bu sayısında kimler var?

Bu sayımıza da çok değerli ilim adamlarımız katkı sundular. Ayrıntıları bu sayıya bırakmak üzere kısaca şunları söyleyebilirim. Ali Bakkal şerh öncesi yapılması gerekenleri anlatıyor.  Bunun içinde Risale-i Nur kütüphanesinin kurulmasından  Risale-i Nur ansiklopedisinin hazırlanmasına kadar bir dizi öneri var. Yazarımız İslam Yaşar da Risale-i Nur’u şerh etmenin şartlarına değinirken, Muhsin Kalkışım uzun sürecek bir çalışma sahasına katkıda bulunmak maksadıyla Risale-i Nur’un şerhi meselesini irdeliyor. Bunların dışında Musa Kâzım Yılmaz, Üstadımızın hangi vazifeleri bize tevdi ettiğini anlatırken sadeleştirme meselesini de irdeliyor. Ahmet Battal fikrî haklar açısından şerh meselesini ele alırken Said Yargıcı “Dördüncü Mese-le”den yola çıkarak bir şerh örneği sunmaya çalışıyor. Bu bağlamda Zübeyir Kaplan da Risale-i Nur Külliyatı’nda edebî şerhlere dair bir giriş denemesi yapıyor. İbrahim Kaygusuz bir yöntem önerisiyle karşımıza çıkarken Ömer Said Güler de şerh metodolojisi üzerinde duruyor. Ayrıca M. Ali Kaya, Levent Bilgi ve Abdulhalim Bilici de değerli çalışmalarıyla Köprü sayfalarını süslüyorlar. Muhterem hocalarıma sizin aracılığınız ile bu sayıya katkılarından ötürü teşekkürlerimi, hürmetlerimi ayrıca sunuyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*