Sadeleştirmede meydan okumalar

Musîbetten ders alınmıyor

Başlarına gelen bunca sıkıntı ve musîbetten hiç ders çıkarmadıkları anlaşılıyor. Binler teessüf ve teessürle ifade edelim ki, Nur’un zımnî muarızları bir Risâleyi daha tahrif ettiler.

Sözler ve Lem’âlar’ın ardından, şimdi de muharref Mektubat’ı fütûrsuzca piyasaya sürdüler.

Zımnî adavet tam gaz devam ediyor.

Demek ki, bazı kimselere ikaz, nasihat, tekdir hiç kâr etmiyor, hiç fayda vermiyor. Demek ki, nasiplerinde başka şeyler var.

Ne diyor Ziya Paşa:

Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir;
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Ağabeyler Risâle-i Nur’dan muknî cevaplar veriyor

22 Ocak 1990 tarihli Zaman gazetesinde çıkan Risâlelerin sadeleştirilmesi ile ilgili olarak Üstad Bediüzzaman’ın hizmetkârlarından Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Said Özdemir, Ahmed Aytimur ve Hüsnü Bayramoğlu imzasıyla neşredilen mektuptan bazı pasajlar sunarak konuya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
* * *
Risâle-i Nur’un neden sadeleştirilemeyeceğinin çeşitli hikmetlerini anlatan Hz. Bediüzzaman’ın ve yakın talebelerinin birçok ifade ve beyanları vardır. Numune olarak bunlardan birkaçını zikrediyoruz.
* * *
“Risâle-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-ı îmaniyye ve Kur’âniyyeyi hatta en muannide karşı dahi parlak bir sûrette isbatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiyye ve bir inâyet-i İlâhiyyedir.

“Çünkü, hakaik-i îmaniyye ve Kur’âniyye içinde (Haşir, Kader gibi…) öyleleri var ki, en büyük bir dahî telâkki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, ‘Akıl buna yol bulamaz’ demiş. Onuncu Söz Risâlesi, o zâtın dehâsiyle yetişemediği hakaiki, avamlara da, çocuklara da bildiriyor.” (Mektubat, s. 372)
* * *

“Elli-altmış risâleler (şimdi yüz otuz) öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhûrata tebâiyet eden ve tedkike vakit bulamayan bir insanın, belki büyük zekâlardan mürekkeb bir ehl-i tedkikin sa’y ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda te’lifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü, bütün bu risâlelerde, bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmi ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu, büyük âlimler ‘tefhim edilmez’ deyip, değil avama belki havassa da bildiremiyorlar.

“İşte en uzak hakikatları, en yakın bir tarzda, en âmi bir adama ders verecek derecede; benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlâk, çoğu anlaşılmaz ve zahir hakikatları dahi müşkilleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o su-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu hârika teshilât ve suhulet-i beyan; elbette bilâşüphe bir eser-i inayettir ve onun hüneri olamaz ve Kur’ân-ı Kerîm’in i’caz-ı manevîsinin bir cilvesidir ve temsilât-ı Kur’âniyyenin bir temessülüdür ve in’ikâsıdır.” (Mektûbât, s. 373)
* * *
“Kur’ân’ın bir nevi tefsiri olan Sözler’deki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil; belki muntazam, güzel hakaik-ı Kur’âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki, öyle ister; ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.” (Mektubat, s. 383)
* * *
Lütfen geçen cümleye dikkat edilsin. Yani yazarın “Risâleler, ifadeler ve üslûb bakımından tekrar gözden geçirilmelidir” iddiasına karşı, Hz. Üstadın bir nevî cevabına bakınız:

“Muntazam, güzel hakaik-ı Kur’âniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzun, muntazam üslûb libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuruyla biçilmez ve kesilmez. Belki onların vücududur ki, öyle ister ve bir dest-i gaybîdir ki, o kamete göre keser, biçer, giydirir. Biz ise içinde bir tercüman, bir hizmetkârız.”
* * *
Hz. Bediüzzaman’ın âlim, fâzıl ve edib talebelerinden merhum Ahmed Feyzi, Risâle-i Nur’un tarz-ı beyanının ulviyetini şöyle ifade ediyor:

“Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde, bu kadar feyz-i ilim neşreden ve ilminin hârikalarıyla en münteha mesâil-i ilmiyede ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanda bu kadar câzibedâr bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir hararet izhar eden… ve gayet feyyaz bir aşk ve heyecan terennüm eden… ve bir derya-yı îman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz?” (Şuâlar, s. 564)
* * *
Risâle-i Nur’un çok eski, çok sâdık ve çok fedakâr bir talebesi merhum Halil İbrahim’in lâhikadaki fıkrasından bir parça:

“Risâle-i Nur Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın taht-ı tasarrufunda olduğundan, ona uzanan, ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ‘Vemâ erselnâ min rasûlin illâ bilisâni kavmihî’ kavl-i şerifinin îma ve işâratından, şu devrede Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, ‘Risâle-i Nur’, Türkçede, lisan üzerinde de imam olacağına; yâni yarın hâlis Türkçe olan Risâle-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’âniyedendir demiş olsam hatâ etmemiş olurum zannederim.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 99)

Sadeleştirme işinden muarızlar istifade eder

1948-1949’da Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Ağabeyin Hz. Üstaddan gençler için risâlelerin biraz sadeleştirilmesine dair mektubuna, Hz. Üstadımızın verdiği cevabıdır:

“Saniyen: Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde, ya kenarda hâşiyecikler yazılsa daha münasibdir. Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lâzım gelir. Hem sû-i isti’male kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik müdakkik olmaz, yanlış bir mâna verir, bir kelime ilâve eder, ehemmiyetli bir hakikati kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilâveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teennî ister. Belki bunun da bir faydası, bir hikmeti var…” (Emirdağ Lâhikası, elyazma, s. 661)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*