Sadettin Çelik Ağabey’in ardından…

Cennet mekân Sadettin Çelik Ağabey’i birkaç cümle ile tarif etmek mümkün değildir.
Dünyevî meşgalelerden berî, gıybet, çekişme, sû-î zandan müberra, İslâm edebiyle edeplenmiş bir Kur’ân aşığı, fenâ fi’l Risale, fenâ fi’l dâvâ bir adamdı Sadettin Ağabey. “Bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyiz. Ve bir tek nükte-i Kur’ânîyenin bir paşalık rütbesinden daha ziyade yanımızda ehemmiyeti var”1, düsturu hayatında tatbik eden bir mü’min-i kâmil.

Sadettin Ağabey, 1970’li yıllarda Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde bir tarafta Astsubaylık görevini ifa ederken, bir diğer tarafta da mekteplilerle müfritane alâkadar olup, Risale-i Nur rahlesinde birçok nesl-i âti yetiştirmeye vesile olmuştur. Onunla alâkadar olan, ulaşabildiğim birkaç dostlarından derlediğim birkaç hatırayı siz değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.

Kırk dört yıllık bir dâvâ arkadaşı Hamit Aksoy’dan hatıralar:

1973 yılında, yatılı bölge ilkokul 4. Sınıfta okurken, Sadettin Çelik Ağabey ile Silvan’da kiraladığı medresede tanışma şerefine nail oldum. Daha sonra bir arsa aldı, onun üzerinde şimdiki mülk dershanenin temelini attı. Etrafında birkaç öğrenciden başka kimse yoktu. Bir tarafta öğrencilere maddî katkıda bulunuyordu, bir diğer tarafta da, mesaiden sonra kazma-kürekle geç vakitlere kadar dershanenin inşaatında çalışıyordu. Birçok maddî zorluklara rağmen dershanenin inşaatını bitirdi. Kapı pencere için para lâzım, Sadettin Ağabey’in maddî imkânı kalmamıştı, çare arıyordu. Yenge hanıma: “ Hanım artık iş sana kaldı, ellerindeki bilezikleri ver de şu dershanemizi faaliyete koyalım” diyor. İman dersini sağlam yerden alan yenge hanım, tereddütsüz bileziklerini kollarından çıkarır. İşte dâvâya sadâkat bu olsa gerek…

Sadettin Ağabey, yatılı bölge okulunun en zeki çocuklarını dershaneye dâvet ederek iman hakikatlerini onlara anlatırdı. Ondan ilgi, alâka ve şefkati gördüğümüz için bizi çok etkilemişti. Bundan dolayı kendisini çok sever ve sayardık.

Sadettin Ağabey, yanımızda bir derya, bir umman gibiydi. Eğiticiydi, yöneticiydi, insan yetiştirmede üstün maharete sahipti. Onun her bir hatırasında birer mesaj var. Hatıralarıyla o şahs-ı güzin’i yâd etmek, rahmete vesile olur, inşallah…

Efendim, Sadettin Ağabey, bahar aylarında zaman zaman hafta sonu köyümüze gezi programı tertipliyordu. En az on, on beş kişilik grup halinde gidiyorduk. Giderken bize, yolda koşu yarışmasını yaptırıyordu. Koşuda dereceye girenlere yayınlarımızdan kitap ve dergi hediye eder, bizi okumaya teşvik ederdi.

Yine o yıllarda Silvan Yatılı Bölge Okulu’ndan bir grup öğrenciyi alıp, Isparta’da tertiplenen okuma programına bizi götürdü. Okuma programlarına çok önem verirdi. Isparta’dan sonra, İstanbul, Adapazarı’na gezmeye götürdü. Bu seyahatler hayatımızda çok önemli izler bıraktı. Öğrencilik yıllarımız hep imanla, sevgi ve muhabbetle geçti. Sadettin Ağabey’in yetiştirdiği öğrenciler elhamdülillah tamamen İslâmî terbiye ve güzel ahlâk üzerinde yetiştiler. Şimdi her biri vatanımızın dört bir tarafına yayılmış memlekete, İslâm’a hizmet ediyorlar.

Başta anlattığım üzere, Yatılı Bölge Okulu’nda okuduğum sırada bu müstesna dâvâyı tanıdım. Çocukluk hatıraları pek unutulmuyor, bu sebeple ben de, o masumiyet dönemimde ki hatıraları anlatmaya devam edeceğim.

Bir gün, Yatılı Bölge Okulu’ndan 13 kişilik bir grup olarak Ramazan “Çavuş” ismi ile müsemma Fidan Ağabey’in cennet asa bahçesine Sadettin Ağabey’le birlikte gittik. Risale-i Nur’dan imanî bahisler okunuyordu. Bir müddet sonra dört kişi yanımıza geldiler. Bakışları pek hayra alâmet değildi. Sadettin Ağabey onların fıtratına uygun ders yapmaya başladı. Birisi yersiz suallerle havayı bozmak istediyse de; arkadaşları onu bizden uzaklaştırdılar. Bu beladan kurtulmamız, Allah’ın inayeti ve Risale-i Nur’un himmeti olduğunu anladık.

Son bir hatıra ile noktalamak istiyorum. İlk ve ortaokulu Silvan Yatılı Bölge Okulu’nda bitirdim. Silvan Lisesi’nde okurken, cennet mekân Sadettin Ağabey’in yaptırdığı medresede kalıyordum. Bir gün okulda son ders zili çaldı, eve gideceğiz, solcu öğrenciler kapıda durdular: “Bildiri okuyacağız,” dediler. Çıkmaya ısrar ettimse de hem çıkmamı engellediler, hem de beni dövdüler.

Köyde ki, akrabalarım olaydan haberdar olunca, silâhlı, sopalı okula baskın yaptılar. Bu olaya Sadettin Ağabey’de çok üzülmüştü, olayın çözümü için yol ararken, o sırada Mustafa Sungur Ağabey dershaneye geldi. Sadettin Ağabey olayı ona anlatınca, Sungur Ağabey, akrabalarımızı sükûnete dâvet etti, yalnız “böyle üzücü hadiselerin tekrarlanmaması için okula gidin, o kavga çıkaranlara bir gözdağı verin,” dedi. Akrabalarım aynısını yaptılar. İş aşiretçiliğe dönüşeceğini anlayan komünistler; bir daha bana karışmadılar.

İlçenin dindarları, Sadettin Ağabey’i çok severlerdi. O sırada Leninciler, Maocular ortalıkta cirit atıyorlardı. Sadettin Ağabey’i öldürmeye kararlıydılar, zaten Kışlada da bihâyli rahatsız edilmişti. Ankara’ya tayinini istedi, tayin olduktan bir müddet sonra emekli oldu. Adapazarı’na yerleşti. Onun teşviki ile ben de 1985 yılında Adapazarı’na yerleştim. Vefatına kadar beraberdik. Allah rahmet etsin, mekânını cennet eylesin. Amin…

Abdülkerim Sevgili Hoca’dan hatıralar:

Sadettin Ağabey ile 1973/74 tarihleri arasında Silvan’da çok güzel günlerimiz geçti. Bir sene gibi az bir süre beraberliğimiz olduysa da ondan çok şeyler öğrendim. Evvelâ talebe olma vasfını her yönüyle üzerinde taşıyan hakikî bir Nur Talebesiydi. Hiç unutamayacağım ve her zaman benim için numune-i imtisal teşkil eden o güzel hasletlerinden bir kaçını zikretmek isterim.

Üstad, talebelerine hitaben yazdığı mektupların başında onların hususiyetlerini tarif babında: “Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Yılmaz, Sebatkâr, Fedakâr, Mübârek, Kahraman, Metin, Hizmet-i Kur’ânîye’de kuvvetli, faal kardeşlerim” tabirlerini muhtelif mektupların başında kullanmış. İşte Sadettin Ağabey’i tarif ederken bu mübârek hitapların içerisinde onu görmek mümkündür.

Bu güzel hasletlerini beraber mütalâa edelim, inanıyorum ki, bana hak vereceksiniz. Menfi milliyetçiliğin ileri bir karakolu konumunda olan Silvan’ın o günkü şartlarında en ufak bir korku eseri göstermeden ve bizlere de cesaret vererek Nur hizmetini kahramanane yürütmesi, unutulması mümkün olmayan bir hadisedir. Ders geceleri hiç üşenmeden, uzak-yakın demeden yürüyerek evlerimize kadar gelir, bizi teker teker alarak hizmet aşkının harika bir örneğini sergilerdi.

Ders yapmaya başladığı zaman adetâ dünyadan kopar; bambaşka âlemlere dalar, dersi uzatırdı. Biz de zevkle dersi dinler, onun o güzel tebessümlerinden haz alırdık. Bir bakardık ki, saatler gece yarısını gösteriyor. Kendisi, yine o manevî iklimden kopmak istemezdi. Biz bazı mazeretler ileri sürerek gitmek istesek de, dersin heyecanına kapılarak bizi dinlemeye teşvik ederdi…

Derse gelen gençlere o kadar ilgi gösterirdi ki, bir defa gelen bir gencin artık dersten kopması imkânsız idi. Tabiri caiz ise Risale-i Nurlarla yatar, Risale-i Nurlarla uyanırdı.

Ajandasında hizmetten başka bir meselenin yeri yoktu. O dünyanın değil, dünya onun arkasından koşardı. Risâle-i Nurları daha geniş kitlelere ulaştırma adına şehir merkezindeki hizmetlerle yetinmezdi. Kur’ân’a, hizmet için aldığı motosikletine iki kişi daha bindirerek hafta sonu köylere giderdi. Köyün hocaları ile irtibata geçer onları dâvâya dost yapmaya çalışırdı. Ramazan ayında Tugay Mescidi’nde teravihler kılınırdı, zaman zaman Tugay Komutanı da namaza iştirak ederdi. Bir defasında teravihin hitamında Tugay Komutanı ile kısa bir sohbetten sonra büyük bir cesaret örneği sergileyerek Tabiat Risâlesi’nde, Komutana bir ders yaptı. Dersi bitirdikten sonra Tugay Komutanı “Yavrum, Sadettin okuyorsun, ama bir şey anlamadım” dedi.

Yanında kalan 75-80 yaşlarındaki validesine “Anne duâ et de şehit olayım” derdi. Anne şefkat dolu yüreği bu duâya “ Âmin” demeye pek yanaşmazdı. Amma validesini buna da ikna edecek kadar kahraman bir yüreğe, engin bir şevke sahipti.

Allah rahmet etsin. Fuat isminde terzi bir ağabeyimiz vardı. Gençler arada sırada kıyafet diktirirlerdi, Sadettin Ağabey, Fuat Ağabeye; bu elbiseleri en düşük fiyata dikmesini tembihlerdi. İnanıyorum ki kendisi terzi olsaydı bu gençlerden bir kuruş dikiş parası almazdı. Vefatından 40 gün önce, Silvan’dan birlikte hizmet ettiğimiz Metin Öz kardeşimiz ile Adapazarı’nda kirada oturduğu evinde onu ziyaret ettik. 42 sene önceki Sadettin Ağabey şevkinden en ufak birşey kaybetmemisti. Aradan geçen bunca yıl yüzünde bir buruşukluk yoktu, yüzünü daha da nurlu, âdeta insan suretinde bir melek olmuştu. İki saate yakın sohbet ettik. Kalp rahatsızlığı sebebiyle ayakları şişmişti, müsaade isteyerek ayaklarını bir sehpanın üzerine uzattı. Öğle namazını birlikte cemaatle kıldık. Çayımızı içtikten sonra vedalaşarak ayrıldık.

Demek ki, yıllar sonra bu görüşmemiz son görüşmemiz olacaktı. Evet, Sadettin Ağabey yukarıda ifade ettiğim meziyetlerinin daha ilerisinde bir şahsiyet idi. Nur mesleği içinde ömrünü sürdürerek Rabb-ı Rahimine kavuşan Sadettin Çelik Ağabeye, Yüce Mevlâ’dan rahmet dilerken, ailesine ve yakınlarına da sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Âmin…

Abdurrahman Turan Hoca’dan hatıralar:

1975–1977 yılları arsında Silvan lisesinde okurken, Burhaneddin Bilmez, Hamit Aksoy, Ekrem Dokdemir ile beraber dershanede kalıyorduk. O dönemlerde Sadettin Ağabey de Silvan’da astsubay olarak görev yapıyordu. Sadettin Ağabey mesai bitiminde, görev yerinden ayrılır ayrılmaz önce dershaneye uğrar bizleri sorar ondan sonra eve giderdi. Sabahleyin imsak vaktinde, erkenden cübbesini koltuğuna alır, kar-kış demeden gelir bizi uyandırırdı. Sobayı yaktırdıktan sonra imamlığa geçer cemaatle namaz kılardık. Tesbihatten sonra namaz dersi kuşluk vaktine kadar devam ederdi.

Hafta sonlarında zamanını dershanede öğrencilerle geçirirdi. O sıralarda Silvan YİBO’dan gelen ortaokul öğrencileriyle tek tek ilgilenir, çocukların seviyesine göre ders yapardı. Zaman konusunda çok hassastı, hiçbir vaktini boşa geçirmezdi.

Daha önce Risale-i Nur’u tanımış olan, fakat daha sonra cemaatle irtibatı kesilen kişileri ziyaret eder, tek tek hal hatırlarını sorardı.

Dershanede kalan kardeşlerin ailelerini ziyaret eder onlarla tanışır, onlara Risale-i Nur hizmetini anlatırdı. Genç Nurcu kardeşleri mevlitlere götürür ve hizmet-i Kur’ânîye ile ilgili faaliyetleri tertiplerdi. Komşu il ve ilçelere ziyaret amaçlı bizi götürür, hizmete taalluk şevkimizi arttırırdı.

Isparta’da düzenlenen okuma programına Salih Çevik Ağabeyin minibüsü ile Sadettin Abi, Burhanettin Bilmez, Hamit Aksoy, Ekrem Dokdemir, Abdurrahman Aksoy, Abdulhamit Bilici’yle birlikte güzergâh boyu dershanelere uğrayarak Isparta’ya kadar ilâhîler eşiğinde gittik. Sadettin Ağabeyle birlikte on yedi gün Isparta’da kaldık.

Program bittikten sonra dönüş seyahati başladı. Üstadımızın sekiz sene havasını teneffüs ettiği, Risale-i Nur’un ilk yazıldığı mübarek Barla karyesine gittik. Barla’da bir gece kaldık. Çam Dağı’na çıktık, Üstadın mekânlarını bir bir gezdikten sonra bu sefer Adapazarı, İstanbul’a gittik, oralarda da birer hafta kaldık. Her gittiğimiz yerlerde ilgi alâka görüyorduk, sanki o insanlarla yıllar öncesinden tanışmış, yakın akrabalarımız gibi bize bir intibah uyandırıyordu.

Bu ilgi, alâka üzerimizde büyük bir etki bıraktı. Bu sayede Risale-i Nur‘un meslek ve meşrebini idrak etmiş olduk. Sadettin Abi binlerce insanın imanlarının kurtulmasına vesile olmuştur. O cesur ve cömertti, üzerimizde büyük hakkı vardır.

Bu geçici dünyadaki hizmetini bitirip ebedî âleme ücret almaya giden Sadettin Ağabeye Rabbimiz’den rahmet; geride kalan yakınlarına, dost ve sevenlerine sabırlar diliyorum. Vesselâm…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*