Saff-ı evvel Nur kahramanları

Saff-ı evvel ağabeyleri değerli kılan, sırf bu dünya gözü ile Bediüzzaman’ı görmenin çok ötesinde, onunla beraber, onun rehberliğinde iman Kur’ân hizmetlerinde bulunmalarıdır. En karanlık dönemlerde, en zor, en tehlikeli zamanlarda Üstadlarıyla el ele, omuz omuza vererek ifâ-i hizmette bulunmalarıdır.

Tek parti döneminin en dehşetli zamanında, Allah demenin suç sayıldığı, her türlü dinî yaşantı ve faaliyetin yasaklandığı, devlet eliyle, kanun perdesinde keyfîliklerle ehl-i dine yönelik her türlü hakaret, haksızlık, işkence, baskı ve zulmün revâ görüldüğü, sorgusuz sualsiz tevkif, tecrit ve hapislerin kol gezdiği bir dönemde saff-ı evvel ağabeylerin, Bediüzzaman’a sahip çıkıp, ona talebe olup, hizmet-i Kur’âniyede bulunmaları bütün ehl-i din nazarında onları farklı kılıyor, onların değerine değer katıyor. İfsat komitelerinin telkin ve tahrikleriyle, devletin ellerindeki bütün imkân ve gücü ile Bediüzzaman’ı hedef tahtasına koyarak, en acımasız taarruzlarda bulunarak onun vücudunu ortadan kaldırmaya çalıştığı bir vahşet devrinde, Bediüzzaman’a yaklaşmanın, ona bir selâm vermenin peşinen her türlü hakaretleri, işkenceleri, azapları kabullenmek anlamına geldiği o riskli dönemlerde, saff-ı evvel kahraman talebelerin her türlü cezayı, cefayı, işkenceyi göze alarak, Bediüzzaman’a talebe olmaları tarihte emsâli nadir görülen birer yiğitlik, birer mertlik örneğidir.

Şantajlara, tehditlere aldırmadan Bediüzzaman’a koştular onlar… İşkenceleri, sürgünleri, hapisleri, zindanları göze alarak, Bediüzzaman’a talebe oldular. Etrafında pervane oldular, siper oldular. Dünyanın bütün celbedici zevklerine, lezzetlerine arkalarını dönerek, Üstadlarında fani olarak, hakikî zevk-ü lezzeti Kur’ân’a hizmette buldular. Bediüzzaman’a hakkıyla talebe olmak için her şeylerini ortaya koydular. Canlarını, mallarını, her şeylerini.. İşte istikamet şehidi Asım Ağabey… İşte Üstadlarının yerine dar-ı bekaya gitmek için niyazda bulunan ve duâları kabul gören Hasan Feyzi ve Hafız Ali Ağabeyler… Ve bir ihlâs abidesi olan Hulusi Ağabey… Tevazu ve mahviyet timsâli Tahiri Ağabey… Salabet, cesaret rehberi, Üstadında fani olan Zübeyir Ağabey… Nurların teksir ve neşrini vazife bilen Hüsrev Ağabey… Namaz aşığı Birinci Ağabey… Ve en son Hakk’a yürüyen, bütün hayatını Nurların neşrine vakfeden Mustafa Sungur Ağabey ve daha nice hayatlarını kudsî dâvâlarına vakfeden kahramanlar…

Saff-ı evvel kahramanlarının çoğu dar-ı bekaya göçtü. Üstlendikleri dâvânın gereğini fazlasıyla yapmanın huzuru ile gitti onlar. Bazılarını dünya gözü ile bizzat görerek, tanışarak, sohbetlerinde bulunarak, feyizlenerek istifade ettik. Göremediklerimizi de Nurlardaki mektuplarından, müdafaalarından, Üstadın onlara yazdığı iltifat ve medih dolu mektuplarından tanımış olduk.

Hepsinin kendilerine has özellikleri, güzellikleri, takdire şayan yönleri, meziyetleri vardır. Hepsini burada dile getirmek elbette mümkün değil. Son olarak dar-ı bekaya göçen Sungur Ağabey, hemen her insanı kucaklayıcı, sıcak, samimî şefkat ve merhametinin yanında, Nur menzillerini ziyaret maksadıyla gezmeyi çok seven bir ağabey idi. Çok uzak bir yerde de olsa, tek bir kişi de olsa hizmet-i Kur’âniyede birisini duyunca bir fırsatını bulur, hemen ziyaretine giderdi. Bediüzzaman’ın “müfritane irtibat” tavsiyesini bihakkın yerine getirirdi merhum Sungur Ağabey.

Aradan yıllar da geçse Sungur Ağabey ile alâkalı şu hatırayı unutamıyorum. Galiba yetmişli yılların başları idi. Nur hizmetleriyle ilgili hem çevremizde olup bitenleri anlatmak, hem de bazı konular hakkında bilgi sahibi olmak için, Sungur Ağabeye uzunca iki-üç mektup yazmıştım. Ben heyecan ve merakla mektuplarımın cevabını beklerken, bir gün mesaide iken kapımın çalınmasıyla beraber kapıda Sungur Ağabeyi o sevecen, o şevk veren hâliyle görünce bir anda heyecanımdan gördüklerime inanamadım. Musafaha ve kucaklaşma faslından hemen sonra, merhum şöyle beni tepeden tırnağa süzdükten sonra; “Bana mektup yazan İlköğretim Müdürü sensin ha.. Yahu, müdür dediğin şöyle iri yarı, kelli-felli olur, sen hiç de öyle değilmişsin” dedi. Kısa bir sohbet faslından sonra namaz vaktinin girdiğini, burada namaz kılabileceğimizi söyledim. Namaz kılmak için yan odaya geçince, duvarlardaki resimleri görünce, burada namaz kılmanın doğru olmayacağını söyledi. Ben de resmî iş yerime yakın bir arkadaşın evine götürdüm Sungur Ağabeyi ve yanındaki diğer misafirleri. Onun arkasında kıldığım namazdaki huzur ve huşuyu unutmak mümkün değil. Namaz dersinin akabinde, sıklıkla olduğu gibi o günlerde de yine Yeni Asya gazetemizin maruz kaldığı bir sıkıntı dolayısıyla bir arkadaşımızın “Gazetemizin bu durumu ne olacak?” sorusuna Sungur Ağabey normal ders akışına ara vererek, çok ciddî bir ses edasıyla: “Bakın kardeşlerim, bu gazete bizim dâvâmızın naşir-i efkârı. Oradaki bütün yazar ve çizerler de Risale-i Nur’un birer fedaisi. Ve bir yönü ile kendilerini feda ediyorlar. Onun için onlara duâ edin ve gazetenize sahip çıkın” dedi.

Evet en zor, en tehlikeli dönemlerde Bediüzzaman’a sahip çıkarak, Nur hizmetlerinin neşri yolunda destanlar yazan saff-ı evvel kahramanların hizmetleri her takdirin fevkindedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*