Sağ ol, dünya sağ ol!

Ziya Mırmır Risalede ‘Büyük İbrahim’ olarak bilinen İbrahim Mırmır’ın amcaoğludur. Ağabeyleri Rüştü ve Mehmed de Üstadla görüşmüşlerdir. Risaleler sıkı takiplere rağmen Nazif Çelebi’nin evinde teksir edilirken Mırmırlar da vazife alır. Nazif Reis, Ziya’yı sık sık uyarır. “Teksir işinde çalıştığını kimseye söyleme.”

Ziya’nın doğduğu yıl Türk edebiyatının duayenlerinden Oğuz Atay da İnebolu’da dünyaya gelir. Ziya, Oğuz’u tanıyor muydu bilemiyoruz, ama yıllar sonra “Tutunamayanlar” romanı ile bütün Türkiye tanıyacaktır. Oğuz hayata tutunamayan, kendini tanıyamayan bir nesli anlatır. Tutunamayanlar’ı yazmasına vesile olan olayları yaşadığı günlerde Bediüzzaman Kastamonu’da sürgündedir. Dünya sürgününde sonsuz özgürlüğü ve huzuru sağlayacak, insanı dünya ağacına tutunduracak Risaleler yazmaktadır. Nazif o günlerde Oğuz’un Tutunamayanlar’ı yazdığı yaşlardadır. Nazif, Bediüzzaman’la tanışmış, hayata tutunmuş, Nur’ları İnebolu’da hayata geçirmiş, gençleri tutup kaldırmıştır. Oğuz, Nazif’i, dolayısıyla Risaleleri tanısaydı “iman buhranı” yaşar mıydı bilinmez, ama Bediüzzaman ve Nazif ile hayata tutunan gençleri görseydi imrenirdi her halde.

Nazif, göktaşından mihenk taşıdır. Oğuz, Tutunamayanlar’ı yazarken, o Tutunanlar’ı yaşar. Bir bakışta insanların altın mı, teneke mi olduğunu anlar. Kim hayat ağacına tutunur, kim tutunamaz, fark eder. 24 ayar altın değerindeki gençleri etrafına toplar. Kalplere ayar çeker. Gençlerin Üstadla buluşmasına vesile olur. Ziya, Üstadı ağabeyinden duysa da tadını Nazif’ten alır. Nazif, Ziya’nın altın ayarını ölçmüştür. Altın Neslin Genç Şakirtlerini Üstad da görsün istemiştir. Ziya’nın gözü Nazif’te, kalbi Üstad’tadır. Nazif’in dudaklarından çıkacak “Üstadı görmeyi hak ettin!” sözlerini beklemektedir.

Ayakkabıcı Ziya’nın Üstad ile kalbi ayaklanır, bir çırpıda hakikate varır. Kendine Cennet yolunda ayakkabılar biçen Üstadına hediye hazırlar. Kalbini ısıtsın, diye mest; kardan korusun, diye ayakkabı yapar. 1953 yılıdır. Henüz on dokuzundadır. Hayatının baharındadır. Nazif müjdeyi verir. “Hazırlan. Güneşe göç vaktidir.” Ziya yıllardır bu anı beklemektedir. Arş!, emrini alınca yola koyulurlar. Ver elini Isparta. Kim tutar seni Ziya… Kalbi çatlayacak gibidir. Meleklerin kanadındadır. Herkesin bir mi’racı vardır. Kiminin gece yolculuğu İsra’dır, kiminin gündüz yolculuğu Isparta’dır. Dur dünya dur, Isparta da inecek var! Öl dünya öl, Üstadı görmeden ölecekler var!

Burak’ın üstünde Sevgili (asm) kâb-ı kavseyne varır. Nazif’in eyerinde Ziya Üstadın eşiğine varır. Göklerin kapısı açılır. Ahmed’in, Ziya’nın gözleri açılır. Üstad Tahiri, Zübeyir, Bayram denilen genç melekleriyle sohbet etmektedir. Ziya gibi parlayan yüzlerinde gökyüzünü seyretmektedir. Üstad konuyu meleklere getirir. Dalgalı bir denize benzeyen Tahiri’ye döner “Tahiri! Sen meleklerden daha yüksektesin” der. Yüksel dünya yüksel, Tahiri’nin makamına gel! Tahiri’m! Uzun eriğim benim! Ne gözlerin değişti ne de kalbin! Kaldır da bak güneşe. Sen hep göklerde dolu bir destisin. Yağ Tahiri yağ! Ah ki yeryüzü kirlendi. “Aşk verdin. Yağmurlar verdin. Nazifler, Ziyalar gönderdin. Sağ ol dünya sağ ol!”

SANA GELİYORUM EY SEVGİLİ (ASM)

Güneş tutulmuştur. Ziya aşk ve ateşle tutuşmuştur. Efendimiz (asm) her halde mi’raca çıplak ayaklarla çıkmıştır. Ama Üstad şu kirli dünyadadır. Elbette ayakkabıya ihtiyacı vardır. Mesti ve ayakkabıları verir. Mesti mi, kalbini mi vermiştir bilemez. Üstad kabul eder. Ziya mest olur. Dol deniz dol! Güneş ol Ziya’nın kalbine dol!.. Mesti verir, karşılığında sevgilinin kalbini alır. Mest gibi yanında taşır. Bir muskadır kalbi. Bir yanında Üstad, bir yanında Cevşen vardır. Bir gün Cevşen okurken komşusu panikle içeri girer. “Duydun mu!” “Neyi?” “Zelzeleyi!” Ziya, Üstad’la tanıştıktan sonra dünyaya kalbini kapatmıştır. Ne depremler, yangınlar, seller olmuş, duymamıştır. Dağlar püskürmüş, denizler yürümüş, güneşler dürülmüş, ama Ziya’nın kalbi Üstadını gördüğü Isparta’da kalmıştır. Gülümser. “Duymadım.” Komşu şaşırır. Bu Ziya Allah’ın adamı olmalıdır. Tekrar Cevşen’e döner. Kaldığı yerden devam eder. “Zelzeletel ardi…” Bu da mı keramet değil. Sallan dünya sallan!

23 Mart 1960 günü camide vaiz zelzeleye tutulmuşçasına haccı anlatmaktadır. Neden sonra gökleri çatlatan bir ses duyulur. “Ya Rabbi! Bediüzzaman’ın duâsını kabul eyle!” Herkes sese yönelir. “Oldu mu şimdi Muharrem Efendi!” Yerin kulağı vardır da göklerin yok mudur sanki. Yerlerin, göklerin kulağı varsa Muharrem’in de kalbi vardır a dostlar. Göklerden haber var. Melekler, Üstadı Rabbine götürmeye geldiler. Üstad dünyayı peşine takmış güneşe göç ediyor. Bağırmasın da ne yapsın Muharrem! Zelzele olsa, Muharrem en çok yerin dibine girer. Üstad dünyadan gidiyor, Muharrem nerelere gitsin. Üstad öldü! Öl dünya öl!.. Sabah olur. Gökler durulur. Üstadın vefat haberi İnebolu’yu vurur. Duy dünya duy.

Sonsuz bir rüyadır Resulallah (asm). Onu (asm) rüyada görmek binden birine nasip olur. Kim O’na (asm) gelmek isterse O da (asm) onun rüyalarına gelir. Ziya Risalelerle O’nu (asm) sevmiş, Cevşen duâsıyla kendine gelmiştir. Ne var ki henüz Ravza’sına yüzünü sürememiştir. Bir gece Efendimiz (asm) “sen gelmedin, bari ben geleyim.” dercesine rüyasına gelir. Efendimiz (asm) iki-üç yere misafir olacaktır. Rüştü Mırmır’ın evine gelir. Ziya da kendisini ziyaret eder. Kapıyı çalar. Resulallah’ın (asm) kapıları açılır. “Esselâmu aleyküm…” Efendimiz (asm) selâmı alır. Arzusunu dile getirir. “Beni ne zaman ziyarete geleceksiniz?” “Efendim şimdilik hâlimiz müsait değil.” Rüştü Mırmır da tasdik eder.

Uyanır. Dâvet alınmıştır. Gitmek farzdır. Rüya muhakkak gerçekleşecektir. Ziya’ya düşen sabırla beklemektir. 1993 yılında hâli, kalbi müsait olur. Eşiyle Ravza’nın eşiğine varırlar. Gel, dedin geldik Sevgilimiz (asm)! Rabbim bizi birbirimize ve Sevgiline (asm) ebedi yâr et! Âmin.

On üç yıl sonra bu sefer Rabbi çağırır Ziya’yı. “Bana ne zaman geleceksin.” Sevinçten kalbi duracak gibidir. Öyle de olur. 4 Ağustos 2016 tarihinde “Allah’ım Sana geliyorum.” diyerek Rabbine gider. İnebolu Ağara Kabristanı’nda ebedî uykuya dalar. Çalkalan dünya çalkalan! Küçük kıyamet koptu. Güneş battı. Ziya söndü.

Mustafa Oral

İhsan Atasoy (İnebolu Kahramanları)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*