Sahabe mesleği ve diğer hizmet modelleri

Asr-ı Saadetten sonra, özellikle hicretin üç yüzüncü yılından itibaren Bediüzzaman Hazretlerine gelinceye kadar, iki ana metot şeklinde İslâmî hizmetler yapıla geldi.

Tarz bakımından farklılıklar arz etse de, kalp ayağıyla hareket eden muhtelif isimlerdeki tarikatlar ve aklı esas alan kelâm âlimlerinin yazdığı binlerce kitaplar, İslâm dininin günümüze kadar gelmesine ve Müslümanların dinlerine sımsıkı bağlı kalmasına hizmet ettiler. Allah (cc) bu hususta hizmet veren geçmişteki bütün âlimlere ve umum evliyalara bol rahmet ve hayırlar ihsan etsin, âmin.

Ancak yalnız kalp ayağıyla hareket eden veliler aklı aç bırakırken, sadece akıl yoluyla iman ve İslâm hakikatlerini izah ve isbat eden âlimler de kalbi aç bıraktılar. Onun için eskiden büyük bir medresenin büyük bir hocası, küçük bir tekkenin küçük bir şeyhine gider ve onun elini öpermiş. Kalben arzu ettiği feyzi orada ararmış.

Bediüzzaman Hazretleri, medrese içinden de hakikate giden Kur’ân-ı Kerîm’e dayalı kısa bir yol bularak, hem aklı hem de kalbi tatmin eden bir feyiz çeşmesi sunuyor. Bu tarzı Üstad şöyle ifade ediyor: “İlm-i mantıkta, bürhan-ı yakinî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor, cerh edilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri (delilleri), bu bürhan-ı yakînî kısmındandır. Çünkü ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye; aynen onlar gibi, Risale-i Nur; ibadet yerinde, ilim içinde hakikate yol açmış, sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaika yol açmış. Ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usulü’d-din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor; meydandadır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 169)

29. Mektub Telvihat-ı Tis’a tasavvuf bahsinde tarikatların mahiyetlerini anlatan Bediüzzaman, onları ehl-i dünyaya karşı savunurken, kendi mesleğinin tarikat değil, bu zaman da sahabe mesleğinin bir cilvesi olduğunu beyan ediyor. Doğrudan doğruya iman hakikatlerine hizmet ve toplumun zaafa düşen taklidî imanlarını tahkik mertebesine yükseltmek olan Nur dairesine onları da dâvet ediyor: “Şimdiye kadar ben yalnız iman hakikatini düşünüp ‘Tarikat zamanı değil, bid’alar mani oluyor’ dedim. Fakat şimdi, sünnet-i Peygamberî dairesinde, bütün on iki büyük tarikatın hülâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor; kalbi mağlûp olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz, hakiki Nurcu olabilirler.” (Emirdağ Lâhikası, s. 576)

Âhirzaman fitneleri içinde dinsizlik cereyanlarının her tarafı istilâ ettiği ve fen ve felsefeden gelen bir dalâletle iman hakikatlerine taarruz ettiği bir zamanda, doğrudan doğruya imana hizmetin esas alınması lâzım geldiğini söyleyen Üstad “Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete giremez; fakat tasavvufsuz Cennete girecek çoktur.” (Mektubat s.41) tesbitini yapmaktadır.

Kelâm âlimleri gibi sadece kuru mantık ve aklî delillere dayanarak İslâm hakikatlerini izah etmeyerek, akıl ve kalp, ruh ve diğer duyguların birbirine yardım etmesiyle hedefine giden Bediüzzaman, hem aklı hem de kalbi tatmin edip, manevî feyizlere mazhar ediyor. Hem de kelâm âlimleri gibi, devir ve teselsül yoluyla, ilk yaratılışa kadar giderek tevhid-i İlâhiyi isbat etmek yerine, her şeyde, her yerde ve her mevcutta bulunan tevhid delillerini göstererek Allah’ın varlık ve birliğini isbat ediyor. Üstadın verdiği misalde olduğu gibi, uzak mesafeden borularla su getirmeye bedel, her vurduğu yerden su çıkarıyor.

Günümüzde evliyaullahın ve kelâm ulemasının tarzlarını, farklı versiyonlarıyla devam ettiren değişik hizmet metotlarına karşılık, Kur’ân-ı Kerîm’e has bir metodu takip eden, hem akıl hem de kalbi tatmin eden Nur Risalelerinden hakkıyla ders alan Nur Talebeleri, başka yerden ışık ve feyiz aramaya ihtiyaç hissetmezler. Sadakatle kendi tarzlarını devam ettirirler. Bununla birlikte, farklı metotlarla dinine hizmet eden cemaatlerin ve tarikatların hizmetlerini tebrik eder ve duâcı olurlar. Maksatta ittifak etmeyi, ittihad-ı İslâm’ın temeli kabul ederler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*