Sahabe-i Güzin

alt

Peygamberlerden sonra, insanoğlunun en faziletlileri sahabelerdir. Sahabeler sadece Kur’ân-ı Kerim’de değil, Tevrat ve İncil’de de övülmüşlerdir. Onların faziletlerine yetişilemez. Onlar Peygamberimiz Hazret-i Muhammed’le (asm) sohbet etme imkânını bulmuşlardır.

O ayrıcalığı yaşamışlardır. En büyük veliler dahi onların derecesine çıkamazlar. Sahabeler döneminde iyilik ve çirkinlik, doğruluk ve yalan, hayır ve şer, küfür ve iman bütün güzellik ve çirkinlikleri ile görülmüş ve Doğu ile Batı, Cennet ile Cehennem gibi birbirinden ayrışmış, uzaklaşmıştır. Bütün sahih hadisler, sahabeleri, “insanlığın yıldızları” olarak vasıflandırmıştır. Peygamberimiz (asm), sahabelerini anlatırken: “Sahabelerim yıldızlar gibidir, hangisine uysanız yolunuzu bulursunuz” müjdesini vermektedir. Sahabeler İslâmiyet’i bütün dünyaya ilân edip, o uğurda bütün dünya ile harp etmişlerdir.

Onlar İslâm’a temel olmuşlardır. İslâmiyet bu temel üzerine kurulmuştur. İslâmiyet’in tesisinde, temellerinin atılmasında saff-ı evveldirler. İslâmiyet’in ortaya çıkışı ve yayılışının ne şartlarda olduğu ancak bu yıldızların hayatının öğrenilmesi ile mümkündür. Devr-i cehalet dönemi dediğimiz, taassup ve karanlık dönem İslâm güneşi ve Sahabe yıldızların hayatı ile izale edilip giderilmiştir. Sahabelerin Peygamberimizle (asm) sohbeti çok önemlidir. O sohbetle Sahabeler erişilmez bir mevkiye çıkmışlardır. Sahabelerin ibadetteki derecelerine hiçbir zaman yetişilemez. İmanlarına da yetişilmez. İmanları o derece güçlü idi ki, kâfirler, münafıklar ve diğer din müntesipleri bu imanlarına asla şüphe ve vesvese verememişlerdir. İmanları sarsılmamıştır.

Sahabeler Peygamberimizin (asm) arkadaşlarıdır. Peygamberimizin (asm) insanlar üzerindeki tesirinin birer göstergesidirler. O yıldız insanlar, Peygamberimiz (asm) sayesinde daha da yıldızlaşıp birer rehber olmuşlardır. Bu yüzden Peygamberimiz (asm) ve Sahabeler dönemine Asr-ı Saadet diyoruz.

Sahabeler Peygamberimizle (asm) hemhâl olmuş yıldızlardır. Peygamberimizin (asm) dâveti ile İslâm’la şereflenip dinimizin halkası olmuşlardır. İslâm uğruna yurtlarını, evlerini, ailelerini, çoluk çocuklarını terk edip hicret etmişlerdir. Bir kere olsun geriye ve arkalarına bakmamışlardır. “Canımız malımız sana feda olsun Ya Resulallah” demişlerdir. Bütün duyguları ile İslâmiyet’i massetmişlerdir, emmişlerdir. Bu yüzden de ibadet ve tesbihatta o mübarek kelimeleri söylediklerinde bütün duyguları ve zerreleri ile söylemişlerdir. Kelimelerin bütün manalarına nüfuz etmişlerdir. Bütün duyguları ve hissiyatları ile Allah’a yönelip “Cenâb-ı Hak bizden ne arzu eder?” diye samimî ve sade, yalın olarak düşünebilmişlerdir. Çünkü onlar tamamen saadet-i ebediyeye yönelmişlerdi. İlâhî yakınlıkları ve sevgileri o derecedeydi ki dünyayı tamamen arkalarına almışlardı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*