Sahip olmak ya da olmamak

alt

Zenginlik genel olarak maddî varlık ya da para sahibi olmak anlamında düşünülür.

Oysa ki birçok çeşidi vardır: Zaman zenginliği, fikir zenginliği, ilim zenginliği, sağlık zenginliği, ibadet zenginliği…

Herhangi bir alanda zengin olmak, bu zenginliği korumak, geliştirmek zor bir iş.

Hele de istemenin sonu yokken. İnsanoğlu bir vadi dolusu altını olsa da ‘Daha yok mu?’ deme meylinde imiş ya!

Peki, sahip olduklarımızın kıymetini biliyor muyuz? Araştırmalara göre insanlar genellikle sahip oldukları değerlerden çok “Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış!” türünden sahip olamadıklarından bahsediyorlar. Yani hırs yüzünden kanaat, iktisat ve şükür olmadığından şikâyetlerin de ardı arkası kesilmiyor!

Oysa ki, sahip olduğumuzu sandığımız, aslında bize sunulmuş olan nimetlerin listesini yapmaya kalkışsak, Kur’ân’da ifade edildiği gibi denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa bitiremeyiz. Yine Kur’ân’da defalarca mü’minlerin şükre dâvet edilmesi de düşünmeye değer diğer bir konudur…

ZEHİR: KORKU VE KISKANÇLIK

Fıtrat mührü umumidir. Sınır, din, dil, ırk tanımaz. Zenginlik ve sahip olmak duygusu da fıtratımıza yerleştirilen sayısız cihazattan biridir. Bu cihazatı nasıl kullanacağız, terbiye edeceğiz?

İşte zenginlik ve sahip olmak kavramları üzerinde kafa yoran sosyalbilimcilerden, yani Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle içtimaiyyunlardan biri olan Erich Fromm “Sahip Olmak ya da Olmak” kitabında şöyle diyor:

“Mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye ‘sahip olmak’ demek, onları ele geçirmek, kendine mal etmek, onlara egemen olmak ve dilediğince kullanmak anlamına gelir. Ama bu maddesel sahip oluşların sonu yoktur. İnsan hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. Çünkü  maddesel olan, elle tutulan aldatıcı ve geçicidir. Bu nedenle ‘sahip olmak’ tutkusundaki insanlar hep kendilerinden fazla şeye sahip olanları kıskanacak, az şeye sahip olanlardan ise, kendi mallarına göz dikecekleri telâşı ile korkacaklardır.”

Sahip olmaktan kaynaklanan korku, telâş ve kıskançlık hislerini nasıl terbiye edeceğiz? İnsaniyet-i Kübra olan İslâmiyetin bu konudaki tavsiyeleri nelerdir?

PANZEHİR: ZEKÂT, SADAKA

Dinimizin zekât ve sadaka konusundaki tavsiyeleri sosyal hayatın zehiri hükmünde olan korku, kıskançlık duygularının panzehiri hükmündedir. Hatta dinimiz zekât ve sadaka vazifelerini müesseseleştirerek sosyal hayatın oksijen çadırları hükmünde olan vakıfların kurulmasına zemin teşkil etmiştir.  

İslâm Medeniyeti, bir vakıf medeniyetidir aynı zamanda. İslâmın altı yüz yıl bayraktarlığını yapan Osmanlı da bir vakıf medeniyeti kurmuştur.

VAKIF MEDENİYETLERİNİ,VAKIF ŞUURUNA VARAN İNSANLAR KURAR

Karşılıksız, maddî-manevî bir ücret beklemeden yardım etmek, toplumun iyiliği için çalışmak, insanı “insan” yapan özelliklerin başında gelir.

“İnsaniyet-i kübra” olan dinimizde, Peygamberimiz (asm) ve Sahabelerinin yaşantısında en güzel örneklerini bulabileceğimiz yardımlaşma duygusu, “îsâr” seciyesi ile doruklarına ulaşır. Sahabeler kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, yardıma muhtaç kardeşlerinin nefislerini, kendilerine tercih ederler. İsterse, ölüm ânında dudaklara uzatılan bir kaç damla su olsun! İsâr seciyesi, damarlarına karışmıştır adeta.

Şahıslarda tek tek bu hakikat yerleştiği içindir ki, İslâm Medeniyeti, bir vakıf medeniyetidir. İslâmın altı yüz yıl bayraktarlığını yapan Osmanlı da bir vakıf medeniyeti kurmuştur.

Evet, vakıf medeniyetlerini karşılıksız yardım etmenin doyumsuz tadına ve şuuruna varmış “vakıf insanlar” kurarlar.

FANİYİ BAKİLEŞTİRMEK

“Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek suretiyle satın almıştır.” (Tevbe Sûresi, 111.) âyet-i kerimesinin tefsiri olan 6. Söz’de Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati ne kadar güzel anlatır. Dalgalı savaş meydanı olan bu fırtınalı dünya yüzünde hiçbir şey kararında kalmaz, döner, bozulur ve insan düşünür: “Madem her şey elimizden çıkacak, fani olup kaybolacak. Acaba bakiye tebdil edip, ibka etmek çaresi yok mu?”

Kur’ân, “Beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var” der. Çare, emaneti, Sahib-i Hakikisine satmaktır.

Birinci kâr, aynı zamanda vakıf insanın da tarifidir: “Fani mal, beka bulur. Çünkü Kayyum-u Baki olan Zat-ı Zülcelâle verilen ve O’nun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zail, bakiye inkılâp eder. Baki meyveler verir. O vakit, ömür dakikaları adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zahiren fena bulur, çürür. Fakat, âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar, sümbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyadar, munis birer manzara olurlar.”

Evet, Kur’ân on dört asırdır, bu hakikati anlatır insanlara.

HÜLÂSA

Elimizde olanları “sahip olduklarım-olmadıklarım” tarzında gruplandırmak yerine “Bana emanet olarak verilenler ve vazifelerim” tarzında tasnif edip gayret göstermek en güzeli!

Ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*