Şahıs-perestlikten şahıs-nefretliğe…

İfrattan tefrite düşen bedbahtlar

Bütün yazılarımıza itiraz ile “Ben ille de mürit gibi olmalıyım. Daire içinde kendime bir mürşid şahıs bulmalıyım” diye tutturanlar var.

Aziz kardeş! Elinden tutan yok. İstediğin şahsa takıl, peşinden git. İstediğin şahsı mürşid belle, ona karşı mürid vaziyetini takın.

Aha şuraya bir kez daha yazıyorum: Çok yüksek bir ihtimalle pişman olacaksın. Belki de baştacı ettiği kişiden nefret edecek, daha da vahimi belki de sırtından vuracaksın.

Acizâne, kırk yıllık tesbit ve gözlemlerimin onda dokuzu bu acı realiteyi işaretliyor: Daire içindeki şahısperestler, şahıs meddahları, yahut tetikçileri, günün birinde tam U dönüşü yaparak “şeyhim, mürşidim, velinimetim…” dediği zâtları sırtından hançerleyerek uzaklaşmış, kendine başka kapı aramaya gitmiş.

Zira, şahısperestler genellikle duygusaldır, hayalcidir ve “hayalî Ziyaeddin”lerin peşinden giderler. Hayali söndüğünde ise, adeta çılgına döner, geçmiş emeğinin rövanşını almaya koyulurlar. Fena halde intikamcı olurlar. Hem başkasına zarar verir, hem kendileri mânen harap olurlar.

Peki, bu hallere düşmeye ne gerek var? Cevap: Koskocaman bir HİÇ…

Velhâsıl, bir daire içinde aslı-astarı olmayan bir şeyi sanki varmış gibi göstermeye çalışanlar, zamanla zorlanır, asabileşir, gitgide yalnızlaşır, can sıkıntısına düçâr olur, sinirleri laçka bir hale gelir; ondan sonra da ne yaptığını bilememenin azabıyla başbaşa kalır.

Meslek-meşreb düstûrları

Bir Nur Talebesi, hayatını vakfettiği kudsî dâvâsını fâni omuzlara yüklemez, yüklememeli. Hizmetini şahıs odaklı, şahıs merkezli idame ettirmez, ettirmemeli.

Evet, Nur dairesindeki hizmet, şahıs muhabbetine de, şahıs adâvetine de bina edilmez ve edilmemeli.

Zira, böylesi hallere, bu tarz usûllere izin yok, ruhsat yok. (Tarikatten Nur dairesine geçiş yapanlar istisna.)

Daha evvelden şeyhi, hocası, mürşidi olmayanlar, sonradan harice gidemez; gitse, belki bir daha geri dönmez, dönse de daireye kabul edilmez.

Doğrudan Nur dairesi içine girenler, artık ancak daire içinde mürşid arayabilir. Daire içindeki mürşid hakkında ise—mükerreren nazara verdiğimiz üzere—ağırlıklı olarak şu tarz ifadeler yer almaktadır:

* Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur; başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. (Konferans)

* Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki: “Fânîyim, fânî olanı istemem; âcizim, âciz olanı istemem.” (Sözler).

* İnsanların en büyük zulümlerinden biri şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaisine terettüp eden semerâtı bir şahsa isnad ve ona mal ederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. …Hattâ eski Yunanîlerin ilâheleri, böyle zâlimâne tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsûlüdür. (Mesnevî-i Nuriye, s. 75)

* Haliliye mesleği, hıllet meşrebi, tefani-fenafilihvân düstûru… (İhlâs R.)

* Bahtiyar odur ki: Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir. (Age)

* Mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz.  (Age)

Tamam, öyle; ama…

Bütün bunlara ilâveten, Nur Külliyatından onlarca delil getirerek “Zamanın şahıs değil, cemaat ve şahs-ı manevî zamanı olduğu”nu söylersiniz; şahısperest kişi yine de tatmin olmaz. O, yine de tutup kendine tutunacak bir dal bulmaya çalışır.

Araya araya bir dal bulur tabiî. Zira, imtihan dünyasında yaşıyoruz.

Sarih hükümleri bir yana atan, açık mesajlara itibar etmeyip kendi hissiyatına göre delil arayan bir kimse için yapacak fazla bir şey yok.
* * *
İşte bakın, muhatabımızın önüne koyup dikkat nazarına sunduğumuz kapı gibi bir delil: “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı maneviye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (Kastamonu Lâhikası, s. 8)

Buna mukabil, ne derse beğenirsiniz? Diyor ki: “Tamam; öyle; ama, daire içinde mürşid…”

O, “Daire içindeki mürşid”i hâlâ “ehemmiyet ve kıymet” verilmemesi, “mahiyeti nazara alınmaması” gereken “maddî, ferdî ve fâni şahıslar” olarak telâkki ediyor.
* * *
Buyurun, bir başka misâl: “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükmeder ve dayanabilir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 127)

İnadım inat diyen kardeşimiz, buna rağmen tutup yine de ehl-i tarikat gibi davranıp, hüküm ve dayanma kabiliyetini şahsa yüklemeye can atıyor.

Dönüp dolaşıp tekrar ettiği nokta yine aynı: “Tamam, öyle; ama… Hani, ‘daire içinde mürşid arayabilir’ ifadesi var ya?”

Ona bakarsan, Risâlelerde “Hizbullah, Aczmendi, Yoldaş…” gibi, zamanla çok farklı mânâlara çekilen tâbirler de var. Hemen tutup bunlardan farklı farklı meslek/meşrebe dair hükümler çıkarmak mı lâzım geliyor.

Nitekim, çıkaranlar da var. Fakat, onlar bizi asla bağlamaz. Bizde, meşveret ve şûrâ usûlü geçerlidir. Ferdî mülâhazalara, şahıs merkezli telâkkilere itibar edilmez, kıymet verilmez.

Kaldı ki, küfür ve dalâlet cereyanları bu zamanda bir “şahs-ı mânevî” şeklinde hükmediyor. Buna mukabil, sen tutup o cereyana karşı “şahs-ı vahid” ile mi mukabele edeceksin? Asla ve kat’a edemezsin. Şahısla yola çıkarsan, peşinen mağlûpsun demektir.

Bu husus, muhtelif Risâlelerde çokça nazara verildiğinden, oraya havale ederek, şimdilik burada bir nokta koymak istiyoruz.

@salihoglulatif’ten
Menderes ve dâvâ arkadaşlarını rahmetle anmak: Âmenna ve saddakna.
Öte yandan DP’yi hiç
anmamak, bu partinin misyonunu hiç hatıra
getirmemek… Peki, bu paradoksa ne demeli?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*