Şahs-ı manevî

Bediüzzaman, Risale-i Nur’da sık sık “cemaat, şahs-ı manevî” vurgusu yapar. Himmetleri, enerjileri, gayretleri, dikkatleri şahıs değil, şahs-ı manevî üzerine çeker.

Şahs-ı manevî nedir?

Şahıs bir damla ise, şahs-ı manevî sayısız damlaların bir araya geldiği bir havuzdur.

“Müteaddid eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cem’iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-u manevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 152.)

Şahs-ı manevî, cemaatin, ekibin, grubun, çoğunluğun esrarlı gücüdür. Onu anlamak ve gereğince hareket etmek çok önemlidir. Zira, bugün maddî-manevî, olumlu-olumsuz bütün işler, hareketler “şahıs” değil, “şahs-ı manevî”lerce yürütülmektedir.

İdarede de, ticarette de, ilmî faaliyetlerde de bu böyledir. İşi, buluşları, şahıslar değil, ekipler, gruplar, şirketler yürütür, yapar. İlmi faaliyetler; bilgi toplama bile grup/cemaatleşmeyle irtibatlı…

“Cemaatle ifâ ettiğimiz ibâdetlerin daha fazîletli” olmasının sırları budur. Peygamberimizin (asm) ölüm-kalım savaşı Bedir’de bile cemaatle namaz kıldırması cemaatleşmenin, şahs-ı manevînin önemini anlatır. (Nursî, Emirdağ Lâhikâsı, s. 459.)

Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî çok daha sağlam ve güçlüdür.

Ferdin cemaat/grup şuûru, genel bir şuûru; o da millî birlik ve beraberliği; o da güç ve kuvveti doğurur. Ferdin gücü cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. (Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, s. 52.)

İman Kur’ân hizmetleri de, şahısla değil, cemaatle yürütülür, yürütülmelidir.

“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.

“Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevî olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sırat-ı müstakîme sevk edebilsin.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, s. 51.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*