Said Nursî ve Deniz Baykal

Biliyorum bu iki ismi bir arada zikretmenin dikkate değer bir sebebi olmalı.

Baykal, Cumhuriyet tarihinin en köklü partisi olan Halk Partisi geleneğinin şimdiki temsilcisi.

Bediüzzaman’sa, sağlığında, bu geleneğin kendisine hayatı zindan ettiği bir şahsiyet.

 

Ne var ki, önceki gün katıldığımız, Diyanet’in organize ettiği Kutlu Doğum Haftası’nda Deniz Baykal’ın verdiği mesajlar, ilginç bir şekilde Said Nursî’nin yıllar yılı verdiği mesajlarla örtüşüyordu.

Yanlış duymadınız, ufak tefek bazı nüanslar dışında, Baykal söyledikleriyle Bediüzzaman’ı teyid edip durdu.

Ne mi dedi Baykal? Takip edelim:

“Kur’ân, adı konmuş belli bir siyasî rejimden bahsetmemekle birlikte, elbette siyasetle ilgili ölçüler de verir. Meselâ der ki Kur’ân: ‘Adaletli olun, şûrâyı esas alın, işi ehline verin’.

“Padişahlık da olsa, cumhuriyet de olsa, demokrasi de olsa… fark etmez bütün siyasî rejimler bunu esas almalıdır. Yani adaletli olmalı; istişareyi, meşvereti esas tutmalı. Bakın biz parti olarak da ne yapıyoruz; istişare ediyoruz. İşte Kur’ân’ın mesajıdır bu. Peygamberimiz’in uygulamasıdır. Dört halife döneminde de vardır bu.”

Evet, yanlış okumadınız, üç aşağı beş yukarı Deniz Baykal’ın sözleri bunlar.

Şimdi de, Said Nursî’nin Meşrûtiyet’in ilân edildiği yıllarda, yani ‘yüz yıl önce’ söylediği o sözü aktaralım: “Cumhuriyet* ki, adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.”

Evet, cumhuriyet; adalettir, meşverettir (istişare), kuvvetin kanunda toplanmasıdır.

Yine o, 1935’te zulmen sevk edildiği Eskişehir Mahkemesi’nde, kendisine “Cumhuriyet hakkındaki fikrin nedir?” dendiği zaman, kendisinin dindar bir cumhuriyetçi olduğunu ifade etmiş ve aynen şunu söylemiştir:

“Hulefâ-i Râşidîn (dört halife), herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

Yani Padişahlık, Meşrûtiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi olmak üzere dört devre de şahitlik etmiş olan Bediüzzaman Said Nursî, Padişahlık döneminde ne söylediyse, Demokrasi döneminde de onu söylemişti.

Ve o, bugün Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle başta Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere, TBMM Başkanı M. Ali Şahin, Devlet Bakanı Faruk Çelik, CHP ve BBP genel başkanları, vs. tarafından, problemlerden çıkış için vurgulanan ‘Asr-ı Saadet’i yıllar önce dile getirmişti. “İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet!” (Münâzarât, s. 59) demişti. Yani “Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in mesajı” ne kadar iyi ve doğru anlaşılırsa, o kadar ‘temel hak ve hürriyetler, demokrasi’ parlar demişti.

O, Meşrûtiyeti de, Cumhuriyeti de, Demokrasi’yi de İslâm namına alkışlamış, sahip çıkmıştı. Tabiî ki, ‘adalet ve hürriyetleri gerçek mânâda tesis eden’ şekliyle… ‘İsim ve resimden ibaret bir cumhuriyet’ değildi onun savunduğu. ‘İstibdad-ı mutlak’ mânâsında uygulanan bir cumhuriyetse, hiç değildi.

Evet, nereden nereye, değil mi?

Kimin aklına gelirdi, Said Nursî’nin yıllar yılı savunduğu değerlerin, kendisine her türlü zulmü reva gören bir geleneğin temsilcisi tarafından bugün seslendirileceği…

Ama vâki işte…

Acı ki vâki…

Sevindirici ki vâki…

Ağlayalım mı, sevinelim mi karar veremedik doğrusu…

Baykal, daha buna benzer çok şeyler söyledi…

“Din inhisar altına alınamaz, siyasete âlet edilemez” dedi.

Bu sözleriyle de yine, “Bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini, siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir” diyen Bediüzzaman’ı teyit etmiş oldu. Ama ne acı ki, yıllarca Bediüzzaman’ı “Sen dini siyasete âlet ediyorsun” ithamına maruz bırakarak, kendisine zulmeden bir geleneğin temsilcisi olarak…

Hâsılı, günümüz problemlerinden çıkışın yolu, Baykal’a göre de “Hz. Peygamber (asm) ve Kur’ân’ın verdiği mesajlar”dı.

Dileyelim ki, Baykal, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle, kendisinin de ifadesiyle ‘huzurlarına çıkmaktan onur duyduğu’ salondaki ‘dindar kitle’ye hitaben verdiği mesajları, Meclis kürsüsünde de her zaman seslendirir. İşte o zaman sahici ve samimî addedilir Baykal…

Bunu gerçekten çok istiyoruz. Tıpkı Said Nursî’nin yıllar önce CHP genel sekreteri Hilmi Uran’a samimiyetle yazdığı mektupda istediği gibi…

Bir hatırlatma: Deniz Baykal konuşması sırasında okuma seferberliği de istedi. “Dinin ilk emri okudur” dedi. Dedi, demesine de yıllar yılı başörtüsü sebebiyle okul kapılarından uzaklaştırılan genç kızları unuttu. Hem de bu yasağın baş destekçisi kendi partisi olduğu halde.

Öte yandan, Baykal’ın “İslâm dini ile Müslümanların meydana getirdikleri fıkıh özdeş değildir” ifadesi de çok tartışılmaya muhtaç. Dinin iman, ibadet, ahlâk, muamelât ve ukubat alanlarında, hayatın bütününe yönelik esas ve hükümlerini tedvin çalışması olarak tanımlayabileceğimiz fıkhı İslâmdan ayrı bir şeymiş gibi göstermek yanlış. Kast edilen, özellikle medenî hukuk ve kamu hukuku açısından çağın getirdiği yeni ihtiyaçlara cevap verecek içtihadların yeterli ölçüde yapılamayışı ise, bunu söylemenin yolu, tarih boyunca Müslümanların günlük hayatını tanzim eden ilmihallerin kaynağı niteliğindeki fıkıh bilimini İslâmdan ayrı göstermek gibi, Cumhuriyet elitlerinin düştüğü derin yanılgıyı sürdürmek olmamalı. Fıkıh, İslâmın ayrılmaz bir parçasıdır. Ama belli alanlarda gelişemediyse, bunun gerek tarihte, gerekse günümüzde hangi sebeplerden kaynaklandığını iyi teşhis ve tesbit edip, bunların izalesi cihetine gidilmesi gerekir. Bu noktada Baykal’a, daha evvelki bir konuşmasında referans gösterdiği İmam-ı Âzam’ın en önemli eserlerinden birinin isminin Fıkh-ı Ekber olduğunu da hatırlatırız.

Bir söz de Devlet Bakanı Faruk Çelik’e. Hz. Muhammed’i (asm) ifadeleriyle en iyi anlatan geçmiş büyükleri bir bir saydı. Ama, Hz. Muhammed’i (asm) ve onun gönüllerde yaptığı büyük inkılâbı en özgün ifadelerle çağımız insanına aktaran Said Nursî’yi—nedense—unuttu. Hatırlatalım istedik.

Kutlu Doğum Haftanız bir kez daha mübarek olsun…

* Bediüzzaman, o zaman ‘Meşrûtiyet’ demiş, sonradan bizzat kendisi ‘Cumhuriyet’ şeklinde değiştirmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*