Said Nursî en başta kendini eleştirmiş, kimseye de eleştirilebilecek bir şey kalmamıştır

Kıtalararası Bağımsız Yorum, Tartışma ve Analiz Platformu’nun ‘’Said Nursî’yi Eleştirel Okumak’’ adı altında ‘Akılcı Yenilik ve Nakilci Gelenek’ ile ilgili yayınlandığı yazının Birinci Noktasındaki; ‘’Said Nursî salt olarak bir düşünür değil, aynı zamanda Nurculuk olarak adlandırılan bir hareketin fikri ve sembolik lideridir. “Lideri koruma kaygısı,” bir entelektüel tartışmayı zorlaştırmaktadır. Elbette bugünkü Nurcuların Risale-i Nur ile ilgili yorumları önemlidir; ancak unutulmamalıdır ki Nursî Nurculuk olarak tanımlanan sosyal olgunun dışında, entelektüel tarihin bir öznesi ve nesnesidir. “Lideri koruma kaygısı, derinlemesine bir entelektüel tartışmayı zorlaştırmaktadır” iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Said Nursî en başta kendi nefsinden başlayarak, kendisi kendini eleştirmiş ve kimseye de eleştirilebilecek hiç birşey kalmamıştır. Çünkü, bütün ömrü boyunca eleştirilmiştir. Yalnız eleştirilmekle bırakılmamış, eleştirilmekten de öte, birilerince yerden yere çalınmıştır. Ayrıca Said Nursî, bütün hayatı boyunca hiç kimse tarafından ne korunmuş, ne kollanmış, ne dokunmazlık verilmiş ve ne de kendisine bir imtiyaz verilmiştir. Böyle “koruma kaygısı” iddiası hem güvenilir, hem de inanılır olmaktan çok uzaktır. “Lideri koruma kaygısı” iddiası bir safsatadır. Bunu iddia eden ve bu iddiayı ileri süren, en başta kendi iddiasıyla kendi tezini kendisi çürütüyor.

Said Nursî, yirmi sekiz sene mahkemeden mahkemeye sevk edilmiş, zindan zindana gönderilmiş, zalimâne işkencelere maruz bırakılmış, musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenmiştir. 19 defa zehirlenmiştir. Hiçbir güç tarafından da korunamamıştır. O her zaman ancak Cenab-ı Hakk’ın hıfz ve himayesiyle korunmuştur. Böyle bir iddia ve bu iddiaya dayalı olarak bir hüküm olabilir mi? O sağ iken hayatı boyunca rahat bırakılmadığı gibi, vefatından sonra da mezarında bile rahat bırakılmamıştır. Mezarı parçalanarak, cesedi kabrinden çıkarılıp, tabutu Türkiye’nin bilinmeyen bir yerine götürülerek defnedilmiştir. Said Nursî’yi eleştirenler bunları pek âlâ biliyorlar. Fakat nedense buna hiç değinmiyorlar. Belki de değinmek işlerine gelmiyor. Şu tarafsızlığa(!) bakın. Said Nursî’nin lehinde ne varsa eleştiriliyor da, aleyhinde yapılan hiçbir şey de eleştirilemiyor! Bunu yapanlar biraz da kendi özeleştirini yapabilseler. Şu işe bakın. Yorum ve analiz platforumun adı Kıtalararası, dünya da sanki kurtlar sofrası. Bu sofrada da Said Nursî; ne kadar eleştirebilirse eleştirilsin serbesttir (!) Bu hakperestlik ve adalet hiç bağdaşmıyor !

Said Nursî hayatı boyunca ‘’gerçek hileyi hilesizlikte’’ gören, doğruyu söyleyen, yalana asla tenezzül etmeyen, sıdkı, sadâkati, ihlâsı, sebatı ile tesanüd sıfatlarına sahip bir tarihî şahsiyettir. Kıtalararası yorum ve analiz platformunun ‘eleştiri’ yazısında dikkat çekici noktalardan birisi yazılarında hiç Said Nursî’nin “Bediüzzaman” ünvanı geçmiyor. Sanki özenle bundan kaçınmıştır. Bunun sebebi nedir ve ne olabilir? Halbuki asrımızın büyük İslâm Âlimi Bediüzzaman Said Nursî, gençliğinden beri Bediüzzaman ünvanıyla anılmış, günümüze kadar bu ünvan ona diğer bütün âlimlerden haklı ve farklı bir şöhret olmuştur. Bugün de yine aynı şekilde aynı bu ünvanla biliniyor ve anılıyor. Herkes Said Nursî’nin bu şöhretinin farkında, fakat her nedense eleştirisini yapan, sırf “eleştiri” adına bu ünvanından söz etmesi içlerine sinmiyor. Bu da yorum ve analizin doğruluğu ve inandırıcılığını kaybettiriyor. Yoksa “Lideri koruma kaygısı” gerekçesinde gösterildiği gibi, aynı gerekçe ile Said Nursî’nin entekletüel tartışılmasında bir engel olarak mı görülüyor ki, bu ünvanından hiç söz edilmiyor?

Diğer bir önemli nokta da, bir önceki yazı da değindiğimiz ve üzerinde önemle durduğumuz; Risale-i Nur’un Kur’ân’ın manevî bir mu’cizesi olması sebebiyle; maddiyat ile mane-viyatın okunamayacağını, şayet okunursa yanlış hüküm verileceği idi. Çünkü, her birisinin alanı ayrı ve birinin hükmüyle diğerini kıyaslayıp karşılaştırmasının mümkün olmayacağı gerçeğidir. Kurallar dışında yapılan yorum ve analiz, yalnız kendi değer yargılarıyla yargılama ve hüküm vermek demektir. Siyasetin değer yargıları ile diyanetin değer yargıları yargılanıp hüküm verilmez. Yoksa tersinden ve zorlama tevillerle ‘eleştiri’ karşılaştırma yapmak halk arasındaki deyişiyle “bildiğini okuma”dır. Bundan hüküm çıkarılmaz. Çünkü, bilimin kavram ve kurallarına da ters düşüyor. ”Evet, her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise, maneviyatta kördür”. Şayet konuyla ilgili Muhâkemat’taki ‘Birinci Makale’de, İkinci Mukaddeme’yi okuyan, meselenin aslını anlar ve sağlam düşünüp, doğru karar verilebilir.

Başka bir iddia da, Nursî, başka Müslüman düşünürlerde de görüldüğü üzere, muğlak bir dil kullandığı iddiası. Her âlimin kendisine göre bir üslûbu olduğu gibi, her ilminde kendine göre bir dili vardır. “Risale-i Nur bir âlemdir, ünvandır; bu zamanda zuhur eden Kur’ânî hakikatler manzumesidir”1. Risale-i Nur; Kur’ân’î hakikatler ile insanın arasında bağ kurmakta bir merdiven vazifesi görmektedir.

Evet “Risale-i Nur’da müstesna bir edebiyat ve belâğat ve îcâz, nazirsiz, câzip ve orijinal bir üslûp vardır. Evet, Bediüzzaman zâtına mahsus bir üslûba maliktir. Onun üslûbu, başka üslûblarla muvazene ve mukayese edilemez. Eserlerinin bazı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka üslûblara nazaran pek münasip düşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa, orada gayet ince bir nükte, bir ima veya ince bir mana veya hikmet vardır. Ve o beyan tarzı, oraya tam muvafıktır. Fakat, o inceliği âlimler de birden pek anlamadıklarını itiraf etmişlerdir. Bunun için, Bediüzzaman’ın eserlerindeki ve incelikleri Risale-i Nur’la fazla iştiğal etmemiş olanlar, birden intikal edemezler”2.

Ali Ataç

Dipnotlar:
1-Tarihçe-i Hayat s. 50
2- Bediüzzaman Cevap Veriyor s. 250

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*