Said Nursî ve cumhuriyet

Cumhuriyetin, gerçek manasıyla hiçbir şekilde örtüşmeyen tepeden inme ve emrivaki usullerle ilan edilip, ilk günden itibaren tam bir istibdad-ı mutlak şeklinde uygulandığı ve ancak 1950’de çok partili demokrasiye geçildikten sonra bu durumun değişmeye başladığı sürecin 90. yılını da geride bıraktık.

Gelinen noktada, o çok tekrarlanan sözde ifade edildiği gibi, “demokrasiyle taçlandırılmış bir cumhuriyet,” toplumun büyük çoğunluğuna mal olmuş ve benimsenmiş durumda. Ve herkesin özlemi, bu kavramın gerçek anlamı, içeriği ve değerleriyle içi doldurularak hayata geçirilmesi.

Toplumda her geçen gün güçlenerek dillendirilen tam ve ileri demokrasi talebi bunun ifadesi.

“Cumhuriyetin değerleri” adı altında resmî ideolojinin bekçiliğine soyunup bunda ısrar edenlerin giderek daha da marjinalleşmesi de.

Müslüman bir toplumda cumhuriyet ve demokrasi gibi “çağdaş” değerlerin benimsenip kök salması için, bunları inanç kaynak ve referanslarıyla mezcettiren yorumlar çok önemli.

Türkiye’de bunu en güzel şekilde yapan isimlerin başında Bediüzzaman Said Nursî geliyor.

Bediüzzaman, 2. Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde başlayıp, cumhuriyet ve demokrasi dönemlerinde geliştirerek devam ettirdiği çok orijinal tespit ve tahlillerle, ideal bir cumhuriyetin temel parametrelerini belirleyen bir mütefekkir.

Nitekim gerek elitlere, gerekse halka meşrutiyeti anlatırken, sonradan cumhuriyet ve demokrasi için de geçerli olduğunu belirttiği tariflerde adalet, meşveret, kanunda inhisar-ı kuvvet, hukukun üstünlüğü, millet hakimiyeti, kamuoyunun gücü, akıl ve bilim; istibdadın, tek görüş dayatmasının, kaba kuvvet sultasının ve her türlü keyfîliğin reddi gibi temel kavramları vurgulamış

Ve bunu, Kur’an ayetlerini, Peygamberimizin (asm) hadislerini, selef-i salihînin içtihadlarını ve Asr-ı Saadet başta olmak üzere İslam tarihindeki örnek uygulamaları referans göstererek yapmış.

Şer’î kaynaklar çerçevesinde geliştirdiği “cumhuriyet felsefesi”ni, çağın getirdiği gelişmeleri de dikkate alan bir yaklaşımla yoğurup, pratiğe yönelik detaylarıyla birlikte gündemie taşımış.

Laik cumhuriyetin dinsiz bir rejim olmadığı gerçeğini, laikliğin henüz anayasaya dahi girmediği 1935 yılında çıkarıldığı Eskişehir Mahkemesinde, üstelik tam da “laik cumhuriyet” kelimelerini kullanarak vurgulayan isim de Said Nursî.

Eskişehir mahkemesinde “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim;” Afyon hapsinde bir cumhuriyet bayramında, koğuşunun camına provokasyon niyetiyle bayrak asıldığında, millî mücadeledeki hizmetlerini hatırlatıp, “Bu bayramda bu bayrağı takmak benim hakkımdır” diyerek, cumhuriyete samimiyetle sahip çıktığını fiilen gösteren de o.

Evet, Türkiye ideal bir demokratik cumhuriyet modelini, Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu düşünce sistemi çerçevesinde inşa edebilir. Buna 90 yıl önce başlamış olsaydık, o zaman yapılan ve sonra da devam ettirilen vahim yanlışların yol açtığı kronik kriz ve sorunlarla karşı karşıya gelmeyeceğimiz gibi, tam tersine her alanda gıptayla bakılan bir yıldız ülke haline gelebilirdi

Hiç değilse 90 yıl sonra bunu başarabilelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*