Said Nursî ve İnönü savaşları

Üstad Bediüzzaman’ı, vefatının 52. senesinde yad etmek üzere tertiplenen ve startını Saraybosna’da verdiğimiz Kur’ân medeniyeti başlıklı toplantılardan birini geçtiğimiz hafta sonu Eskişehir’de gerçekleştirdik.

Toplantı sonrası, akşam okurlarımızla yaptığımız sohbette de, Lemaat’tan “İslâmiyet, insaniyette temin-i müsâlemet (barışı sağlamak) ve i’lâ-yı kelimetullah için cihad ister; cihad, mertebe-i şehadetin merdibanıdır (şehitlik mertebesinin merdivenidir)” başlıklı bölümü paylaştık.

Dipnotunda 1337 (H)/1339 (R) tarihli ilk baskı Lemaat’tan alındığı belirtilen bu bahiste, Eskişehir’den ve İnönü zaferlerinden söz ediliyor.
(Bkz. Eski Said Dönemi Eserleri, s. 778 v.d.)

Bediüzzaman 1921’de, İngiliz işgali altındaki İstanbul’da yazdığı bu bölümde, İslâm âleminin zaman olarak iki yüz seneye, mekân cihetiyle iki yüz günlük bir alana yayılan bir müdafaa savaşı verdiğini ve yeni senedeki en son siperin Eskişehir olduğunu, zalim kâfirin en son taarruzunun bu cephede kırıldığını ifade ediyor.

İslâm âlemindeki yedi noktada hasmın manen mağlûp olduğunu, yalnız Anadolu cephesinde muvakkaten biraz ileri gittiğini belirten Said Nursî, İnönü zaferlerinin bu durumu tersine çevirdiğine işaret ederek, “İnönü’deki iki zafer zahiren küçüktü, bâtınen pek büyüktü” diyor.
(Söz konusu yedi cepheyi de hatırlarsak: Kafkasya, Çanakkale, Filistin-Suriye-Irak, Hicaz-Yemen, Kanal (Süveyş), Galiçya, Makedonya.)
Toplam 776 şehit verdiğimiz Birinci ve İkinci İnönü Savaşları, hem sayıca, hem de silâh gücü bakımından kat kat üstün durumdaki Yunan askerlerinin Anadolu içlerine ilerleyişini durdurduğu gibi, nihaî zaferin de önünü açmıştı.

Bediüzzaman bu savaşlarda elde edilen başarının, o ortamda bilhassa büyük önem taşıyan psikolojik boyutuna dikkat çekerken, zaferden önce her mazlum Müslümanın, hasmını zorba bir zalim olarak görüp, ona “aşağıdan yukarı” baktığını ve yüksekte tanıdığını, ama zaferden sonra bu bakışın değişip tersine döndüğünü; böylece adeta kuyudan minareye çıktığını ve İslâm uyanışının izzetle ayağa kalktığını belirtiyor.

Bu zaferler Ankara’da bir sene önce kurulan TBMM’nin güç ve otoritesini pekiştirip oradaki meb’uslara ve millete taze bir moral ve güven kazandırdığı için de büyük önem arz ediyordu.

Said Nursî’nin Lemaat’taki söz konusu ifadeleri, İstanbul’da iken, Hutuvat-ı Sitte kitapçığını yazarak ve ayrıca Şeyhülislâmın mâlûm fetvasını geçersiz ilân edip mukabil bir fetva ile destek verdiği Anadolu’daki millî kurtuluş hareketini ne kadar büyük bir ilgi, dikkat ve heyecanla takip ettiğinin de son derece orijinal bir belgesi.

Bilindiği gibi, Bediüzzaman, mükerrer ve ısrarlı davetlerle çağrıldığı Ankara’ya ertesi yılın Kasım ayında gitti, Mecliste resmî hoşâmedi merasimiyle karşılandı, dua etti. Ardından önce Meclis Başkanı sıfatını taşımakta olan M. Kemal’e çok önemli ve tarihî mesajlar ihtiva eden bir mektup yazdı, sonra bunu çoğaltıp meb’uslara dağıttı. M. Kemal’le özel görüşmeler yaptı, onun cazip tekliflerini geri çevirip uyarılarda bulundu

Ve Ankara’dan ayrılıp Van’da uzlete çekildi.
Yıllar sonra ise, sürgün edildiği Barla’dan alınıp, talebeleriyle beraber Eskişehir’e götürüldü, hapsedildi, yargılandı, yöneltilen suçlamaların tamamından beraat ederken, sadece Tesettür Risalesi’nden dolayı, mahkeme heyetinin “kanaat-i vicdaniye”si ile altı ay hapse mahkûm edildi.

Böylece, 1921’de işgalci düşmanlara karşı verilen cihadda son siper olarak görüp orada kazanılan zaferleri alkışladığı bir şehir, bilâhare başlatmak durumunda kaldığı manevî cihadın ilk bedelini—on dört yıl sonra 1935’te—ödediği yer oldu.

İşte 1 Nisan 1921’de zaferle sonuçlanan İkinci İnönü Muharebesinin 91. yıldönümünün kutlanmasından üç hafta sonra ve TBMM’nin 92. kuruluş yıldönümünden iki gün önce yapılan Eskişehir’deki Bediüzzaman’ı anma toplantısı, bütün bu mânâların iç içe geçtiği bir buluşma oldu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*