Said Nursi’nin dikkat çektiği vartalar ve Evrenesoğlu

Geçen hafta vefatı ve cenazesine katılanların görüntüleriyle bir kez daha gündeme gelen İskender Evrenesoğlu’nu da, yazdığı Risalet Nurları adlı kitabından hareketle Said Nursî ile irtibatlandırmaya kalkanlar çıktı.

Uzaktan yakından hiçbir şekilde zerre kadar alâkası olmadığı halde. Kendisini Mehdi, hattâ daha ötesinde “Resul” olarak niteleyen bir insanın, bu hassas ve kritik konularda  Kur’an ve Sünnet ölçülerini ve 14 asırlık İslam birikimini çağın gerçekleriyle harmanlayarak en sağlam şekilde yorumlar yapan Bediüzzaman’la ne ilgisi olabilir?

Ama üniversite mezunu ve DPT’de uzun yıllar görev yapmış bir insanın nasıl böyle bir sapmanın içine girdiğini açıklayan ipuçlarını Said Nursî’nin Mektubat’ında bulabiliyoruz.

Bu eserin tarikatla ilgili çok önemli tahliller ihtiva eden son bölümünde Bediüzzaman, tarikatın işlevi, önemi, getirdiği kazanımlar yanında vartalarına, yani bu yoldaki tehlikeli tuzaklara dikkat çekerken, konumuzu doğrudan ilgilendiren noktalara işaret ediyor.

“Sünnet-i Seniyyeye tamam ittiba-ı riayet etmeyen (tam olarak uymayan) bir kısım ehl-i sülûk (tarikat ehli), velâyeti (evliyalığı) nübüvvete (peygamberliğe) tercih eder, vartaya düşer”  tesbiti bunlardan biri. Oysa peygamberliğin ne kadar yüksek ve evliyalığın ona nisbeten ne kadar sönük olduğu Yirmi Dördüncü ve Otuz Birinci Sözlerde ispat edilmiş.

Keza “Müfrit bir kısım ehl-i tasavvuf, ilhamı vahiy gibi zanneder ve ilhamı vahiy nev’inden telakkî eder, vartaya düşer” diyen Üstad, vahyin derecesinin ne kadar yüksek, küllî, kudsî ve ilhamların ona nisbeten ne derece cüz’î ve sönük olduğunun On İkinci ve Yirmi Beşinci Sözlerle diğer bazı risalelerde gayet kesin bir şekilde ispat edildiğini belirtiyor.

Bir başka vartayı da, güneşin aynalardaki aksinde görünen misalî güneşlerin hakikî güneşe nisbeten çok zayıf olduğu örneğini nazarlara sunduktan sonra şöyle açıklıyor:

“Makamat-ı enbiya (peygamberlerin makamları) ve eazım-ı evliyanın makamatının (büyük velilerin makamlarının) bazı gölgeleri var; ehl-i sülûk (tarikat ehli) onlara girer, kendini o evliya-i azîmeden (büyük velilerden) daha azîm (büyük) görür, belki enbiyadan (nebilerden) ileri geçtiğini zanneder.” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektub, Dokuzuncu Kısım)

Anlaşılan o ki, İskender Evrenesoğlu’nun durumunda tam da bu vartalar söz konusu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*