Said Nursî’nin fotoğrafında görülen sarık!

Risâle-i Nur eserleriyle tanışanlar için 23 Mart önemli bir tarih. Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 1960 yılının 23 Mart’ında Urfa’da Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştu. Bu vesile ile Üstad Bediüzzaman’ı rahmetle ve minnetle yâd ediyoruz.

Yakın tarihin bilinmeyenlerinden biri de Risâle-i Nur eserlerinin yazılma ve Nur hizmetinin bu günlere gelme macerasıdır.

Bediüzzaman’ın hayatını anlatan ilk sinema filmi “Hür Adam”da kısmen anlatılmaya çalışıldığı gibi Kur’ân-ı Kerim’in çağımız insanına hitap eden hakikatli bir tefsiri olan Risâle-i Nur eserleri ‘masa başında’ yazılmamıştır. Daha doğrusu Üstad Bediüzzaman, bu eserleri ‘masa başında’ yazma imkânı bulamamıştır. Sürgünlerde ve hapishanelerdeki zor şartlar altında yazılan bu eserlerin bu yönüyle de her halde bir eşi ve benzeri yoktur. Hatta İşârâtü’l-İ’câz tefsiri, cephede, at üstünde; düşmanla savaşılırken yazılmış, yazdırılmıştır.
Risâle-i Nur hizmetinin bu günlere nasıl geldiğini anlamak için mahkeme kararlarına, ‘sanık’ların müdafaalarına ve ‘rapor’lara da bakmak lâzım. Geçenlerde bir arkadaşımız, 1964 yılında basılmış olan “Risâle-i Nur Hakkında Ehl-i Vukuf Raporları” adlı eseri ‘çöpe atılmaktan’ son anda kurtarıp getirmişti. 96 sayfalık eserde yer alan raporlara göz atınca sürprizlerle karşılaştık. Meselâ “T.C. Diyanet İşleri Reisliği Müşavere ve Dinî Eserler İnceleme Hey’eti”nce verilen raporlardan birinde konu şu şekilde “Hülâsa” edilmiş: “Said Nursî’nin fotoğrafında görülen sarık Hk. (hakkında.)”
25/3/1960 tarih ve ‘100’ sayılı rapor aynen şöyle:
“Yüksek Riyasetten 19/3/1960 tarih ve 8654 sayı ile muhavvel İstanbul C.M.U.liğinin, Said Nursî’ye ait fotoğrafda görülen sarık hakkındaki 15/3/1960 tarih ve 1960/18 sayılı yazısı incelendi:
“Resmin başında görülen beyaz takke ile, bu takkeyi başında durdurmak veya başını soğuktan muhafaza etmek ihtimalleriyle, şerit şeklindeki siyah cismin, ruhanî serpuşlara benzemediğinin bildirilmesi uygun görülmüştür. Keyfiyetin yüksek riyasete arzına karar verildi.” (Raporun altında 5 ‘âza’nın imzası var.)
Dikkat edelim, anlatılan bir ‘tiyatro’ sahnesi değil. Türkiye’yi idare edenlerin nelerle uğraştığını ve ‘memur’ları da nelerle meşgul ettiğini gösteriyor.
“Risâle-i Nur Hakkında Ehl-i Vukuf Raporları” adlı eserde (Ülkü Matbaası, 1964, İstanbul) bizim için başka bir sürpriz daha vardı. “Savcılık Yüksek Makamına/ Çayeli” diye başlayan 4/1/1962 tarihli ve “Eczacı Necati Bilgin” imzalı rapor şöyle: “Memuriyetinizin 23/1/962 tarih ve 1961/335 yazılariyle Risâle-i Nur Külliyatından (Lemalar, Zühretunnur, Hanımlar Rehberi, Gençlik Rehberi, Mesnevî-i Nuriye, Âyetül Kübra, Haşir Risâlesi, Küçük Sözler, İhlâs Risâlesi) ismindeki eserlerin okunup T.C.K.nun 163.cü maddesindeki suç unsurlarını ihtiva edip etmediği, hususu hakkında tarafımdan istenen berveçiâtidir.
“Tetkik eylediğim mezkûr eserlerin laikliğe aykırı olarak, devletin siyasî, iktisadî ve içtimaî ve hukukî temel nizanlarını sarsar mânâ ve mahiyette hiç bir ibareyi tazammun etmediği.
“Ancak Müslümanlığın esas müstenidatı Kur’ân-ı Kerim’i, İslâm dininin çeşitli safhalarına mütedair ibarelerinin Türkçeleştirilip, genişçe tefsir edilerek çok yerlerde Müslümanlığın izah edildiği, bu itibarla adı geçen eserlerde mezkûr kanunlara aykırı hiç bir taraf olmadığı kanaatında olduğumu arz ederim.” (Age, s. 55)
Bu ‘rapor’a imza atan merhum Eczacı Necati Bilgin’in, rahmetli pederim Hacı Mahmut Cemal Çakır’ın dayısı olması bizim için süpriz oldu. Doğrusu daha önce böyle bir ‘rapor’dan hiç haberimiz olmamıştı.
Yıllarca ‘yasak yayın’ muamelesi gören Risâle-i Nur eserlerinin yayın tarihi ibretlerle doludur. İnşâallah sırf bu ‘macera’yı filme alan cesur yönetmenler de çıkar.
Bu vesile ile hem Üstad Bediüzzaman’ı, hem de Risâle-i Nur eserleri hakkında müsbet raporlar veren cesaretli ilim erbabını rahmetle yâd ediyoruz… Allah onlardan razı olsun. Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*