Said Nursî’nin sürgün serüveni

1927 Şubat ayında Van’dan alınarak önce Erciş, oradan da Samsun, İstanbul, Antalya, Isparta üzerinden Burdur’a sürgün edilen Said Nursî, hayatının hiçbir döneminde hiçbir olumsuz davranışta bulunmadığı halde, hep sürgün yemiş, mağdur edilmiştir.

Said Nursî Hazretleri, tarihçe-i hayatında da görüleceği gibi, her zaman milletin iman selâmeti için çalışmış, yolda binbir çile ve ıztıraba katlanmıştır. Milletine olan sevdasını şöyle anlatmış: “Milletimizin imanını selâmette görürsem Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur” 1 diyebilecek kadar cesur ve yüreği iman dolu bir kahraman olarak yaşamıştır. Said Nursî, her zaman ittihad-ı İslâm’ı savunmuş, bunun için mücadele etmiştir. Şeyh Said’in kendisinden yardım istemesi karşısında, “Türk Milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiştir. Dini uğrunda milyonlarca şehit vermiştir. Binaenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına kılıç çekilmez ve ben de çekmem!” diyerek onun da bu teşebbüsten vazgeçmesini istemiştir. Buna rağmen, 27 Şubat 1926 günü inzivada bulunduğu Van Erek Dağı’ndan alınarak Burdur’a sürgün edilmek üzere elleri kelepçeli Erciş’e getirildi.

Hava muhalefetinden dolayı Erciş’te yörenin kanaat önderlerinden Seyyit Abdulvehap Altunkaynak Efendi’nin evinde altı gün misafir kalır.

Said Nursî’nin hizmetinde bulunan Mustafa Çakır o günleri şöyle anlatmış: Ankara’dan, Van valisine gönderilen telgraf emri: “Sait Nursî, Ankara’nın kendisine daha önce teklif ettiği (Şark umumî vaizliği, 300 lira maaş, mebusluk ve Darül hikmeti’l–İslâmiye azalığı) şartları kabul ederse, sürgün edilmeyecektir.”

Van valisi tarafından Said Nursî’ye emir tebliğ edilir. Said Nursî: “Ben kimsenin mahkûmu değilim, kaderin mahkûmuyum sürgüne gideceğim” der. Demek ki, Ankara’nın emrine boyun eğmiş olsaydı sürgün edilmeyecekti. Said Nursî’nin sürgünü, Şeyh Said Hadisesi ile alâkalı olmadığını bu telgraf tey’it ve tasdik ediyor.

Bir ayağı Van’da, bir ayağı, Bitlis, Siirt, Mardin, Diyarbekir, Şarkî Anadolu vilayetlerinde, bir diğer ayağı Şam, İstanbul, Rumeli’de meşrûtiyetin öncüsü ve hürriyetin aşığı olan Eski Said (Hürriyet) döneminin sonu; artık, “Yeni Said dönemi” istibdat, zulüm ve esaret dönemi başlıyor.

1926-1950 yılları “Yeni Said dönemi” olarak adlandırılır. Bu dönem, hayatının en çileli dönemidir.  Göz hapsi, tevkifler, hapishaneler, sürgünler hep bu dönemde yaşanır. Bediüzzaman Hazretleri, Mustafa Kemal’in tekliflerini kabul etseydi şüphesiz sürgün hayatı o günden itibaren bitecekti.

Bediüzzaman hiçbir zaman bildiği doğru İslâmiyet’i, İslâmiyet’e lâyık doğruları elden bırakmadı, asla taviz vermedi.

Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’nda geçtiği üzere: Mustafa Kemal, ısrarla Said Nursî’yi Ankara’ya dâvet eder. 1922’nin sonunda TBMM’de Mustafa Kemal ile görüşür. Kısa bir müddet sonra Mustafa Kemal, Said Nursî’ye “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz” der. Said Nursî konuşmasının bitiminde “Paşa paşa! İslâmiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur” cevabını verir. 1

Bu görüşme esnasında Mustafa Kemal, Bediüzzaman’a mebusluk ve şark umumî vaizliği ile beraber, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda, eski Darü’l- Hikmeti’l- İslâmiye’deki vazifesine benzer bir vazife verme teklifinde bulunur. Ancak Said Nursî bu teklifleri kabul etmez.

Said Nursî, Mecliste aradığı havayı bulamaz, ayrıca ahirzamanla ilgili hadislerin haber verdiği dehşetli şahısların ortaya çıktığını görür. Hadislerden anlaşılan “O zamana yetiştiğinizde, siyaset canibiyle onlara mukabele edilmez; ancak ma-nevî kılıç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın Nurlar’ıyla mukabele edilebilir.” tavsiyesine uyarak Ankara’dan ayrılır, Van’a gider. 2

Bediüzzaman Hazretleri, bu hadiseleri kendi ifadesiyle şöyle anlatır: “Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: ‘Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistan’a ve vilayat-ı şarkiyeye Şeyh Sünusi yerine vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun. dediler.” “Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, her birisine milyonlar sene uhrevî hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye alet olamayan ve tabi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi.” 3

Evet, zaman Said Nursî Hazretleri’ni haklı çıkardığına dair şu misali de nazara vermek isterim. Şöyle: Van’ın eşreflerinden, Erciş’in kanaat önderlerinden evlâd-ı Resul Seyyit Abdülvehâp, Van mebusu olarak meclise dâvet edildi. Kıyafet inkılâbı bahanesiyle evvelâ ecdadının giydiği cübbesi çıkartıldı, pantolon ve ceket giydirildi, daha sonra sakalı kestirildi, sarığı çıkartıldı. Bu halden üzülen Seyyid Abdülvehâp evinden dışarı çıkamaz olur ve bu saikla vefat eder.

Bediüzzaman Hazretleri’nin konumuzla alâkalı şu veciz beyanına bakalım: “Evet, ehl-i dünya, hususan ehl-i dalâlet, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar. Bir senelik hayat-ı dünyeviyeye bir derece yardım edecek bir mala mukabil, hadsiz bir hayat-ı ebediyeyi tahrip etmeye bazen vesile olur. O pis hırsla, gazab-ı İlâhîyi kendine celp eder ve ehl-i dalâletin rızasını celpe çalışır.” 4

Said Nursî Hazretleri bütün eziyet, sıkıntı ve sürgünleri göze alarak Ankara’nın sunduğu imkânları reddetmiştir.

Peki, Said Nursî Hazretleri sürgünü ile alâkalı ne diyor? Burdur’da, sekiz ay ikamet eden Said Nursî Hazretleri “Nurun İlk Kapısı” eserini yazar. İmanî hizmetinden rahatsız olan zamanın hükümeti tarafından 1927 tarihinde Isparta’ya sürgün edilir. Isparta’da yaklaşık bir ay kaldıktan sonra 1 Mart 1927 günü kuş uçmaz kervan geçmez misali Barla nahiyesine mecburî ikamete tabi tutulur. Yukarıda tek tek tadad edilen sıkıntılar 1950 yılına kadar devam etmiştir. Demokratların gelmesiyle Risale-i Nurlar artık matbuat lisanîyle serbest bastırılmış, 1953’te de mahkemeler devri büyük ölçüde kapanmıştır.

Hülâsa, üçüncü Said dönemi diye adlandıran yarı serbest dönemi Demok- ratlar zamanında başlamış, Isparta’nın çevre il ve İlçelerine gidip gelmeler başlamış, tabir caiz ise “deniz sahilinde dolaş, fakat denize girme.” muamelesine tabi tutulmuş. Konya, Ankara, Urfa gibi şehirlere gitme yasağı devam etmiştir.

“Ben şimdi düşünüyorum. Yirmi sekiz senedir vilayet vilayet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sevk ediliyorum. Bana bu zalimane işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini siyasete alet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor; diğer bir mahkeme aynı mes’eleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. (…) Yirmi sekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar.”

Bedüzzaman Hazretleri 20 Mart 1960 Saat 09’da yağmurlu bir günde sadık talebeleri Zübeyir Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayramoğlu’nun kolları arasında arabaya yerleştirilir. Ev sahibesi Fıtrat Güngör Hanım: “Halinden belliydi Ebedî mekânını arıyordu.” demişti. Zübeyir Gündüzalp yolculuğu teyit etmek için “Üstadım! Urfa’ya gidiyoruz? “Evet” diyerek ancak başı ile cevap verir. 21 Mart Pazartesi günü saat 11’de Urfa’ya geldiler. Urfa’da İpek Palas Oteli’nde 27 numaralı odaya yerleşti.

Urfa Emniyet Müdürlüğü tarafından otele polis gönderilir. Derhal Isparta’ya dönmeniz lâzım denilir. Bediüzzaman Said Nursî’ye durum tebliğ edilir. Bediüzzaman Hazretleri: “Acaip! Ben buraya gitmeye gelmedim. Ben belki de öleceğim” dedi.

Nihayet takvim 23 Mart 1960 Çarşamba günü Ramazanın 25’inci günü saat 03.00’da vefat haberi talebeleri tarafından duyuruldu. Üstadım, geride bıraktığın 6000 sayfalık Risale-i Nur ve milyonlarca şakirtlerin ruhuna Fatihalar okuyorlar.

Berzah âleminde rahat uyu… Mekânın Cennet olsun… Âmin.

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat.
2- Tarihçe-i Hayat.
3- Emirdağ Lâhikası s. 2. mektup.
4- Mektubat, 29. Mektup, Altıncı Risale.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*