Şampiyon kim olacak?

Sezon sonu yaklaştıkça, herkesin elinde kâğıt kalem; üst sıradakiler şampiyonluk hesapları yaparken, alt sıradakiler de kümede kalmak için çanhıraşane (kendilerince) ölüm-kalım savaşı veriyorlar.

Halbuki dünyadaki şampiyonluklar gelip geçici olup nefse hoş gelen şan ve şeref tatmininden başka bir şey değildir. Bir sene boyunca bir program dahilinde geceli gündüzlü mesai harcanarak emeklerin neticesi, şeref madalyası mukabilinden mâdeni bir kupadır ki ne yenilir, ne de içilir. Kupa sayısıyla takımlar birbirlerine üstünlük kurmak için müzelerinde sergiler ve her sene bu yarış yeniden başlar.

Futbol, elbette sevilen bir spor ve kupalar çok da değersiz değildir. Ancak demek istediğimiz, dünyadaki bu neticeler için yapılan masraf ve emeğin gelir-gider muhasebesi yapılacak olsa, müthiş bir ters orantı göze çarpacaktır.

Siyasal İslâm da böyledir; senelerce emek verip siyasette örgütlenir, nice bedeller öder, sürgünler, idamlar yersiniz, bir şekilde iktidara gelirsiniz de uh-revî hiç bir kazancınız olmadığı gibi, çok büyük kayıplar yaşarsınız. Aynen şampiyonluk kupaları gibi her yere adamlarınızı getirirsiniz, bakanlıklar holdingler elde eder, iktidar nimetlerinden tıka basa yersiniz de inanç bir türlü iktidara gelmediği gibi, din slogan ve dünyalığa döner.

Şampiyonluğunuz sadece iktidardır.

Büyük umutlar ve çilelerle kazanılan iktidarınızı, siyasetin fitnelerine olduğu gibi dini de alet edersiniz.

İşte tam burda Bediüzzaman’ın bir asır evvel din adına siyaset yapılmamalıdır, yoksa din zarar görür, hatta kâfir münafık derecesine iner ki “münafık kâfirden eşeddir” tarihî ikazına hedef olursunuz. Ve aynen bugün gibi, iktidarın sebep olduğu ahlâkî çöküşlere, dezenformasyonlara ve dinden kaçışlara sebep olursunuz.

Geçen haftaki yazımızda futbolun içine düştüğü kaosun ve kaybedilen irtifa ile beraber ahlâkın son yirmi senede geldiği noktaları nazara verdik. Futbolun; Kavga, şike ve siyasî manipülasyonlarla nasıl bu hâle getirildiğine baktığımızda, esasen diğer sahalarda da aynı manzarayı görürüz ki, futbol sahaları memleketin çim ve trübinlere yansımış bir stadyum efektidir.

İşin ilginç yanı ise, futbolu bilen dindar bir lidere sahip olduğumuz dönemlere denk gelen bir çöküş.

DİN HAYATIN HAYATIDIR

Dünyayı dinsiz idare etmek isteyen komiteler başıboş serseri bir nesil yetiştirmek, zehirli silâhlarına müşteri çoğaltmak gayretindedirler.

Halbuki din hayatın hayatıdır. Din eğitimi ailede başlayıp tahsil ve çevre hayatıyla devam eder. Fıtrat boşluk kaldırmayacağından toplumun genç dimağlarına ekilmeyen Nur tohumları yerine zehir tohumları ekilir.

Sözü edilen futboldaki anarşi ise tam da bu damardan hayat buluyor.

“Çünkü bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünkü anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.”1

Beyinlere çivi gibi kazılacak bir soru; yatırım insana mı, siyasete mi yapılmalı?

Maalesef 1926’dan beri dindarlar bunu anlayamadı da boşu boşuna bir asır geçti ve bir tek Bediüzzaman ısrarla “Zaman, imanı kurtarmak zamanıdır” dedi ve bütün himmet ve mesaîsini ve hayatını, iman ilimlerinin te’lif ve neşrine hasretti.

Halbuki son 20 seneye yakındır güya dindarların iktidar olduğu bir idare var. Bütün derdimizin siyasî iktidar olduğu, iktidarı “onların” elinden alırsak her şeyin gül gülistanlık olacağı propagandalarıyla 50 sene geçti de eskisinden beter bir halde olduğumuzu hâlâ anlayamadık. Siyasette dinî argümanları kullanır da hamasi nutuklar atarsak her şey düzelir zehabına kapıldık. Mecliste başörtüsü, idarecilerimiz dindar görünümlü, Cum’a namazına sayısız eskort arabalarıyla gidersek millet de terbiyeli, efendi olur zannettik. Halbuki hiç olmadığı kadar dinden kaçışlar gözlemlendi bu dönemde. Şekli bir dindarlık yaşansa da amel ve ahlâk bakımından sınıfta kalındı. Dindara güvenin irtifa kaybetmesiyle din zarar gördü ki yaşadığımız son çeyrek umutların aksine her şeyi ters yüz etti.

Biz yazımızı tamamlarken bir hanım okuyucumuzdan bir e-posta aldık, aynen aktarıyor ve yazımızın özetini bu duygulara havale ediyoruz.

“Sayın yazar, Allah razı olsun, şu despotik ortama rağmen hakkı-hukuku, doğruyu yazan hakkaniyetli insanların olması bizi umutlandırıyor. Yoksa bu siyasal İslâmcılar yüzünden İslâmiyeti sorgulamaya başladık, dinden nefret eder duruma geleceğiz neredeyse. Dinî değerleri o kadar hoyratça harcadılar ki, İslâmın bu olmadığını haykıran sizin gibi insanlara çok ihtiyaç var.”

Buyurun buradan yakın!

Bu okuyucumuzun feryadıyla; Zübeyir Ağabeyin din adına parti kurma girişimlerine “Bırakın siyaseti, gidin yurtlar açın, eğitim verin” tarihî ikazı 50 sene sonra anlaşılmış mıdır acaba?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*