Sanal gençlik

Yazımızın başlığında “teşahhus”tan ziyade “ikaz”ı esas aldığımızı beyanla gençlerimizin hoşgörü ve toleransına sığınıyoruz. İnsan bilinmeyeni bilinenle mukayese etmeye çalışır. Mutlak farklarına rağmen, günümüz gençliğini düşünürken “gençliğimizden” hareket ederiz. Neslimiz bugünün 16-26 yaş arasını tamamen anladığını iddia edebilir mi? Ancak “günümüz gençliğini” kendisini bize anlattığı ölçüde anlayabiliriz.

“Sanal,” sun’î ve hatta yapmacık mânâsında kullanıldığında, edebî tür olarak Roma ve eski Yunan tiyatrolarına kadar uzanabilir. Sinemanın icadıyla birlikte mazi ve istikbale yapılan hayalî seyahat turları da bu alanın kapsamına girer. İnsanların “hava unsurundaki” keşifleri ve buna bağlı geliştirilen âlet ve makinalar insanı “hakikî âlemden” hayalî âleme veya müşahhas mânâda içinde bulunmadığı “sanal âleme” adeta kaçırmaya yöneldi.

Problemli, dertli, dünyadaki dehşetli hâdiseler karşısında şaşkın insanın tahrip olmuş ahlâk ve toplumun genel mânâsındaki tereddîsinden ızdıraplarla kaçarak uykuya sığınması nevinden, zamanımız gençliğinin “sanal âleme” sığınmaları arasındaki benzerliği biliyorsunuz. Rüyanın bitimiyle dertler, ıztıraplar, endişeler ve sıkıntılar saklandıkları yerden birden hücûma geçince yatağından yorgun ve bitkince kalkan şahıs gibi sanal âlemlerdeki insan da “tükenmiş” olarak şahadet âlemine dönüyor. Beklentiler, hayaller, fantaziler, idealizm ve yeni dünyaları keşif arzusuyla dolu gençliğin hissiyatını iyi bilen “sanal âlem diktatörleri” daha çok çocuklarımıza yönelik programlar geliştiriyorlar.

İnsanı, başlı başına ayrı bir dünya değil de “kalabalık bir nevin parçası” olarak telâkki eden sözkonusu diktatörler, binbir desise ile gençliğin akışını sanal âlem istikametine yönlendirmişler. Aklın susturulduğu ve duyguların “hayal vadilerinde” zalimce kamçılandığı bu programlarda güdülen maksat mümkün olduğunca insanları, sözkonusu dünyanın dışında düşünmekten, okumaktan ve proje üretmek alıkoymak.

Gençliği malî kaynak olarak algılayan bu programcılar, onların düşünce, zevk, estetik ve hatta hareket dünyalarını belli programlar çerçevesinde kodlayıp dünyayı istedikleri şekilde yönetmek istiyorlar. Teknolojinin ortaya çıkardığı âletten ziyade kullanış biçimi üzerinde durduğumuzu hatırlatmak istiyorum. Bir nimet konumundaki medeniyetin harikalarından “İnsan fıtratına uygun biçimde” istifade ile, o harika âletle insanı maddeten-mânen öldürme arasındaki dehşetli farkın ilim adamlarınca daha da belirginleştirileceği kanaatindeyim.

Seriüsseyir zamane çocuğunun kısa ömrünü heder eden “sanal âlem kurucuları”nın maksadı, insanı fıtratından soyutlamak olsa gerek. Uydulara ve dünya iletişimine el koyan dinozorların fıtratla bir savaş var gibi… İnsan fıtratını en güzel seslendiren ve pratize edenin Efendimiz (a.s.m.) olduğuna inanıyoruz. Asr-ı Saadet pratiğinin yektalığını kabul etmeyen düşmanlar bile kalmadığına göre bakışlar ister istemez o tarafa dönüyor. Tâ bin dört yüz sene öteye… Aradaki asırların gerdiği perdelerden Saadet Asrını tam göremeyeceğimizi bilen Rabbimiz, o kudsî pratiği “Risale-i Nur” tarzında tekrar önümüze sermiş.

Gençliğe Kur’ân’dan “rehber” yardımıyla koşan Bediüzzaman Hazretlerinin ömrünün çoğu gençler arasında geçmiş olması, dehşetli ve vahşetli sanal dünyalarla karşı karşıya kalınmış gençliğimiz için biricik kurtuluş ve zafer imkânıdır. Asr-ı Saadet modelini esas almış Bediüzzaman’ın “gençliğe yardım” metodunun; en dessas, süratli, cazibeli ve fitnekâr sanal âlemleri örümcek yuvaları gibi berhava edecek niteliktedir. Bediüzzaman’nın ders halkasındaki gençlerin hâtıraları burada çok önemlidir… Sabah namazlarını birlikte kılan gençlerle Bediüzzaman’ın, bazan bilafasıla dört-beş saat Kur’ân tefsiri okuyup mütaalada bulunduklarını söylüyorlar. Onunla kırlara çıkan, şehir turları yapan ve merasimlere katılan gençler; onun “gençliğe yardım” projesinin pratikteki canlı şahitleridirler. Allah onlardan razı olsun.

Maalesef, biz o mutlu dünyanın sevimli atmosferine yetişemedik. Onun rahle-i tedrisinde yetişen “mutlu gençleri” kısmen dinleme imkânı bulduk. O ‘kahraman gençler’in yardımıyla bu asrın câzibedar fitnesinden kurtulan ikinci neslin ellerimizden tutmasıyla uçurumlu beyabanlardan yürüyerek geliyoruz. Neslimizde “baba ocağında” nurlarla tanışmış arkadaş sayısı azdı. Derleme toparlamaydık. Ortaokul, lise ve hatta üniversite sıralarında “Asr-ı Saadet Modeli”yle tanışmıştık. Bugünkü gençlerimizin kısm-ı âzamı gözlerini hususî medreselerde açanlar olunca, kurtuluş ve zaferin daha kolay olacağını düşünüyorduk. Her dönem gibi her neslin de kendisine göre imtihânı olacağını galiba unuttuk.

Sevgi ve hürmetle nur derslerine katıldığımız “kahraman gençler”in bize ilk tavsiyeleri okumaktı. Sanal âlemin dünyamızı işgâl ettiği zamanla mukayese ettiğimizde, onların her birisi okuma delisiydi. Okul dersleri dışında devamlı okuduğumuzdan, neler bildiğimizin farkına varamazdık. Okuma programlarında günde ikiyüz sayfa okuyarak altı bin sayfayı bir aya sıkıştıran arkadaşlarımız çoktu. Hayattan kopmadan, sosyal hayatın merkezinde koşuşturarak okuyorduk. Bize, “Çok okuyunuz. İlerde bu imkânı bulamazsınız,” denildiğinde bugünleri göremiyorduk.

Sanal âlemin acı tesirlerini dünyamız global olarak daha çok seksenlerden sonra hissetmeye başladı. Yeni teknolojiyi ele geçiren “kötüler,” milletlerin nesillerini korumak için oluşturdukları duvarları aşıp kültürel sınırları tarumar edince, insanlık “inlemeye” başladı. Medeniyetin harikalarını iyi insanlar buluyordu. Kötüler cemaatleşerek, harîs milletin topladığı paralarla kuleleri ele geçiriyorlardı. Zındıkanın, insanın “hayvanlık ciheti” üzerine hesaplar tutunca da, sanal âlemin şahsî ve umumî dünyamızı işgâliyle karşılaştık.

Şu ifadelerimizden dolayı bizi teknoloji karşısında aciz, yasakçı ve aktüel hayattan habersiz görme hatasına düşebilecek okuyucularımıza şu hususu arz etmek istiyorum. Kur’ân’ın zamanımıza mesajından devamlı ders alarak takva dairesine girmiş, Asr-ı Saadetin asrımızdaki yansımasının pratiğini anlamış, hürmet ve merhametle süslenmiş bir gençlik, bırakınız sanal dünyalardan korkmayı, şeytanın tuzak ve oyuncakları olan sanal pozisyonları her an Kur’ân lehine çevirebilecek güçtedir.

Bugünkü medeniyetin bize mu’cizevî bir şekilde zaman kazandırdığının farkında mıyız? Üniversite yıllarımızda bir belge veya kaynak için on sekiz saat Erzurum’dan İstanbul’a muavin iskemlesinde yaptığımız seyahate bedel, günümüz gençliği makinanın tuşuna basarak aynı neticeye ulaşıyor. Çoğu kez daha mükemmelce. Gençliğimize bu düşünce çerçevesinde on beş yaşına kadar Kur’ân tefsirlerini iki–üç kez okutturup, haram ve helâli dünyalarına refleks halinde taşıyıp ve kendisini edep ve belağatta güzel ifâde seviyesine çıkarabildiğimiz zaman; vizyon gençlikten bahsedebiliriz. Aksi takdirde gençliği duygu gülşeninin derinliklerinden, kitap mütaalası tefekküründen koparıp, sanal âlemin kevgire dönmüş kulübesine taşıdığımız zaman geleceklerini de kaybedebiliriz. Annemin sıcacık örtülere bürüp köşeye koyduğu mayalanmış sütün yoğurt olmasına bazen yaramaz çocuklar engel olurlardı. On altı–yirmi altı yaş arası, gençliğin iç âleminin derinliklerine seyahat dönemidir. Heyecan ve helecan dolu bu derunî yolculuklarda imanî hakîkatlerle teçhiz edilip sekînete bırakılmayan gençlik güzel meyveleri nasıl versin? Bazan üç mevsimi atlayarak yanlızca yazın olgun meyvesini gençlere gösterdiğimizde, kar, fırtına, rüzgâr ve yakıcı güneşlerle tanışmayan gençlik meyvesiz, tropikal ağaçlara döner.

Sanal âlem tuzağının bir sloganı da “bilgi çağı” tabiridir. Bu ifade de yanlış anlaşılıyor. Hazmedilmeyen bilgi ilim olamayacağı gibi ondan istifadesi de mümkün olmuyor. Internete girmiş, birçok şeyi öğrenmek istediği halde sürmenaj olmuş olarak geriye dönmüş gençlerimizin sayısı azımsanmayacak kadar fazladır. Kaldı ki sanal âlemin sunduğu bilgiler ne dünyamızı, ne de ahiretimizi îmâra yardım eden bilgiler değildir. Önceliklerimizi tahrip eden, bizi istediği dünyaya çeken ve ömrümüzü gasp eden bu âlemi, “bilgi çağı” oltasıyla gençliğimize yutturmak isteyen zındıkaya karşı kendi dünyamızı kurmak zorundayız. Trafiğin gayet süratli olduğu bir kavşakta gelip geçen arabalara bakan köylü çocuğunun marifeti artar mı? Sanal âlemin hedefi yalnızca okuma ve düşünmeyi gençlikten kaldırmak değildir. Ayrıca sanal dünyasının da gençlikçe benimsenmesini istiyor. Zamanla muhakeme de kaybolacak. Başkaları için düşünüp başkaları için konuşacak bir gençlik… Bazan kobranın manyetik alanına yakalanmış tavşan, bazan da hipnotize sandalyesinde “sanal âlemlere” kaçırılmış zavallı pozisyonları yaşayacaklar.

Gençliğin yenilikçi arzusu fıtrî dairede tatmin edilip teskin edilmezse zındıka yeni yeni zehirleri farklı kaplarda bize sunabilir. “Sırren tenevveret” hakîkatine inananlar, zındıkanın Kur’ân talebelerinin çalışmalarını takip ve ona göre strateji geliştirdiklerine inanırlar. Newyork, Londra veya Sidney Anadolu’ya hiç de uzak değil. Önceleri zındıka enstitüleri elemanlarını çeşitli yollarla İslâm ülkelerine gönderiyorlardı. Bugün Âlem-i İslâmda şûbeleri var. Hatta çoğu kez İslâm ülkelerinin resmî imkânlarını kullanarak tezlerini geliştirip, yeni yeni projeler üretiyorlar.

Gençlerle aramızda diyalog eksikliğine inanmıyorum. Onların dünyalarını bizden gizlediklerine de… Altyapı diyebileceğimiz terbiye ve imânî hakîkatleri alan gençlerimizin yaşlılarımızdan daha kâmil davrandıklarına şahit oluyoruz. Ahirzamandaki Asr-ı Saadet modelini tanıyan gençlerin büyükleriyle iletişim problemi de olamaz. Nesiller arası iletişimi koparmayı hedefleyen harf inkılâbına karşı Bediüzzaman Hazretleri Kur’ân metoduyla etrafında pervâne olan Anadolu gençliğiyle köprü oldu ve milletimizin bin senelik tarih ve kültür hazinelerini kurtardı. Daha sonra dildeki münafıkâne hareketlere de Risâle-i Nur’un “Dil Hazinesi” mani oldu. Bugün; harften, İslâm kültürünü çağrıştıran kelimelerden öte; zihinler, muhakemeler, fıtrat ve davranışlar çalınmak isteniyor. Asr-ı Saadet’te İbni Ömer, İbni Abbas, İbni Mesud ve Ali Bin Ebi Talip (radiyallahu anhum) Kur’ân’a nasıl pervâne olmuşlarsa, o asrın yansımasında da Zübeyr, Ceylan, Sungur, Bayram ve Hüsnü (Allah onlardan razı olsun) gibi gençler Kur’ân’ın tefsirine pervane oldular. Bu gençlerin hayatları, mücadeleleri, davranış biçimleri, zevk ve estetikleri ortada iken sanal âlemlerde Avrupa ve Amerikalı gençlerin yaşayış biçiminin peşine düşmeyi engelleyecek tek çare; nazarımızı sağa sola dağıtmadan Risâle-i Nur’a çevirmek olacaktır.

Yukarda arzettiğimiz üzre birileri mütemâdiyen teknolojiyi tekellerinde tutarak, insanlığı yeniden köleleştirmek istiyorlar. Sanal âlemlerin diktatör idarecileri, hop oturtacak hop kaldıracakları bir sanal gençliğin peşinde… Tehlikeden ne kadar uzakta olduğumuzu bilemiyorum. Kuşağımızdan altın tepsiler içinde, dindar garsonlar elinden, altın kâselerle sunulan karışık şerbetlerden içenler, istikametlerini kaybetmişlerdi. Altın kâseyi dillendirenler iyi niyetliydiler. Bizim, gençliğimizin kulağına elmas dediğimizi zındıka çoktan işitti. Sakın bu defa da elmas kâselerle yanlış şerbetleri gençliğimize içirmeyelim. Yirmi beş senelik aktif bir eğitimci olarak bu ikazımızı kabul etmeyenlerin hoş görülerine sığınmak üzere Allah’a emanet olunuz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*