Sânî-i Zülcelâl mevcudâtla bize ders veriyor

Sâni-i Zülcelâl, cevv-i semâda dahi olan mevcudâta öyle hikmetler ve mânâlar ve maksadlar takmış ki, güyâ o cevv-i semâyı berkler, şimşekler, ra’dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmetini ders veriyor.

On Dokuzuncu Pencere
Yedi gökle yer ve onların içindekiler O’nu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki O’nu övüp, O’nu tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi: 44.) sırrınca, Sâni-i Zülcelâl, semâvâtın ecrâmına o kadar hikmetler, mânâlar takmış ki, güyâ celâl ve cemâlini ifade etmek için semâvâtı güneşler, aylar, yıldızlar kelimeleriyle süslendirdiği gibi, cevv-i semâda dahi olan mevcudâta öyle hikmetler ve mânâlar ve maksadlar takmış ki, güyâ o cevv-i semâyı berkler, şimşekler, ra’dlar, katreler kelimeleriyle intak ediyor ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmetini ders veriyor. Ve nasıl zemin kafasını hayvanât ve nebâtât denilen mânidar kelimeleriyle söyleştirip kemâlât-ı san’atını kâinata gösteriyor. Öyle de, o kafanın birer kelimesi olan nebatları ve ağaçları dahi yapraklar, çiçekler, meyveler kelimeleriyle intak edip, yine kemâl-i san’atını ve cemâl-i rahmetini ilân ediyor; ve birer kelime olan çiçekleri ve meyveleri dahi, tohumcuklar kelimeleriyle konuşturup, dekàik-ı san’atını ve kemâl-i rubûbiyetini ehl-i şuura tâlim ediyor.

İşte, bu hadsiz kelimât-ı tesbihiye içinde, yalnız tek bir sümbül ve tek bir çiçeğin tarz-ı ifadesine kulak verip dinleyeceğiz; nasıl şehâdet eder, bileceğiz.

Evet, herbir nebat, herbir ağaç pekçok lisân ile Sâni’lerini öyle gösteriyorlar ki, ehl-i dikkati hayretlerde bırakır ve bakanlara “Sübhânallah! Ne kadar güzel şehâdet ediyor” dedirtirler.

Evet, herbir nebatın çiçek açması zamanında ve sümbül vermesi ânında tebessümkârâne mânevî tekellümleri hengâmındaki tesbihleri, kendileri gibi güzel ve zâhirdir. Çünkü, herbir çiçeğin güzel ağzı ile ve muntazam sümbülün lisâniyle ve mevzun tohumların ve muntazam habbelerin kelimâtıyla hikmeti gösteren o nizam, bilmüşâhede, ilmi gösteren bir mîzan içindedir. Ve o mîzan ise, maharet-i san’atı gösteren bir nakş-ı san’at içindedir. Ve o nakş-ı san’at, lûtuf ve keremi gösteren bir zînet içindedir. Ve o zînet dahi, rahmet ve ihsanı gösteren latîf kokular içindedir. Ve birbiri içinde bulunan şu mânidar keyfiyetler, öyle bir lisân-ı şehâdettir ki, hem Sâni-i Zülcemâlini esmâsıyla tarif eder, hem evsafıyla tavsif eder, hem cilve-i esmâsını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.
Sözler, 33. Söz, s. 1089

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*