Şapka Zulmü

Bitlis’in Mutki (Motkan) ilçesine bağlı Kayran (Hersan) köyünde doğan ve Ahlat’ta yaşayan Nadir Baysal (88), Şapka Kanunu çıktıktan sonra yapılan zulümleri anlattı. Baysal, kanuna karşı çıktıkları için köylerinin yakıldığını, sürgün edildiklerini ve zulüm gördüklerini belirterek, “O zamanlar çıkarılan kanunlara uymayanlar hakkında yasal işlem yapılmıyordu, direk idam ediliyorlardı” dedi.

Köyünden sürgün edildikten sonra Kastamonu`da Üstad Bediüzzaman Said Nursî ile tanışma şerefine erdiğini belirten Baysal, dört yıl Üstadın hizmetinde bulunduğunu anlattı. Baysal şunları söyledi: “16 yaşındaydım. Çaycı Emin abiyle gelen misafirleri Üstada götürüyorduk. Üstadın mektuplarını da alıp postaneye götürüyordum. Denizli hapsine kadar böyle devam etti.”

Şapka uğruna inanılmaz zulümler yapıldı

Şapka zulmünü bizzat yaşayan Nadir Baysal sözlerini şöyle tamamladı: “Bir şapka uğruna sayısızca insan sürgüne gönderildi, binlerce insan zulme uğradı. Onlarca köy yakıldı. O dönemler acı, gözyaşı ve zulüm ile doludur. O gün yapılan zulüm ve dayatmalara Allah da şahittir. İnanıyorum ki o günün tarihi o zulme uğrayanlara Mahkeme-i Kübra’da şahitlik yapacaktır” dedi.

Şapka zulmü

Bitlis`in Mutki (Motkan) ilçesine bağlı Kayran (Hersan) Köyünün Çerho mezrasında dünyaya gelen Nadir Baysal (88), “Şapka Kanunu”nu anlattı. Şapka kanunu çıktıktan 13 yıl sonra köyleri yıkılan Baysal, Kastamonu`ya sürgün edildi. Kastamonu’da Bediüzzaman Said Nursî ile tanışan Baysal, 4 yıl Bediüzzaman’ın hizmetinde bulundu.

Baysal Dede, “25 Kasım 1925 yılında 671 kanun numarasıyla TBMM`de şapka kanunu diye bir kanun çıkarıldı. Bu kanunla Türkiye sınırları içerisinde yaşayan herkes mecburi olarak bu gavur usulü şapka denen melaneti takmak zorunda bırakıldı. Bu şapkayı takmak kendini Avrupalılara benzetmeye çalışan kesimler için kolay oldu. Ve hemen bu kanuna geçildi. Ama Avrupa`ya benzemek istemeyen, giyim ve kuşamları ile Hıristiyan âlemine uymayan duyarlı kesimler bu kanuna karşı gelerek şapkayı takmamaya çalıştılar.” dedi.
Şapka giymeyene idam!

Şapka Kanunu uygulamalarına karşı çıktıklarını ve idam edilme tehlikesi yaşadıklarını anlatan Nadir Baysal, “O dönemlerde iletişim ve ulaşım yoktu. Nerede ne olduğundan habersiz idik… Hele hele yaşadığımız Mutki’nin bu sarp köylerinde herşeyden bihaberdik. Ama bu kanunu duyduğumuzda bunun gâvur icadı olduğunu biliyorduk. Ve gâvur icadına karşı çıktık. Ama karşı çıkmanız bir şey ifade etmiyor. O zamanlar çıkarılan kanunlara uymayanlar hakkında yasal işlem yapılmıyordu, direkt idam ediliyordu. Ve kendinizi savunma hakkına sahip değildiniz. Hemen bir kanunla fes, takke ve sarık yerine bu gavur icadını kullanmamızı istemeleri ve bunu zorla dayatmaları kabul edilecek bir durum değildi.” dedi.

“Zulme direndik”

Bütün risklere rağmen direndiklerini anlatan Baysal sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizler de 8 yıl boyunca bu kanuna karşı mücadele ettik. Şapka takmadık. Bundan dolayı o zamanın rejimi ve güçleri şapka kanununa uymayan köyleri basarak zulüm ediyor ve insanlara zarar veriyorlardı. Gündüzleri köye gelen askerlerden kaçarak dağlara çıkıyorduk. 8 yıl boyunca bu zulüm devam etti.”  Şapka kanununa uymadıkları için mezralarının yakıldığını ifade eden Baysal Dede, daha sonra ise sürgün edildiklerini söyledi. Baysal Dede, “1938 yılında köyümüz yakıldığında henüz 16 yaşlarında bir delikanlıydım. Aç, susuz ve perişan bir halde yollara koyulduk. Fakat bu yolculuk esnasında hayatımız tehlike altındaydı. Korkuyorduk; çünkü o gün şapka kanununa uymadığımız için en büyük sucu işlemiş ve düşman muamelesine tabi tutulmuştuk. Bu uzun ve yorucu yolculuğun sonunda Kastamonu`ya gittik. O dönemde Kastamonu`da küçük bir çay kahvesini işleten Vanlı çaycı Emin vardı. Onun yanında işçi olarak çalıştım.” dedi.

“Bediüzzaman ile görüştüm”

Çaycı Emin’in kendisini Üstad Bediüzzaman ile tanıştırdığını anlatan Baysal şunları söyledi: “Çaycı Emin, Bitlisli olduğumu öğrenince beni Üstad Bediuzzaman Said Nursî’nin yanına götürdü. O zaman henüz 16 yaşlarındaydım… Üstadın bulunduğu yerin hemen karşısında karakol vardı ve Üstad ile görüşmek yasaktı. Biz de evin arka kısmından dönerek Üstad ile görüşüyorduk. Gelen misafirleri Üstad’a götürüyorduk. Henüz oraya yeni gittiğim ve benden şüphelenmedikleri için Üstad’ın mektuplarını alıp postaneye götürüyordum. Bunu gizli yapıyordum. Postanedeki adam çok iyi bir insandı. Mektupları götürünce hemen alır, sen git derdi. Fark edilmemi istemezdi. Kastamonu’da 4 yıl boyunca bu böyle devam etti. Daha sonra Üstad, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından idam edilmesi için Denizli’ye gönderildi. Bizde 1950 tarihinde tekrar yurdumuza döndük. Kastamonu’dan dönerken Mutki’ye yerleşmedik, Ahlat’ın Saka (Veştonk) Köyüne yerleştik.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*