Secdeyi özlemek üzerine

Geçen ay bir ameliyat olan ve duâlarımızda daima kendisine şifalar dilediğimiz Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz kardeşimiz, kendisinin ameliyat serüveni ile alâkalı yazılar yazdı.

Bunlardan en sonuncusu da, 2012’nin ilk gününde yazdığı yazıydı. “Secdeyi özlemek” başlığıyla yazdığı o yazının başlığını okuyunca anlamıştım zaten neyi ifade edeceğini. Çünkü o hâli, secdeden mahrum kaldığım o hâli, secdeyi özleme duygusunu üç ay kadar tatmış biri olarak, Kâzım kardeşin o yazısı, hem benim yaramı deşti, hem de bu yazıyı yazmama ilham teşkil etti.

Çeşitli rahatsızlık, kaza ve sıkıntılardan dolayı dokuz defa narkoz alarak bir dizi ameliyat olmuştum. Narkoz, ameliyat öncesi, sonrası vs. halleri gayet iyi biliyordum. Bundan yaklaşık on beş sene önce Erzurum’da geçirdiğimiz bir müessif trafik kazası neticesi, “sağ humerus kırığı” denilen sağ kolun uzun kemiği çok parçalı olarak kırılmıştı. Altı saate yakın yapılan operasyon neticesinde, kolumuza 15-20 cm uzunluğunda 9 adet vidalı 70 grama yakın bir plâtin takılı olarak çıkmıştık ameliyattan. Kol tabii, vücuda yapışık olarak sarılı ve o halde bir müddet hayata devam edecektik.

İşte bu hengâmede namazlarımızı oturarak kılıyor, secdeye gidemiyorduk. Bu ise bizim çok gücümüze gidiyordu. Kâinatın Sultanına karşı nasıl olur da secdeye kapanamazdık, bu çok zor bir duyguydu. Rabbimize karşı tam bir âbid olamamanın sıkıntısının tezâhürüydü bu… Artık kendime bir rahle veya sehpa gibi bir şey bulup, onun üzerine secde ederek, hiç değilse alnımızı yere olmasa da, o manâya mümasil bir cisme koyarak secde yapıyorduk. Bu da bizi biraz rahatlatıyordu. Evden uzun bir müddet çıkamayıp, Ulu Cami’yi özlediğimizi ifade edince, ağabeyimle beraber gittiğimiz bir Cuma namazında, onun bana bir rahle bulup getirmesiyle yaptığım secdeyi de hiç unutmuyorum. Bu haller beni çok üzüyor, dokunuyordu. Bazen gizli köşelerde, yalnız kaldığımda bu hâlime ağlıyor, üzülüyordum.

Sehpa vs. şeklindeki cisimler üzerine de olsa secde yapabiliyorduk; fakat yine de secdeye kapanmanın yerini tutmuyordu bunlar. Duâ ediyorduk devamlı “Yâ Rabbi bizi kendine âbid ve sâcid eyle! Namazın bütün rükünlerini bihakkın yerine getirenlerden eyle! ” diye. Nihayet koldaki iyileşme ve kapanan kolun yavaş yavaş açılmasıyla secde yapar hâle gelince, artık içimiz içimize sığmıyor, sanki bir define bulmuş gibi seviniyorduk. Elhamdülillah, artık secdemizi yapabiliyorduk. Bu hallere Rabbimiz bir daha bizi ve kimseyi düşürmesin diye duâ ediyorduk hep.

Kâzım Güleçyüz’ün o yazısındaki başlığı okuyunca, aklıma bunlar geldi ve paylaşmak istedim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*