Şefkat tokatlarını çalıştıran düğmeler

Kur’ân sahipsiz olmadığı gibi onun hizmeti de başıboş bırakılmış değildir. Kur’ân’ı koruyan inayet ve himayet, onun hizmetini de muhafaza etmektedir. İzn-i İlâhî ile Gavs-ı A’zam (ks) gibi nice kudsî muhafızlar, birer melek-i siyanet misillü o hizmetin etrafında nezarette ve müzaherettedirler.

Bu yüzden Kur’ân hizmetinde nöbeti onlardan devralan has ve sadık hizmetkârlar, hata veya bozulma emaresi gösterdikçe şefkatli tokatlarla uyarılırlar.

Rehavet çöken şoförleri uyandırmak veya araçları kaydırmamak için yollara konulan tırtıklar gibi, hizmet-i Kur’ân yolunda gidenlerin de yoldan çıkmaması için kenarlara öyle düğmeler konulmuştur ki, gaflet veya sehivle o düğmelerden biri çiğnenirse tokat gelir, şoförün gözünü açar ve onu tekrar yola sokar.

Bir tokat “intibaha” vesile olmuş ve yiyeni hizmete yeniden sokmuşsa belli ki o bir “Şefkat Tokadı”dır. Bir tokat da hizmete sokmak yerine dışarı atmışsa onun “Zecir Tokadı” olduğu, yani kovmak için vurulduğu anlaşılır.

Zecir tokatları “zahirî dost ve kalbi muarız olanların bilerek verdikleri zarara mukabildir” 1 ve “muzırların şerrini def etmek” içindir. Şimdilik bahsimizden hariçtir.

Bütün bu tokatlar, Kur’ân hizmetinin bir silsile-i kerameti olarak göz önünde hep tekerrür etmektedir. Bu sayede hizmetin kudsiyet ve ciddiyeti hissettirilmekte ve has talebelerin fütûru izale edilmektedir.

Sakınalım ve yanlış basmayalım diye, tokat mekanizmasını çalıştıran düğmeler işte bunlardır:

BİRİNCİ DÜĞME: Merdâne mesleği muhafaza etmemek. 2

Bu düğme, bu yolun en dış çizgisine konulmuştur. Bu hizayı geçen “dost dairesinden” dahî çıkmıştır. Çünkü dostluğun belki de tek şartı, hak ve hakikate “merdâne” taraftar olmaktır. (Haşiye) 3 Merdâne mesleği muhafaza edemeyene selâm söylemeye bile gerek yoktur. 4 Onların yeniden yanaşmaları da istenmez. 5 “Bir memurun bir tek kelâmıyla çok soğuk ve korkak vaziyet alan” bu tokadın düğmesine basmış demektir. 6

Bazen bu tokat, idam propagandalarının verdiği evham ve endişeyi dağıtmak ve merdâne vaziyeti sağlamak için bizzat Bediüzzaman (ra) tarafından fizîken de tatbik edilmiştir.

Meselâ, Denizli hapsine yeni getirilen talebelerin her birinin yüzünü okşayarak iltifat eden ve onlara birer birer “Hoş geldiniz” diyen Üstad, sıra memur olduğu için çok çekinen Ziya Dilek’e (rh) geldiğinde “Korkma!” diyerek bir tokat akşetmistir. 7

Demek ihlâsla yapılan Kur’ân hizmetinin hıfz-ı İlâhî ve müzâharet-i evliya tahtında bulunduğunu hatırlatmak için o an daha etkili başka bir çare kalmamıştır.

Evet “Ey âhiret dostlarım! Hem ne var ki, evhama düşüyorsunuz?” Hem faraza zulmedilse kurtulmanın çaresi teberri değil, tesanüttür. 8 Hem de hafv te’sirât-ı hariciyeyi tevkif değil, aksine teşci’ eder. 9

Mert ve hakperest olanlara gelince onlar, ne kadar kusurlu da olsalar, dostluğa, huzura ve hatta talebeliğe kabul edilmişlerdir. Bunların belki en ilginci gazeteci İlhami Soysal’dır. 10

Hâkime Hesnâ Şener’in (rh) -kıyafetine rağmen- manevî evlâtlığa, hem de kutuplar listesi içinde duâya dâhil edilmesinin sırrı da erkeklere ibret olan mertliği değil midir?

Ehl-i dünyanın teveccühünü kazanmak veya zararından korunmak uğruna bu hasleti muvakkaten de olsa kaybedenlere gelince, onlar namaz kılsa da, kebâiri terk etse de maksatlarının aksiyle tokat yemekten kurtulamamışlardır.

İKİNCİ DÜĞME: Tedbir ve ihtiyatı terk etmek. 11

Ancak tedbir almak, hizmeti fitne ve şaibeye meydan vermeyecek şekilde yapmaktır. İhtiyat, töhmetlere ve iftiralara firsat vermeyecek şekilde davranmaktır.

Nitekim Sevgili Peygamberimiz (asm):

“Töhmet altında kalacağınız durumlardan sakının” buyurmuştur. 12 Bu bir sünnettir. Üstad (ra) Isparta’da 1935’de kaldığı evin girişinde solmuş bir gazete parçasını görünce: “Siyasetle alâkadar, gazete okuyor” denilmesin diye kaldırılmasını istemiştir. 13 Tedbir budur.

Kur’ân hizmetini ve derslerini terk ettiren bir tedbir ise, tedbir değil korkaklıktır. Tâ sahabe döneminden bu yana en zor şartlarda bile hiçbir gerçek hâdim-i Kur’ân bunu yapmamıştır.

Tedbiri “hizmete ara vermek” şeklinde anlamak, “Belki hükümet hoş görmeyecek. Bir parça teennî etsek?” diye uzaklaşmak, “Sözler’i saklamak” veya “okumayı bırakmak” tokat mekanizmasının düğmesine basmaktır ki, bu tokat münafıkların tasallutu şeklinde olur.

Zira pasifleşmek akbabaları celbeder. Yahut “siperini bırakıp kaçan, daha ziyade yaralanır.”

Bu konuda bol hata yapıldığından örnekleri de “bolca” verilmiştir. 14

ÜÇÜNCÜ DÜĞME: Hizmetle ve kardeşleriyle irtibatını zayıflatmak ve “neme lâzım” diyerek kabuğuna çekilmek.

Kendini geri çekmenin gerekçesi, ahireti düşünmek ve kendini ibadete vermek bile olsa tokat sebebidir! Üstad Bediüzzaman (ra) buna tevazu ile kendini örnek göstermiştir. Tâ ki âhiret bahanesiyle kabuğuna çekilmek isteyenlere kapı kapansın.

Bilhassa tarikatmeşrep olup evrad ve ezkarla meşguliyeti “müfritane irtibatın” ve hizmetin önüne geçirenler, yani aslında kendini düşünenler bu düğmeye basıyor olabilirler. Böyle tek başına kalanları şeytanların yalnız bırakmayacağı ise malûmdur!

Hele, velâyet-i kübrâ feyzini veren sahabe mesleği yetmiyormuşçasına tarikat hevesine kapılmak veya nûrânî kırmızı maskeli, nevzuhur tarîkatvârî oluşumlara dâhil olmak “teşettüt-ü efkâra” (fikirlerin dağılmasına) yol açacağından, bu ise vahdet ve tesanüdü bozup 1111 kuvvetini 4’e indireceğinden bir şefkat tokadını yedireceği açıktır.15

Kabuğuna çekilmenin gerekçesi derd-i maişet ise (işimiz olsun veya işimizden olmayalım düşüncesi ise) bunun dahî maksadın aksiyle tokat yemeye sebebiyet vereceği birçok hâdise üzerinden örneklendirilmistir. 16

DÖRDÜNCÜ DÜĞME: Mağrur ehl-i dünyaya yüzsuyu dökmek ve yağ çekmek (Müdâhene).
Tabasbus ve temelluk (dalkavukluk) hizmet için değil, kendisine bir maişet, bir menfaat, bir itibar yahut bir makam temin etmek için yapılırsa mağrur ehl-i dünyayı cesaretlendirir ve tahakkümlerine imkân verir. Bu hata da şefkat tokadına sebep olur. Burada tokat, Nurlar’dan istifadenin kaybolmasıdır. Belki de onların mahiyetini bildiren bahisleri artık anlayamaz olur. Şamlı Hafız Tevfik (rh) buna kendisini örnek göstermiştir.

Bu konuda, birbirine çok benzeyen müdâhene ile mümâşât birbiriyle karıştırılmaktadır: “Müdâhene (kendi çıkarı için yağcılık) dahî kizbtir.” 17  Nifak veya en azından riya alâmetidir. “Mümâşât” (suyunca yürüyüvermek) ise “tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı” onları azdırmamak için “zahiren dost olmaktır.” 18

Müdâhane haram iken, mümâşât sünnettir.

Çünkü mümâşât ve müdârâda (şerri depreşmesin diye aşırıya kaçmadan iltifatkâr yaklaşmakta) maksat, müdâhenede olduğu gibi kendine çıkar sağlamak değildir. Bu tavrın sonucu da zalimi tecavüze cesaretlendirici değil, bilâkis onu bundan engelleyicidir. Belâyı savması itibariyle “Müdârâ sadâkadır.” 19 Nitekim Rasûl-ü Ekrem (asm) Efendimiz’in, huzuruna girmek için izin isteyen birinin sesini duyunca onun hakkında: “Kabilesinin en kötü oğludur” dedikten sonra onu kabul etmesi ve karşılıklı gülüşerek sohbet etmeleri üzerine bu tavrı çelişkili bulan Hz. Aişe Annemize (ra) adam gidince: “İnsanların en kötüsü, şerrinden dolayı insanların kendisinden korunduğu kimsedir” cevabını vermesi 20 müdârâyı öğretmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Barla’daki Alevî bir öğretmene hep iltifatkâr yaklaşması ve bu sayede o öğretmenin, o dönemde zulme kalkışmaması da mümâşâta bir örnektir. 21

“Mağrur ve mütecaviz zalimlere” ise ne meyil, ne de iltifat edilir. Bunu yapmak, onları tahakküm ve zulme teşci’ etmektir. Hem zaifin, kibirli (mağrur) veya kavî olana tevazu göstermesi, ezikliktir ve zillettir. Ona karşı kendini büyük göstermesi ve dik durması ise izzettir ve sünnettir. 22 Rivayette vardır ki: “et-Tekebbüru ale’l-mütekebbiri sadâkatün” yani “Mütekebbire karşı tekebbür sadâkadır.” 23

BEŞİNCİ DÜĞME: Kendi ihtiyarıyla bid’aların uygulayıcısı olmaya çalışmak.

Ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle bunu yapmak, bid’alardan içtinap mesleğine tamamen zıttır. Maksadının tam aksiyle tokat yer ve mevcut mevkiini de kaybeder. Büyük Hafız Zühdü’nün (rh) başına gelenler bunun bir örneğidir.

İHTAR: Yukarıda geçtiği gibi, şefkat tokatlarına sebep olan hatalar konusunda saff-ı evvel kahraman talebelerin isimlerini Üstad’ın açıkça zikretmesinin sebebi onları –hâşâ– teşhir etmek değildir. Bilâkis onların şanını yüceltmektir. Zira “iyilik modeli” olarak gösterilmeyi herkes ister, ama “ibret modeli” olarak gösterilmeye ancak enaniyetini kırabilen yüksek hizmetkârlar razı olur. Bu yüzden bu zor iş için onlar seçilmiş ve diğer talebelere de üstü kapalı “özeleştiriye işte böyle açık olun” mesajı verilmiştir.

ALTINCI DÜĞME: “Risale-i Nur’un mesleğine muhalif cereyan sahiplerine tarafgirane bir tavır göstermek.” 24

YEDİNCİ DÜĞME: Ehl-i dünyanın şeair-i İslâmiye aleyhinde olan taleplerini veya evham yükleyici telkinlerini (resmen vazifesi ve mecburiyeti olmadığı halde) safiyâne tebliğ edivermek.

Mustafa Çavuş (ra) gibi yüksek ruhlular buna da dikkat etsinler diye o örnek verilmiştir. Çünkü ulvî ruhlar, süflî gayelere vasıta olmaktan istiskal ederler.

SEKİZİNCİ DÜĞME: Namazı veya dersleri terk edip haylazlığa başlamak.

Bilhassa gençlerin tokat yediği bir düğmedir. Haylazlık, en ağırından en hafifine, kumar oynamaktan şarkı söylemeye veya namazı terk etmekten yemek pişirmek bahanesiyle dersi terk etmeye kadar, derecesine göre hiddet veya şefkat tokadına sebeptir. 25

DOKUZUNCU DÜĞME: Dünya meşgalesine dalıp vazifesi olan bir hizmeti ihmal etmek.

O an hizmete tahsisli olması gereken bir el, helâl bile olsa para kazanmak için çalıştırılırsa o elin ya parmağı kırılmış (Hakkı Efendi (rh) gibi) veya o ele paranın kalp olanı (sahtesi) verilip meşgalenin âlâsı ile(!) uğraştırılmıştır. (Tahsin Efendi (rh) gibi) 26 Yani hizmet ihmal edilip de yapılan bir işten hayır çıkmamıştır.

ONUNCU DÜĞME: Hizmete verilen ehemmiyeti azaltacak şekilde dünyanın yüze gülmesi ve meşrû saadeti.

Zira “hizmet-i Kur’âniyede bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlâsla, ciddiyetle hizmet-i Kur’âniyede bulunsun.” Bu kaideye örnek olma rolü Hulusi Beye (rh) verilmiştir.

ONBİRİNCİ DÜĞME: Hizmete medar olacak teşebbüslerde “muhalif rey” veya “karşı arzu” sahibi olmak.

Üstad Hazretleri buna da başta kardeşi Abdülmecid (rh) olmak üzere, Muhacir Hafız Ahmed, Bekir Efendi, Seyranî (rh) gibi birçok zatı örnek vermiştir. Demek bu düğmeye de çok basılmaktadır.

Burada dikkati çeken “fikir suçunun” dahî şefkat tokadını celp edebileceğidir. Yani bir ictihad hatası, hizmet-i îmaniye odaklı düşü- nülmediği için meydana gelmişse bu “bir sevab” değil “bir tokat” sebebi olabilmektedir. Kendileriyle istişare edilenleri îkaz için zikredilmiş olmalıdır.

ONİKİNCİ DÜĞME: Hizmetteki kardeşleriyle içten içe rekabet edip onlara tefevvuk etmeye çalışmak.

Bu konuda Şamlı Hafız’ın (rh) tevafuklu Kur’ân’ı yazmadaki tavrı, her halde bunun en masum şekli olduğu için seçilmiştir.

Yoksa örnek çoktur. Ders kürsüsünü çok seven ve herkesin kendisinden ders almasını isteyen veya temsil görevinin hep kendisine verilmesini bekleyen, bu düğmeye basmak üzeredir.

Bu tür meselelerde doğru tavrı tayin için merhum Zübeyir Gündüzalp’dan (rh) mülhem şu ölçü kullanılabilir:

“Daha iyi bilsen de sus! Ama susmak zararlı olacaksa o zaman da konuş!”

Dipnotlar:

1) bk. Fihrist Risalesi, 10. Lem’a.
2) 26. Mektup, 4. Mebhas, 7. Mesele.
3) HAŞİYE: 26. Mektubun sonundaki “Feraizi kılma, kebâiri terk” şartı dostluğun değil, duâya dâhil edilmenin şartıdır. Makbul bir iman getirmeyene duâ etmek âyet-i kerîme ile men edildiğinden dolayı (Tevbe/113) kendisine duâ edilemeyen Ebû Talib’in, Hz. Peygamber’e (asm) “şahsî dostluğu” ve merdâne tarafgirliği yine de boşa gitmemiş ve ona Cehennem içinde “husûsî bir Cenneti” -inşallah- kazandırmıştır.
4) Üstad, Kâzım Karabekir’e bu şartla selâm göndermiştir. (Emirdağ L. 1, 179)
5) 27. Lem’a, 12. Nükte.
6) 26. Mektup, 4. Mebhas, 7. Mesele, Dördüncüsü.
7) İ. ATASOY, M. Feyzi Efendi, 106.
8) bk. 16. Mektup, 5. Nokta.
9) bk. Lemaat ve Hakikat Çekirdekleri.
10) bk. N. ŞAHİNER, Son Şahitler, VI/260; Ayşe Nur, 25/03/2015 tarihli Yeni Asya G. Nitekim mezkûr gazeteci görüşme sonrası yazdığı makalede merdâne davranmıştır.
11) Fırtınaya tutulan “İkinci Mustafalar” (rh) bunun bir örneği olmuştur.
12) Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I/44.
13) N. ŞAHİNER, Son Şahitler, II/19.
14) 26. Mektup, 4. Mebhas, 7. Mesele; bk. 10. Lem’a, 1. 5. ve 12.ncisi; bk. Kastamonu L. 51 “Hilmi, Çaycı Emin ve Tahsin’in fıkrası.”
15) bk. 28. Lem’a, 17. Nükte.
16) bk. 14. dipnot.
17) İşâratü’l-İ’caz, Bakara 2/14 tefsiri.
18) Hutbe-i Şâmiye, 4. Kelime.
19) Beyhakî, VI/343.
20) Malik, Muvatta, Hüsnü’l-Huluk, 4.
21) N. ŞAHİNER, S. Şahitler, Bayram Yüksel’den naklen, III/67.
22) bk. Sözler, Lemaat, “Hasletlerin yerleri değişse.”
23) bk. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I/313, H. No: 1011; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV/366, 5299 Lâfzen hadis olduğu şüpheli ise de manası itibariyle sahihtir. İmam Gazalî (ra) de İhya’sında: “Ümmetimden tevâzu sahip- lerini gördüğünüzde, siz de onlara tevâzu gösterin. Kibirli olanları gördüğünüzde ise, siz de onlara karşı kibirlenin” şeklinde benzer bir rivayeti nakletmektedir. (III/733).
24) bk. Kastamonu L. 51 “Hilmi, Çaycı Emin ve Tahsin’in fıkrası” İkincisi.
25) bk. 13. Şuâ “Risale-i Nûr’un haylaz gençlerde dokuz tokadı.”
26) bk. Kastamonu L. 51 “Hilmi, Çaycı Emin ve Tahsin’in fıkrası” Birincisi.

Abdurrahman AYDIN

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*