Selâmlaşmak da şeâir-i İslâmiyedendir

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) Medine’ye yerleşince evi ziyaretçilerle dolup taşmaya başlamıştı. Ziyaretçilerin çoğunu, daha çok yeni Müslüman olanlar oluşturuyordu. Putları kırıp Hak dine giren bu insanlar Resûlullah’tan (asm) hayatları için örnek tavsiyeler almak istiyorlardı. Bu tavsiyelerin başında da şüphesiz ki “selâm” gelmektedir.

Selâm sözlükte; barış, rahatlık, selâmet, esenlik, kurtuluş, maddî ve mânevî zararlardan uzak kalma, dünyadaki belâlar ile ahiretteki azaptan kurtulma, sonu iyi ve hayırlı çıkma, insanların birbirleriyle karşılaştıklarında kullandıkları, yakınlık, dostluk ve saygı ifade eden söz veya işaret anlamlarına gelmektedir.

Selâm, Müslümanlar arasında, Allah’ın rızasını kazanmak için mü’minlerin birbirine ettiği “Selâmün aleyküm” şeklindeki duâ ve “kullara gelen ayıp, eksiklik, kusur ve yokluktan sâlim olan, kendisi her türlü eksikliklerden yüce olduğu gibi yarattıklarına da selâmet veren Allah” mânâlarına gelir.

Selâm ismi Kur’ân’da da pek çok yerde geçmektedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tır gerçek İlâh! Ondan başka yoktur ilâh! O Melik’tir, Kuddûs’tür, Selâm’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Cebbar’dır, Mütekebbir’dir. Allah, müşriklerin iddiâlarından münezzeh ve yücedir.”1

Peygamber Efendimiz (asm), “Selâm, Yüce Allah’ın isimlerinden bir isimdir ki, onu Allah yeryüzüne koymuştur. O halde, selâmı aranızda yayınız!” buyurmuştur.

Resul-i Ekrem (asm)’a “İhsan nedir?” diye sorulduğunda, “Yemek yedirmek ve herkese selâm vermektir” buyurmuştur.

Yahudilerden Müslüman olan Abdullah b. Selâm “Resûlullah (asm) Medine’ye gelince, halk ona koşuştu. ‘Resûlullah geldi!’ denilince, onu görmek için ben de halkın arasında onun yanına gittim. Resûlullah’ın yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzünde yalan yoktur! Konuşurken, kendisinden ilk işittiğim söz de, ‘Ey insanlar! Selâmı aranızda yayınız (Selâmlaşmayı yaygınlaştırınız!) Yemek yediriniz! Akrabalık haklarını gözetiniz! İnsanlar uykuda iken siz namaz kılınız ki, selâmetle cennete giresiniz’ sözü” olduğunu anlatır.2

Resûl-i Ekrem’in (asm), Medine’ye gelir gelmez, selâmlaşmayı tavsiye etmesi, bunun Müslümanlar arasında tanışma ve kaynaşmaya biricik sebep oluşuyla ilgili olmasındandı. Nitekim bir gün Resul-i Kibriya Efendimiz (asm) “Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe, cennete giremezsiniz! Birbirinizi sevmedikçe de, gerektiği gibi, iman etmiş olmazsınız! Ben sizi, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?” demişti. Sahabeler “Söyle’” dedikleri zaman Allah’ın Resulü (asm), “Selâmı aranızda yayınız!” buyurmuşlardır.3

Resûlullâh’a (asm) birisi “İslâm’ın en hayırlısı hangisidir?” diye sordu. “Yemek yedirmen ve tanıdığına, tanımadığına selâm vermendir” buyurdular.4

Selâm Kur’ân-ı Kerim’de, dua mahiyetinde ve cennetin ismi olarak da anıldığı görülür:

“Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selâm size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslâh ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”5

“Kendisine kavuştukları gün, Allah’ın onlara iltifatı, ‘selâm’dır. Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır.”6

“Onların oradaki duası: ‘Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!’ (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise ‘selâm’ dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”7

“İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A’râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: “Selâm size!” diye seslenirler.”8

“Onlara merhametli Rabb’in söylediği selam vardır.”9

“Rableri katında onlara selam yurdu (cennet) vardır. Ve yapmakta oldukları (güzel) işler sebebiyle Allah onların dostudur.”10

“Allah kullarını Daru’s-Selam’a (selâm yurduna) çağırıyor ve o, dilediğini doğru yola iletir.”11

Selâm verme âdetinin Âdem’le (a.s.) başladığı rivayet edilir. Peygamber Efendimiz (asm), bir mecliste otururken, bir zât gelip, “Esselâmü aleyküm!” diyerek selam verdi. Peygamberimiz (a.s.m.) onun selâmına karşılık verdi. Adam oturunca, Peygamber Efendimiz (asm) on sevap kazandığını söyledi. Sonra başka bir adam geldi ve “Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!” diyerek selâm verdi. Peygamberimiz (a.s.m.), onun selâmına karşılık verdi. Adam oturunca, Peygamberimiz (a.s.m.) ona yirmi sevap verildiğini söyledi. Sonra başka bir adam geldi ve “Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!” diyerek selâm verdi. Peygamberimiz (a.s.m.) onun selamına karşılık verip adam oturunca, ona da, otuz sevap verildiğini söyledi.

O sırada, meclisten bir adam kalkıp selâm vermeden gitti. Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.m.), “Arkadaşınız (selam vermeyi) ne çabuk unuttu. Sizden biriniz meclise gelince selam versin, oturmayı uygun görürse otursun! Meclisten ayrılmak için kalkınca da yine selâm versin! Verilmeye lâyıklık ve gereklilikte, önceki selâm sonrakinden farklı değildir” buyurdu.12

Bediüzzaman Said Nursî, yazdığı mektuplarda selama çok önem vermiştir. Mektuplarını selâmlarla süslemiştir. Meselâ bir mektubuna (mealen) şöyle başlar: “Ömür dakikalarınızın aşireleriyle vücunuzdaki zerrelerin çarpımı sayısınca Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!”

Bir başka mektupta ise, “Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun. Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı senin, validenin, kardeşinin ve ihvanlarının üzerine olsun” der.13

Selâm vermek veya verilen selâmı almak, Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarındandır. Selâmlaşmakta cimrilik etmek, iyi sayılmamıştır. Peygamberimiz (asm); evine selâm vererek giren kimsenin, bunun kendisine ve ev halkına bereket getireceğini haber vermiştir.14

Müslüman haklarından birisi de, karşılaştığı kimseye selâm vermek ve musafaha etmektir. Zira Resul-i Ekrem (asm), “Selâm vermeden önce söze başlayan kimseye, selâm ile başlayıncaya kadar cevap vermeyin” buyurmuştur.

Bir adam şöyle demiştir:

“İzin almadan ve selâm vermeden Resul-i Ekrem (asm)’ın huzuruna girdim. Resul-i Ekrem, ‘Geri dön! Selam ver, sonra içeri gir’ diye buyurdu.”

Enes (r.a.) şöyle demiştir:

“Sekiz sene Resul-i Ekrem’in hizmetinde bulundum. Bana: ‘Ey Enes! Abdeste devam et ve abdesti güzel al ki, ömrün uzasın. Karşılaştığın herkese selam ver ki, hasenatın çoğalsın. Evine girdiğin zaman ehl-i beytine selâm ver ki, evinin iyiliği ve bereketi artsın’ buyurdu.”

Selâm verilirken de binekli olan, yayaya; yaya, oturana; azlık, çokluğa; yaşça küçük olan, büyük olana önce selam verir.15

Bir hadis-i şerifte, “Bir Müslüman diğer bir Müslümana selâm verdiği; o da selâmı iade ettiği zaman, melek yetmiş kere ona selâm eder” buyurulmuştur.

Resul-i Ekrem (a.s.m.), “İnsanların, Allah yanında en makbul olanları, selâmı önce verenlerdir” buyurmuştur. Selâm vermek, nafile bir ibadet olmakla beraber, verilen selamın alınması ise, farzdır.16

Yukarıdaki ayet ve hadislerde görüldüğü gibi selâmlaşma üzerinde önemle durulmuştur. Ecdâdımız “önce selâm, sonra kelâm” diyerek selâma öncelik verdiklerini göstermişlerdir. Müslümanları birbirine yaklaştıran ve kaynaştıran selâmdır. Selâm aradaki düşmanlıkların kalkmasına da sebep olmaktadır. İki kişinin yukarıda örneklerini verdiğimiz selâmlaşma usûlleriyle selâmlaştıklarını gördüğümüzde onların Müslüman olduklarına hükmederiz.

Üstad Bediüzzaman der ki: “Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye (kamu hukuku) nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevî şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.”17

Öyleyse selâmlaşma da şeair-i İslâmiyedendir. Selâmlaşmayı aramızda yayalım.

Dipnotlar:

1- Haşr Sûresi, 23.

2- Ahmed b. Hanbel, 5: 451.

3- Buhari, Sahih, Edebü’l-Müfred, s. 254-255.

4- Tecrit Terc., 1: 29-30.

5- En’am Sûresi, 54,

6- Ahzab Sûresi, 44.

7- Yunus Sûresi, 10.

8- Araf Sûresi, 46.

9- Yâsîn Sûresi, 58.

10- En’am Sûresi, 127.

11- Yunus Sûresi, 25.

12- Ahmed b. Hanbel, 2: 287, Buhârî, Edebü’l-Müfred, s. 256.

13- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 449.

14- Tirmizî, 5: 59.

15- Buhârî, Sahîh,7: 1 28.

16- Buhari, Sahih, Edebül-Müfred, s. 268.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*