Semavî programlar güncellenemez

Din teklif edildiğinden beri nefse uymayan emirleri değiştirmek ve tahrif etmek hep varolagelmiş, gökte bir İlâhı kabul edip Rububiyet ve Ehadiyet ile şirk çatışması yaşanmıştır hep.

Her tahrifat ve sapkınlıktan sonra yeni bir şeriat gönderilerek marziyat-ı İlâhî kelâm sıfatıyla tecelli etmiş, insanlığın terakkisine göre dinler, şâri-i hakikî tarafından “güncellenmiş” olup başka bir din şeklinde tezahür etmiştir. Kulların hiç bir tasarrufata cüret etmeye hakları yoktur elbet.

Diğer semavî kitaplar tahrifattan masun olunmadığından, dinin asliyeti mu- hafaza edilmemiş, Kur’ân ise bizzat Cenâb-ı Hak tarafından korunmuş olup, dine vakî tecavüzleri red ve imha sadedinde memurin-i Rabbanî olan mücedditler ve seyyidler cemaati gözetiminde hiçbir şey karıştırılmadan bu güne kadar ter ü taze gelmiştir.

Ancak bidatlar her zeminde karıştırılmak istenmiş, bazı dall mezhepler kendine göre bir yol çizmiş iseler de, zamanla ehl-i sünnet vel’cemaat büyük caddesinden sapmışlardır. Ba- zen de ehl-i sünnet içinde zamanının şartları deyip “vazife-i ubudiyetle vazife-i arıziye muaraza” (kullukla zorluk arasında kararsız) o- lunduğunda “ubudiyet vazifesi” tavzif iken, reformist akımlara kapıldılar.

Batı bunu yaptı “bizde de yapılmalı yoksa ilerleyemeyiz” diye aldanıp aldatmaya çalıştılar ve aldatıyorlar.

İşte Bediüzzaman işte tecdit;

“Firenklerdeki inkılâbcılar ve feylesoflar, Katolik mezhebinde inkılâb yapmakla terakki ettiklerinden, acaba İslâmiyette böyle bir inkılâb-ı dinî olamaz mı?” diyen ehl-i bid’atın sualine karşı;

“Çünki Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı dîniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Ha-yat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi.” Hıristiyan reformist anlayışının İslâmiyette, deforme ve sonrasında da çürüme getireceğini gözler önüne sermiştir;

“Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem (asm) Din-i İslâm’ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor(..) Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar” şamarıyla bu tür teşebbüs niyetlerini kökten kesmiştir. Ancak yine de sağdan soldan başka isimler altında caddeye sızmalar yaşanmakta, insanlara makul gelebilecek tabirlere kapı aralanmakta; son atraksiyon “güncelleme” gibi..

GÜNCELİ İSLÂM’LAŞTIRSAK?

Tanzimattan beri var olan Avrupa medeniyetine yetişmek ve yenileşme düşünceleri İttihad ve Terakki ile hız kazanmış, önceleri laubalilik sonra da Cumhuriyetle beraber dinsizliğe yol bulabilmek için din-i Muhammedi’yeyi (asm) tağyir ve inkılâplarla Müslümanları neredeyse Kurtuluş Savaşı kazanımlarına pişman etmiştir.

Kemalizm’in Hilâfeti ve şeriatı kaldırmasıyla niyet a- çığa çıkmışken, bir kısım âlimlerin bu inkılâplara fet- va getirmeleri ise ayrı bir yara olmuştur.

Din âlimlerinin bertaraf edilme bahanelerine, “bağ- nazdılar, askerden kaçıyordular, M. Kemal kötü hocaları kasdetti, yoksa kendisi dindardı” bahaneleri fitnenin nasıl pazarlandığı, ezanın bir şarkıya dönüş türülmesi ve bid’alarla nasıl bir din öngörüldüğü millet inletilirken ortaya çıkmıştır.

Bediüzzaman’ın ezanı aslına uygun olarak okuması ve dini asliyetine çevirmek, bid’aları kaldırmak ve Nur’ların yazılmasına mukabil, 21 defa zehirlenmesi ve dindarların Allah deme karşılığında ciğerleri dil-hun eden bedeller ödenmesiyle hakikat ancak anlaşılmıştır.

Meselemize müncer olan güncellemek ise; zamanın elbisesi ve gidişatına göre, ifade-i meramını modernize edebiliriz.

Onu da ancak mücedditler yapmıştır. Yoksa semavî olan şeriatı kimse yerinden oynatmaya dahi kalkamaz, güncelleme denilerek yeni menfezler açılamaz.

Güncellemeye bahane ise;

Dini tebliğde, yaşadığı asrın ilcaatını ve fenn-i beyanı bilmeyen zatlar neticesi vahim fetvalara imza atabiliyorlar.

Bazı zahir ulemanın, zamanın usûl ve şartlarını bilmeden, dinin hassas me- sailini bu zamanın felsefik kafasına çıplak ders vermek ya taassuba, ya da dine yapılacak hücumlara kapılar aralayacaktır.

Evet, her zeminde ulema-i sû’u ve ehl-i sünnet ve’lcemaatten sapan âlimler ol-muş ve olacaktır.

Bir şeyin kötüsü bulunur diye o şeyi tamamen ortadan kaldırmak veya inhisar altına alıp, imanın hassası olan hürriyetlere gem vurarak merkeziyetçi ve dayatmacı bir diyanet o-o lamaz.

İş dönüp dolaşıp cemaatlere geliyor.

Diyanetin göreve dâvet edilmesiyle daha önce Bediüzzaman’a dedikleri gibi;

“Bize ahkâm-ı diniyeyi ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun?”

Bid’alar güncelleniyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*