Sen benim için gönderilmiş şefkat kahramanısın anne!

Image

Anneciğim, sen aklıma bir rüya ile düştün. Rüya tılsımlıydı ve ilk başta yoramadım senin için olduğunu.

Rüyanın yorumunu beklerken, zaman geçti. Parçalar yerine oturdu ve rüyanın sana işaret ettiğini anladım. Aldım elime kara kalemi ve geçtim beyaz sayfanın karşısına. Baktım ilk önce tek noktanın yer etmediği beyaz sayfaya ve ilk kelimeyi yazdım, ardının geleceğini, gönderileceğini bilerek.

 Anneciğim, sana galiba ilk defa anneciğim diyorum. Bundan önce hep anne derdim. Anne! Evet, bu kelime iki sesli, iki sessiz dört harften oluşur. Ama benim için bin bir harften oluşan, ne kadarı sesli, ne kadarı sessiz olduğunu bilmediğim cümleler dizesi.

Anne seni tarif bile edemiyorum. Tarif etmeye kalktığımda hep boşluklar oluşuyor. Bin bir harften oluşan kelimeler de yetmiyor seni anlatmaya. Ama biliyor musun? Tek bir cümle var ki, o senin tarifinin özünü oluşturuyor. Anne: “Sen benim için gönderilmiş şefkat kahramanısın”. Yani sıfatı şefkat kahramanı olan nazenin bir hediyesin.

Anneciğim, biliyor musun, her gönderilen hediyenin bir göndereni vardır. Sen bana gönderilmiş öyle bir hediyesin ki, hediyenin kıymeti gönderen nispetinde artıyor ve özelleşiyor. Senin gibi paha biçilmez hediyenin kıymetini, umarım gönderenin hatırı için ve onun rızası için idrak ederim.

Anneciğim, hediyeyi gönderen olduğu gibi, hediyenin gönderileni de vardır. Gönderilen kısmını ise ben dolduruyorum. Ben ki, senin en güzel yıllarında, o gencecik yaşında, sana gönderilmişim. Senin için gönderilen ben hediyesinin ise, yine bir göndereni var. İlginç olan şu ki, hediyede gönderilen kısım ve gönderilenler sürekli değişirken, gönderen kısmı hep aynı.

Bana sen gibi bir hediyeyi gönderen zât, beni de sen gibi bir şefkat kahramanına gönderiyor. Anneciğim, göndereni iyi tanı, gönderen zât, hediyeyi göndermesiyle beraberinde esmâsını da gönderiyor. İlk başta Hâlık ve Musavvir isimleriyle esmâsından pırıltılar sunarken, ardından bütün hâl ve davranışlarıma o esmâ pırıltılarının yerleştirildiği ortaya çıkıyor. Onlar parıl parıl parlayarak dikkat çekmelerinin amacı gönderenin hep hatırlanmasıdır. Yani Rabbim (sana gönderilen her hediyenin sahibi) hediyeleri esmâ pırıltıları ile süslemiş ki, bir an bile göndereni unutma!

Unutmamak; görmekle, bakmakla, okumakla, anlamakla ve anlatmakla oluşuyor. Aslında niyet, esmâ denizinden bir âb-ı hayat içmek olurken; hem içiliyor, hem görülüyor, hem okunuyor, hem de İnşâallah O’nun izniyle unutulmuyor. Zaten gönderen Zât, senden göndereni hiçbir zaman unutmamanı istiyor.

Gönderen Zât, nasıl seni benim için ve beni de senin için, yani bizi birbirimiz için göndermiş. Bizi birbirimiz için kırmızı kurdelâlı paketlerin içinde değil, hayatta eşine benzerine rastlamadığımız suretler ve siretler içinde gönderiyor. Şöyle ki, ben bir iki günlükken sen yirmi, yirmi beş yaşında kocaman biriydin. Benim seninle anlaşmam zor, senin beni muhatap alman garip. Hem biz bu aradaki farklılık uçurumuyla neyi paylaşacağız? Neyi konuşacağız? Ve ne kararlar alacağız gelecek baharlar için?

Anneciğim ne gariptir ki, Rabbim aramıza uçurumlar koymuş; ama bu uçurumlar tek bir bağ ile yok olmuş. Öyle ki başıma bir şey gelse, hemen senin şefkat kucağına sığınıyorum. Sen ise fedakârlık defterinin sonsuz sayfalarından, her seferinde birer sayfa daha tüketiyorsun.

Aklıma gönderilmişken, seni tanıtan bir diğer sıfat da muhabbet fedaileri oluyor. Ve şu dizeler: “Vâlide ruhunu feda ettiği evlâdını daima tehlikelere maruz gördükçe titrer”. Benim için ruhunu feda eden ‘fedailer fedaisi’, kendime bakıyorum da: Benim beş-on sene sonrası aklıma düşmezken, sen benim yirmi, yirmi beş sene sonraki halimi hayal ederek büyütüyorsun. Ona göre fedakârlık ediyorsun.

Anneciğim, sonsuz sayfalı fedakârlık defterinin sayfaları bitmez, bu verilen sonsuz duyguyu, sonsuzluk için feda et. Sonsuz için feda etmek, evlâdını sonsuz bir yer olan ahiretteki hâlini hayal ederek büyütmekle oluyor.

Sen benim için nice fedakârlık yapmışsın, peki ya ben? Benim için bunca fedakârlığı göze alan hediye için ne yapabilirim? Ne yapmam gerekir? Nasıl davranmalıyım? Acaba seni tozlanmayasın diye elmastan kutuya mı koysam? Belki de ipek bohçalarla sarmam gerek seni? Kaç yıl sırtımda taşımalıyım ki; dokuz ayın bir günüyle eşit olsun? Ya da ne yapsam da seni, sonsuzluk âleminde oturtsam.

Bilmediklerimin ve merak ettiklerimin cevabının yer aldığı Risâle-i Nurlarda bu soruların da cevabı var. Şöyle cevaplanmış: “…kendi vâlidesinin şefkatine mukabil fedakârane hizmet ve dindarane duâlarıyla ve hasenatlarıyla vâlidesinin defter-i a’maline haseneler yazdırmak ve âhirette sâlih ise vâlidesine şefaat etmek ihtimalinin olduğu bildirilmiş…”

İnşâallah ben de evlât olarak fedakârane hizmette bulunurum. Ve İnşâallah, dindar bir evlât, bir anne, bir kul olarak yaşarım. Anneciğim, senin sonsuz sayfalı fedakârlık defterin (defter-i a’mâlin) hasenelerle dolar. Böylece aramızdaki ahiret ve dünya uçurumu duâlarla yok olur. Belki de rüyalarda buluşulur (gönderilen rüyalarda).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*