Servet yerine şerefli bir soyadı bırakan adam

EŞİNE ve çocuklarına, ‘Vasfiyem, aziz yavrularım’ hitabıyla başlayan mektupta, ‘Size mâl, mülk, servet bırakmadım. Yalnız size şerefli, nâmuslu, erkek bir ad bırakabildim. Hiçbir zaman başınız yere bakmayacaktır. Siz de bununla iftihar ediniz…’ ibâreleri, asil, izzetli tâvizsiz duruşun ve dürüstlüğün muhteşem ifadesidir.

Ailesine servet yerine şerefli bir soyadı bıraktığı için övünen bu adam kim?

1950’den Yassıada’ya idam edilmek için götürülene kadar on yıl boyunca Ulaştırma Bakanlığı, üç kez Millî Eğitim Bakanlığı, Meclis Reis Vekilliği, Bayındırlık Bakanlığı, Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptığı halde, hayatında bir evi dahi olmayan Tevfik İleri.

27 Mayıs darbesinin ne kadar zalim bir darbe olduğunu sadece Tevfik İleri’nin hayatı ispatlar.

Ne zaman 27 Mayıs gelse ben önce bu kahraman ismi hatırlarım.
Eşi Vasfiye Hanım, eşi Tevfik İleri’nin ibretli hayatından anlamlı hâtıralar anlatırken birinde, ‘Vekil olduğumu önüme gelen evrakları imzalarken hatırlıyorum’ diyen Tevfik İleri’nin, çile ve ıztıraplara karşı şikâyet etmeyip hep şükrettiğini naklediyor.
* **
Yassıada’da yazdığı 50 kelimeyle sınırlı ve sansürlü mektuplarının birinde, ‘Bütün hayatım sanki böyle bir günün geleceğini biliyormuş gibi hesap verecek şekilde, sıkıntı içinde, feragâtle geçti….’ sözü, çile ve ıztıraplara mukabil asâletli ifâdesidir.

Sürekli ‘şikâyet yok, şükür var’ demesi, fedakârlık ve kahramanlığının şerefli simgesidir.
* **
5 Eylül tarihli mektupta, ‘Bize her ay 100 lira gönderilebiliyor. Utanarak sizden isteyeceğim. Harbiye’den beri yediğimiz yemek paralarını da ödememiz lâzım gelecek. Onu da sırası gelince mecburen yazacağım…’ diye yazan Tevfik İleri’nin, 5 Ekim 1960’ta yazdığı mektupta Vasfiye Hanım’a, ‘Harbiye ve buradaki yediklerimizin ücretini arkadaşlardan alarak ödedim… Noter masrafları filân 400 lira. İmkân olursa ‘yemek parası’ kaydıyla gönderirsiniz… Daha kötü halleri düşünerek mes’ud ol, olunuz cânlarım’ satırları, ne tür sıkıntılara mâruz kaldıklarının en ibretli belgesidir…

AB kapısı 27 Mayıs’ta kilitlendi
1945’te çok partili düzene geçmek zorunda kalan Türkiye, tek parti yönetiminin baskılı rejimine rağmen 1949’da Avrupa Konseyi’nin üyesi oldu.

1957’de kurulan ve sonradan Avrupa Birliği’ne (AB) dönüşen Ortak Pazar’a da 1959’da yani Demokrat Parti iktidarı döneminde başvurdu.

Başvurusu da müspet karşılandı.

AET’ye girebilmenin ilk şartı, Avrupa Konseyi’nde olduğu gibi, insan hak ve özgürlüklerini güvenceye alan demokratik düzeni yerleştirmek, ikinci şartı da ‘piyasa ekonomisi’ne bağlı olmaktı.

Türkiye’nin ortaklık başvurusunu izleyen müzakereler sürerken, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi gerçekleşti.

AET, demokrasiyi yok edip askeri rejime geçmiş olan Türkiye ile müzakereleri durdurdu. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın 1961’de idamları üzerine, De Gaulle ve Dışişleri Bakanı C. De Mourville ‘biz dün konuştuğumuz insanları idam edenlerle görüşmeyiz’ diyerek, müzakere yollarını tamamen kapadılar.

Askeri darbe, 27 Mayıs 1960’tan ibaret kalmadı. 12 Mart 1971 müdahalesi sonrası idam kararları ve infazlar ilişkileri tekrar durdurdu.

1979’da tam üyelik başvurusu yapıldı. Bu kez de 12 Eylül 1980 darbesi oldu.
İlişkiler bu defa 1999’a kadar durduruldu.

Refahyol hükümetine karşı yapılan 28 Şubat süreci de iç piyasada büyük sermayenin büyümeye başlayan Anadolu sermayesini durdurma operasyonundan başka bir şey değildir.

Şayet darbeler, darbelerin getirdiği zihniyet ve kadrolar olmasaydı, Türkiye 1961’de yapabileceği Ortaklık Anlaşması ile çok hızlı endüstrileşme ve kalkınma sürecine girebilecek, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkları yaşamayacak, Türkiye’de 2007 yılı için kişi başına düşen ortalama yıllık gelir payı en azından Yunanistan’a eşit düzeyde 20 bin dolar civarında bulunacaktı.

Demokrasi, hak ve özgürlükler düzeni, çok daha ileri düzeyde istikrar kazanacak, böylece belki de PKK sorunu da doğmayacaktı.
* **
Askeri müdahaleler sürekli yurtiçi ve yurtdışı dev sermaye sahiplerine yaradı. Onlar ekonomide yeni zenginler istemedikleri için askeri darbelerle tekelciliklerini muhafaza etmeyi başardılar.

Her darbe sonrası oluşan ekonomik rant o kadar büyüktü ki asker bile ticarete heves etti.

27 Mayıs darbesi’nden hemen sonra OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) kuruldu. O günden bugüne kadar da Türkiye’nin dördüncü büyük holdingi oldu.

Yaşar Süngü, Yeni Şafak, 27 Mayıs 2012

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*