Sevgi, korkudan daha güçlüdür

Severek öğretmek, döverek öğretmekten çok daha kolay ve kalıcıdır. Eğitimcilerle oturup sohbet ediyoruz. Aramızda idarecilik yapanlar var, öğretmenler var bir de dershane işletmeciliği yapanlar var.

Malûm olduğu üzere, hepsi de öğrenci odaklı çalışmalar. Elbette böyle bir arenada ne konuşulur?
Zaten neler konuşuyordunuz, diye soracağınızı düşünmüyorum.
Kim ne ile meşgulse, elbette meşguliyeti de o olacaktır.
Sohbet gündemimizin tam orta yerinde ‘öğrenci’ler var.

İdareci, idareci açısından ‘öğrenci’yi konuşuyor; öğretmen zaten başka ne konuşacak, bir de hazırlık dershaneleri ilgilileri var ki onlar zaten merkeze öğrenciyi almış bulunuyor. Tabiî konu eğitimci olup da, aynı zaman da veli olanlar da var, yine o cihetten de gündem ‘öğrenci’.

Allah aşkına bu kadar ilgilenmek ve bu kadar beklenti, bu kadar kişi üzerinde değişik değişik hesaplar ne kadar rahatsız edici bir tablodur.

Düşünün ki, çevrenizde sizinle ilgilenenlerden hepsi, sizin üzerinizde bir takım hesaplar güdüyor.

Hatta yatırımını sizin üzerinize yapanlar bile var.
Evlerdeki beklenti, akrabaların beklentileri, arkadaşlar arasındaki rekabetler, bir de üstüne üstlük ‘kazanamazsam ne derler?’, ‘nasıl anlatacağım?’ baskısı hayatı tam yaşanmaz hale getiriyor.

Doktor ol diyenler, mühendis ol diyenler, öğretmen ol diyenler… diyenler de diyenler… Peki kardeşim madem o kadar biliyorsunuz, kendiniz niye olmadınız diyesi geliyor insanın. Allah’tan yavrularımız öyle saygısız değiller.

Böyle bir durumda, siz öğrenci olsanız ne yaparsınız?
Doğrusu yine iyi dayanıyor zavallı yavrularımız.
Aslında bu kadar baskı, beklenti, psikolojik durum tam bir başarısızlık doğurması lâzımdır.
Malûm başarı, kaygının azalması, rahat düşünebilme, üzerinde baskı oluşmaması doğabilen bir sonuçtur.
Böyle bir ruh haliyle, yine de çocuklarımız, gençlerimiz bir yerler kazanacaksa, onları tebrikler etmek lâzımdır.

Tabiî benim asıl konum bu değil. Eğitimci, idareci beyefendilerle bir aradayız. Aman ya Rabbi, ne konular ne konular! İdarecini havası ayrı, kriterleri ayrı, kaprisleri ayrı, tasası ayrı, şikâyetleri ayrı, astığını astık kestiğini kestik tavrı daha bir ayrı…

Öğretmenler zaten apayrı bir âlem.
Öyle öğrenci hikâyeleri oluşmuş ki, evlere şenlik. İnanın bir hikâye yayıncısı okulları dönemler boyu gezse, ciltler dolusu hikâyeler çıkarabilir. Hem de ne hikâyeler. Çoğu gün yüzüne hiç çıkmamış hikâyeler.

Tabiî bütün problem paylaşımlarına dönük, ceza modelleri de bir o kadar gelişmiş. Bir taraftan problem gelişiyor, diğer taraftan ceza modelleri de ona paralel gelişmeler gösteriyor.

Tabiî ben de bütün bu modellerin ötesinde farklı bir şey kattım ortama. Benim savunduğum şey ise, sevginin korkutmaktan daha etkili olduğu idi. Çünkü insan sevdiğini üzmek istemiyor. İnsan, sevdiğinin sevmediği şeyleri yapmak istemiyor. Böylece öğrencilerin sevgisi kazanılabilirse, işlenen suçlar da büyük oranda azalmış olacaktır.

Yani benim iddiam; sevmek bir terbiye metodudur. Onun için de peygamberin yanında yetişmiş olan gençler, Ondan hep sevgiye dair şeyler duymuşlar ve yaşamışlar. ‘Neden bunu böyle yaptın ya da neden bunu böyle yapmadın.’ şeklinde, içinde kınama, içinde azarlama, içinde haddini bildirme, içinde hesap sorma olan bir cümle dahi duymamışlar.

Haa günümüze gelindiğinde ise, herhangi bir problem karşısında çocuğa, öğrenciye ebeveynin, öğretmenlerin, idarecilerin söylemediği kalmıyor. Okulda, evde, çevrede öğrenci hep aynı tür nasihatleri dinliyor. Elbette bu tür nasihatler söyleyenin ötesine geçmiyor. Ama farklı bir yol deneyen de yok.

O zaman nasihatler de tesirsiz kalıyor.
Yani bu güne kadar hangi şiddetten, hangi dışlamadan, hangi göz ardı etmeden, hangi adam yerine koymamaktan, dayak atmaktan, ağır cezalar uygulamaktan sağlıklı bir sonuca ulaşılmıştır. Bunun kitaplardan değil, yakın çevremizdeki kardeşimizden, çocuğumuzdan, arkadaşımızdan gözlemleyebiliriz.

Ama gelin görün ki, herkes kendi yaptığının doğruluğuna hükmediyor.
‘Dayak cennetten çıkmış.’ diyenden tutun, ‘Allah’ın affedici olduğu kadar, kahredici, cezalandırıcı, intikam alıcı olduğundan’ bahsedenler gündemi adeta dolduruyorlar.

Oysa öğretmediğimiz, ilgilenmediğimiz, eğitmediğimiz, sevgi göstermediğimiz her evlâdın bir yanlışa itilmesinin söz konusu olduğunu unutuyoruz. Bütün yanlışların içindekiler bizim ihmal manzaramız değil midir? O zaman kınamak yerine, ‘Nerede hata yaptık?’ diye bakmak gerekmiyor mu? Ama herkes kendi konusunu sunarken, sizin iddianız için de, ‘size aynen katılıyor olmakla birlikte’ diye başlıyorlar. Madem katılıyorsunuz, o zaman diğer iddianızdan vazgeçmeniz gerekiyor.

Disiplinsizliği kimsecikler savunmaz. Ama ceza noktasına gelen bir konu, bir ihmal göstergesidir. Ceza, ceza verenin tedbirini almaması sonucu ortaya çıkmıştır. Önemli olan ceza verecek bir duruma gelme zemini yok etmektir. Bunun da yolu, aradaki vesile ne ise, (babalık, öğretmenlik, idarecilik) onu sevgi ile yapmaktır. Sevginin olmadığı bütün uygulamaların yarını yoktur.
Evet, ben yine iddiamı sürdürüyorum:

Severek öğretmek, döverek öğretmekten çok daha kolay ve kalıcıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*