Şeytanın Psikolojisi

Hazret-i Âdem’in çamurdan yaratıldığını görünce, ondan üstün kılınması hâlinde onu helâk edeceğini, onun üstün kılınması durumunda da karşı geleceğini içinde gizledi. Eğer düşünseydi, tercihin Âdem’den yana yapıldığını düşünseydi, buna karşı gelmeye güç yetiremeyeceğini anlayacaktı. Ancak haddini bilmedi ve bu tercihi yapanı takdir edemedi.

Şeytan Allah’ın hikmetine itiraz etti. Bu kadarla kalsaydı, sadece hasede sürüklenecekti, yani kıskançlığa. Ancak bununla kalmadı. Yaratıcının hikmette kusur ettiğini düşünerek itiraz etti. “Bunu mu bana üstün kıldın? Yani niçin üstün kıldın?” dedi. Âyette de, “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın.” (Araf Sûresi, 12; Sâd Sûresi, 76) buyrulduğu gibi, Âdem’den üstün olduğunu iddia etti.

Genel olarak sözlerinin muhtevası şu anlama gelmektedir: “Ben hikmet sahibinden daha hikmetli, bilgi sahibinden daha bilgiliyim. Âdem’i benden üstün kılması doğru değildir.” O biliyor ki, ilmi, Âlim (Her şeyi bilen) Allah’tan kaynaklanmaktadır. Buna rağmen sanki “Ey bana öğreten! Ben senden daha bilgiliyim. Ey onu benden üstün kılan! Bu yaptığın doğru değil” demektedir.

Bütün hileler boşa çıkınca kendini helâk etmeye razı oldu şeytan. Israrını daha da kuvvetlendirdi ve “Muhakkak onları saptıracağım” (Hicr Sûresi, 39; Sâd Sûresi 82) diyerek başkalarını helâk etmek için çabalamaya başladı.

“Muhakkak onları saptıracağım” sözündeki cehaletin iki yönü vardır:

Bir: Bu sözüyle şeytan insanları kastederek kendini cezalandıranı etkilemek istemiştir. Ancak Allah’a hiçbir şeyin etki edemeyeceğini, herhangi bir eziyet yapamayacağını ve fayda sağlamayacağını gözden kaçırmıştır. Çünkü Allah, kendinden başkasına muhtaç değildir; Ehad’dır.

İki: Önce korunması zaten murat edilmiş olana zarar veremeyeceğini unuttu. Sonra hatırlayarak, “Sadece onlardan ihlâslı kulların” (Hicr Sûresi, 40; Sad Sûresi, 83) istisnasını yaptı. Fiilî etki etmiyorsa, hidayete takdir edilmiş olanı saptırması zaten mümkün olamaz. Böylece çabası boşa çıkmıştır. Çabasının boşa gitmesiyle birlikte aşağılığa razı oldu ve “Kıyamet gününe kadar bana mühlet ver” (Araf Sûresi, 13) dedi.

Böylece suçtan ötürü cezalandırılacak günahkâr konumuna düşüyor. Sanki buna kızıyor ve cahilliğinden Hakk’ın etkileneceğini sanıyor. Sonra ebedî cezalandırılmanın yakınlığını unutuyor ve mühlet istiyor. Onun gafleti gibi gaflet ve cehaleti gibi cehalet olamaz.

İbnü’l-Cevzî,

Ahmak ve Dalgınlar kitabından

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*