Sezer´i sezmek…

Üslûbunu ilmî çerçevelere oturtamayan dindarlarımızın ifrat ve tefritlerinden yorgun düştük, gayrı… Garazlar temelinden yükselen üslûpların belâsıyla Türkiye içimizi dışımıza çıkaran şu med ve cezirlerden bir türlü kurtulamıyor. Çoğu kez ferasetten mahrum, sathî ve bilgi eksikliğine dayanan hükümlerin faturalarını milletçe ödüyoruz. Şu son otuz küsûr sene içinde bir basın taramasıyla, yukardaki iddialarımıza binlerce örnek bulabileceğimizi düşünüyorum. Siyahın nasıl beyaza dönüştüğünü, dönüşürken getirilen mantık dışı yorumlara hayret etmemek mümkün değil.

28 Şubat gibi, 12 Eylül cinayetinin son bir kalkışmasını Demirel’e güle-oynaya fatura edenler; A. Necdet Sezer’in cemaziyelevvelini okumadan “Birisine düşmanlık kasdına” dayanarak bugünkü cumhurbaşkanının methine koyuldular. Velvele ve gürültünün boyutları; onları i’tidal ve temkine dâvet etmemize fırsat bile vermedi. Laiklik anlayışını, temel hakk ve hürriyetlere bakış açısını ve temsil ettiği misyonu kenardan-köşeden ifade etmesine rağmen, yine “Demirel düşmanlığı” onu hürriyet adamı, halk adamı seviyesine çıkardı. Verilen ödevleri yapmak, statüko içinde kendisini ifade etmekten kaçınarak gelmiş olmak ve resmî ideolojinin tüzüğüne sadakat gibi erdemlerle belli seviyeye gelmiş, siyasî kültürden mahrum, halk yaşantısından uzak birisinin halkı, halkın oluşturduğu cumhuriyeti ideal mânâda temsil edip edemeyeceği sorusunu da önceden kendimize sormadık…

Ben 1958 doğumluyum. Doğduğumda köyümde elektrik ve telefon yokmuş.  Annem bakraçlarla eve su taşıyormuş. Köyüme yol hâlâ gelmediği gibi, köyün çilekeş kadınları karda-kışta hâlâ bakraçlarla su getirmeye çalışıyorlar. Sezer mantığına göre köyümüzün yola ve suya ihtiyacı yok. Türk üniversitelerinin kapısında tek parti diktasıyla durup başörtülü kızlarımızı kovalayan jakoben zihniyetin marifetiyle, binlerce başörtülü çocuğumuz Avrupa ve Amerika üniversitelerine taşınıyor. Aynı zamanda savundukları temel hakk ve hürriyetlerin ihtisasını da bu demokratik ülkelerde yapıyorlar. Fakat oralarda, başkasının hakk ve hürriyetini kısıtlamayan hareket ve davranışlara kimse karşı çıkmadığından “Başörtüsü siyasî bir simgedir!” safsatasını dillendiren de yok.

Dünyanın hürriyet şarkısını terennüm ettiği, fertlerin hür topluluklar içinde bağımsızlıklarını ilân ettikleri bir evrende; totaliter, kısmen faşist ve temel hakk ve özgürlükleri yasaklayan yasalarla insanları hâlâ idareye yeltenmenin bir şanssızlık olduğunu düşünüyorum. Sayın Sezer’in, “hukukun üstünlüğü”, dersiyle “temel hakk ve hürriyetler” şarkısı yalnızca nutuklarında kaldı. Biz Perşembelerin gelişini Çarşamba’dan anlamıştık. Ah şu bizim acilci sağımızın “kronik Demirel düşmanlığı” yok mu? O günlerde ağzımızı bile açamazdık. Sayın Sezer’i biz Avrupa’da yaşayan Türkler olarak dâvet ediyoruz. Şu meşhur “laiklik anlayışını” Avrupa ve Amerika’daki hukuk fakültelerinde mutlaka ders olarak vermelidir. Zira kendileri iyi bir hukuk tahsili görmüş ve resmî ideolojinin öngördüğü çerçeve içinde yıllarca icra etmiştir.

İcraat ile tepkiyi, cahil bırakılan topluluklar tefrik edemiyorlar. Başbakanla restleşmek başkadır, 28 Şubat dediğimiz millet iradesine ihanet eden hareketlerin başucunda bekçilik yapmak başkadır. Siyasetten gelmediği için pejmürde hükümetin hiçbir boşluğunu da dolduramadı. Önceki cumhurbaşkanı hiç olmazsa “dış politika yükünü” başarılı bir şekilde götürüyordu. Bir anayasa kitapçığını fırlatmakla TC yüzde kırk devalüe olmuyordu. Büyük krizler, ekonomik çöküntüler başgöstermiyordu. Dedim ya, haset, garaz ve kin üzerine bina edilen politikalar “hakperestlik” çizgisini yakalayamıyorlar. Duygularla hareket etmenin geçmiş çağlara ait olduğu söylenir. Zamanımızın da bilgi çağı olduğunu iddia ederler. Siz söyleyin, şu geçirdiğimiz son otuzbeş senelik hadiselerin matematik bir tahlilini yaparsak karşımıza hangi sonuçlar çıkar?

a) Sayın Sezer’in statükocu bir bürokrat geçmişiyle hak ve özgürlükleri müdafa edemeyeceğini,

b) Devlet geleneği tecrübesi olmadığından hükümetlere bir faydasının olamayacağını,

c) Karaladığımız ve tam yarım asırlık bürokrasi, devlet, millet ve siyaset tecrübesi olanları ve bilgi dünyasını, mevcut siyasetçilerin hepsinden daha aktif takip edenlerin bir kalemde silinip atılamayacağını görmüş olacağız.

Evet, boyalar çok erken dökülüyor. Zira zamanımız sür’at asrı… Fakat şu hakikati gelin hepimiz bir daha kabullenelim. Şu resmî ideoloji, bundan böyle kim bekçilik yaparsa yapsın, arkasında maaşlı ve rütbeli bir avuç insandan başka hiç kimseyi bulamayacaktır… Siyasallaştığı iddia edilen yargıya ve bağımsızlığını yitiren medyaya rağmen…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*