Şiddet ve silâhla barışa ulaşılamaz

Hilal tv’de konuşan Suriyeli âlim Cevdet Said, ülkesindeki olayları değerlendirirken “Zalimlere silâhı silâhla terk ettiremezsiniz” dedi.

SİLÂHLA DÜZEN KURAMAZSINIZ

Silâh, isyan ve çatışmayla barış olmayacağını belirten Cevdet Said, ülkesindeki olaylar için “Rejime karşı silâh kullananlar da diğerlerinden çok farklı davranmıyorlar” dedi. “Kardeşleri öldürüyor, şehirleri yıkıyorlar, onlara silâhla karşılık verilmesin mi?” sorusuna, “İnsanın düşüncesini silâhla değiştiremezsiniz ve silâhla düzeni de kuramazsınız” karşılığını veren Said, insanların işkenceyle öldürülmesine, kurşuna dizilmesine karşı “nefsi müdafaa” perdesinde aynı yöntemle savaşmanın çare olmadığını söyledi.

SAİD NURSî′NİN KUR′ANî METODU

“Demokratik süreç geldiğinde, hak ve hürriyetler sağlandığında zalimler zaten gitmiş olacak” diyen ve İslâm dünyası ile insanlığın sulha, selâmete, medeniyete Said Nursî′nin ortaya koyduğu Kur′anî metodla erişip ulaşacağını kaydeden Said, “Bugünden sonra bu iyileşme giderek çoğalacak, biz görmesek de çocuklarımız görecek; bütün dünya kan akıtmaktan, fesattan, fitneden kurtularak daha güzel ve barışçı yönetim sistemlerine ulaşacak. Bu Kur′an′ın gösterdiği yoldur” dedi.

SURİYELİ ÂLİM CEVDET SAİD HİLAL TV’DE KONUŞTU: Çıkış yolu müsbet hareket metodu

TAKDİM

Suriyeli İslâm âlimi Cevdet Said, İslâm ve Arap âleminde despot rejimlere karşı başkaldırılarla tetiklenen, çatışmalarla iç savaşa varan vaziyeti değerlendirdi.

Cevdet Said, Kur’ân âyetlerinin tefsiriyle ve Peygamberimizin (asm) hadisleriyle ortaya koyduğu şiddet karşıtı fikirleriyle dikkat çeken Suriyeli bir düşünür.

1931 yılında Şam yakınlarında Golan Tepesi eteğindeki Bir-i Acem Köyünde doğan Adigelerin Abzeh Kabilesi’nin Tsey sülâlesine mensup bir âilenin çocuğu olan Cevdet Said, köyünde, şehir hayatından uzakta, beslediği iki ineğiyle mütevazı bir hayat yaşıyor. Arı yetiştiriyor, bal ticaretiyle geçimini sağlıyor.

Uzun süre Mısır’daki El Ezher Üniversitesi’nde eğitim gören ve Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesinden mezun olan Suriyeli Çerkez mütefekkir, gençlik yıllarında Seyyid Kutub’un kitaplarına getirdiği eleştirilerle dikkati çekmeye başladı. Cevdet Said, Kur’ân’a ve Peygamberimizin (asm) hadislerine dayandırdığı şiddet karşıtı düşünceleriyle, İslâm dünyasının felsefî ve kültürel değerlerini yeniden dirilterek öze dönmeyi hedefleyen çağdaş düşünce özgürlüğünün en başta gelen savunucusu olarak bilinmekte.

Cezayirli büyük düşünür Mâlik ibni Nebi’nin seçkin öğrencisi ve izleyicisi olarak nâm salan Cevdet Said, “şiddete ve kaba güce karşı olmak” olarak özetlenen görüşleriyle çalışmalarını 50’li yılların sonlarından itibaren sürdürüyor. Dünyanın bugünkü durumu ve gidişatına dair yaptığı farklı orijinal değerlendirmeleri, makaleleri, incelemeleri ve konferans faaliyetleri, İslâm dünyasında ve Batı’da büyük yankılar uyandırıyor.

Sohbetlerinde sıkça Said Nursî’nin fikirlerine atıfta bulunan Cevdet Said, özellikle iç karışıklıklarda “şiddete karşı oluş”la açığa çıkan fikirleriyle, Bediüzzaman Said Nursî’nin Nur Risalelerinde beyan ettiği “müsbet hareket” prensibiyle buluşuyor.

“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez” (En’am Sûresi: 164) âyetinin mânâsındaki “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz” Kur’ânî hükümle kuvvetin dahile karşı değil, ancak hâricî tecâvüze karşı istimal edilebileceğini ders veren Bediüzzaman’ın, “dahilde mânevî cihad” olarak tarif edilen “şûra”, “meşveret” ve “meşruta-i meşrua” gibi içtimaî düsturlarını esas alıyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 455-460)

Bediüzzaman’ın Müslümanların aralarındaki hak arayışlarında, dahilî nifak, ihtilâf ve kavgalarda hakkı ve hukuku savunurken, haksızlığa ve zulme girmemek adına, “Uhuvvet Risalesi”nin başına koyduğu, “Mü’minler ancak kardeştirler, siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin” (Hucûrat Sûresi: 10) meâlindeki âyet üzerine bina ettiği anlayıştan hareket ediyor.

“Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilat Sûresi: 34) hükmüyle savunuyor. Dahili meselelerde, haksızlığa ve zulme karşı direnişte “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenemez” (Fâtır Sûresi: 34) Kur’ânî hükmü üzerine oturtuyor.

Türkiye’de, “toplumsal ve bireysel değişimin yasaları”; “İslâmî mücadelede şiddet sorunu” ve “İslâmî harekette güç, irâde ve eylem” muhtevalı kitaplarıyla tanınan Cevdet Said, düşüncelerinde özellikle İslâm’â şuurun yeniden tashihiyle şiddetin reddi, âfâkî ve enfüsî âyetlerin araştırılması, diyalog, uzlaşma, anlaşma, birlikte yaşama gibi konularda yoğunlaşıyor. Arap ve İslâm âleminin yaşadığı çağdaş fikrî sorunlar üzerinde çalışıyor. İmanın verdiği şuurla, zulümler karşısında Müslüman olmanın sorumluluğunu sorguluyor.

Suriye’de, savaş kargaşa ve kaosu sürerken geçtiğimiz hafta Urfa üzerinden Türkiye’ye giriş yapıp İstanbul Beykoz’da misafir edilen akrabalarının yanına yerleşen Cevdet Said, Dünya Çerkezleri Dayanışma Komitesi ile irtibat hâlinde.

Cevdet Said’in Türkçe’ye çevrilen başlıca eserleri şunlardır: “Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları”, “Âdem’in Oğlu Habil Gibi Ol / Yeni Bir Kimliğin İnşası”, “Güç, İrâde ve Eylem”, “Değişim Rüzgârı, “Din ve Hukuk”, “Oku! / Bilginin Gücü, Kerem Sahibi Rabbinin adıyla” ve “Âdemoğlunun İlk Mezhebi / İslâm ve Şiddet Üzerine.”

“İNSAN YERYÜZÜNDE FESAT VE KAN DÖKMEK İÇİN YARATILMADI…”

Hilâl Televizyonu’nun (23 Aralık 2012) “Hasb-ı Hâl” isimli programına katılıp, gazeteci yazar Resûl Tosun ile Sibel Eraslan’ın sorularını cevaplandıran Cevdet Said, söze insanın yaratılışı Esma-i Hüsna taallümünün mânâsıyla, yaratılışın ve ilmin hikmetiyle başladı.

İnsanın, Cenâb-ı Hakkın tevdi ettiği emânet-i kübrâyı (büyük emâneti) yüklendiğini, aslında melekler dışında bunu yüklenecek bir mahlûkun da olmadığını belirtip, âyetlerin tefsiriyle, “Cenâb-ı Hak, emâneti insana yükledi, ona ruh üfledi ve bütün varlığı, kâinatı onun emrine verdi, musahhar kıldı. Allah’ın insana verdiği önemi anlamamız lâzım” diyor.

Konuşmasında sık sık Bediüzzaman’ın sözlerine atıfta bulunan Cevdet Said, “Âyet, ‘Allah size birçok nimeti verdi, atları, binekleri, vasıtaları verdi’ buyuruyor. Size şu anda bilmediğimiz birçok mahlûkatı ve (nimeti) daha verecek” tefsirini yapıyor. “Kur’ân, ‘Allah, nakil araçları, trenler, füzeler ve diğer nakil vasıtaları gibi yeni yeni nimetler yaratacak sizin için’ diyor. Yani bütün kâinat insanın emrine amâde kılınmıştır. İşte Cenâb-ı Hak’ın meleklere söylediği sizin gördüğünüz gibi sadece ‘fesat ve kan dökme değil’; ‘insan çok daha farklı bir konumdadır’ mânâsına gelmektedir.” diye konuşuyor.

Böylece, meleklerin, ‘Yarabbi Sen kan döken, fesat yapan bir nesil mi yaratmak istiyorsun?’ diye itiraz edince, Allah, ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” âyetinin hakikatinin ortaya çıktığını belirtiyor.

“Avrupa’da birçok yıkımlar oldu, bütün Avrupa başşehirleri yıkıldı, liderler, zâlimler Avrupa’yı parçaladılar, ama kendi farklılıklarını bırakıp ittifak kurabildiler. AB, yaklaşık 27 devletten oluşuyor, şu anda hiç askerleri bile olmadan bir araya gelip ittifaklar kuruyorlar” diyen Cevdet Said, “Bu ittifak da Allah’ın ilmini ve insanın bu mânâda nasıl ileri fikirler geliştirebileceğini, sadece teknoloji değil, demokratikleşmede de nihaî yönetim sistemlerini de kurabileceğimizi öğretmiş oldu” yorumunu yapıyor.

“KUR’ÂN’IN YANINDAYIM” CEVABIYLA İLMÎ VE FİKRÎ MUHALEFET

Programda Suriye’de olup bitenlerle ilgili olarak, “Rejimden yana mısınız, yoksa muhaliflerden yana mısınız?” sorusuna “Ben Kur’ân’ın yanındayım” diye cevap veren Cevdet Said, muhalefetinin ilmî ve fikrî olduğunu izâh ediyor.

“Ben başından beri rejimin muhalifiyim, bu bilinen bir gerçek. Baba Hâfız Esad döneminde hapsedildim. Tanklarla camilere, mescidlere girdiklerinde ben rejimi tenkid eden beyanatlar vermiştim. Bunun için beni 1965 yılında hapsetmişlerdi. Benim neden hapse girdiğimi de, fikirlerimi de insanlar pek bilmiyorlardı. Hapisten çıkınca ‘Hz. Âdem’in Kıssası’ kitabını yazdım. Özellikle Habil ile Kabil meselesini açıkladım. Kur’ân’da ‘Âdem’in iki oğlu’ diye geçiyor. Her ikisi de Allah’a kurban sundular. Birinden kabul edildi, diğerinden kabul edilmedi” ile açıklıyor.

İSLÂM DÜNYASININ EN BÜYÜK PROBLEMİ, ‘SÖMÜRGEYE ELVERİŞLİLİK’

“Rejimle problem yaşamış ve uzun yıllar hapiste kalmış bir düşünür olarak, nasıl bu kadar barışsever, şiddet karşıtı bir yol seçtiği”ne dair soruya, yine Kur’ân’ın sulh ve musâlemeti emreden âyetleriyle cevap veren Cevdet Said, şu tahlilde bulunuyor:

“Ezher’de on yıl boyunca hem eğitim, hem lisans, hem lisanstan sonra ihtisas da yaptım. O sıra Mâlik bin Nebi’nin kitabıyla tanıştım. Daha sonra kendisiyle de karşılaştım. Bu kitabı okuduğumda bana şunu söylüyordu; İslâm dünyasında en büyük mesele Filistin meselesi kabul ediliyordu, ama Mâlik ibni Nebi ‘Hayır’ diyordu; Filistin meselesini de doğuran daha büyük bir problemimiz var. Bu da ‘sömürgeye elverişlilik.’ Ali Şeraitî de bunu “Eşekleştirilmeye elverişlilik” şeklinde ifade etmişti…”

RESÛLULLAH’IN (ASM) DÂVÂYI SAVUNMA YÖNTEMİ: “BASKILARA KARŞI SABIRLA DİRENMEK”

Cevdet Said, daha sonra şunları belirtti:

“İslâm âlemi maalesef aklını yitirdi!.. Allah Resûlü 40 yaşında vahyi aldıktan sonra 20 sene kesintisiz hakka dâvet yaptı. Daha sonra Hulefa-i Raşidîn geldi. Vahyin başlangıcından itibaren 12 sene boyunca Allah Resûlü (asm) Ashabının kendilerini savunmalarını bile yasakladı. ‘Sabredin, nefsi müdafaa bile yapmayın’ dedi. Onlar da ‘Ya Resûlullah cahiliye döneminde olsaydık nefsimizi savunurduk, onlar da bize bu kadar yüklenemezlerdi’ dediler. Ama O, Yasir’e, Bilâl’e, Ammar’a işkence görürken, ‘Sabredin. Allah sizinle, Cennet sizin içindir’ diyerek onları sabra dâvet etti.

“Bu baskılar çok artınca dayanamayacak durumda olanlara, Habeş Meliki’nin yanına gitmeleri için izin verdi. Bu, dâvâyı savunmak için şiddet kullanmaksızın sabırla direnmeyi çok önemli bir yöntem olarak öğretti…”

İSLÂM’IN HAKİKATLERİNİ ÖNE KOYMADA SAİD NURSÎ ÖNE GEÇTİ…

“Günümüzde yaklaşık 23 Arap ülkesin henüz kavmiyet aşamasını aşıp da AB gibi bir ‘ittifak’ safhasına gelmiş değiller. ‘Arap aklı’ deniyor, nerede? İslâm aklı nerede?” diye soran Cevdet Said, İslâm’ın hakikatlerini ortaya koymada Celâl Nuri ile Said Nursî’nin öne geçtiğini ve bu hakikatleri anlatmaya başladığını belirtiyor.

Tarihi, dini, dünyayı çok iyi anlamış bir mütefekkir olan Celâl Nuri’nin 1912’de “Müslümanların ittihadı” isminde bir eser yazdığını, Batı’nın Hilâfeti devireceğini söylediğini aktaran Cevdet Said, “O sözünden on sene sonra Hilâfet lağvedildi.” Keza Said Nursî’nin ortaya koyduğu Kur’ânî metotla İslâm dünyasının ve insanlığın sulha, selâmete ve medeniyete erişip ulaşacağını kaydediyor. “Bundan, bugünden sonra bu iyileşme giderek çoğalacak, biz görmezsek de çocuklarımız görecek; bütün dünya kan akıtmaktan, fesattan, fitneden kurtularak daha güzel barışçıl yönetim sistemlerine ulaşacak. Bu Kur’ân’ın gösterdiği yoldur…” ümidini izhar ediyor.

SİLÂHLA BARIŞA ULAŞILMAZ VE DÜZEN DE KURULMAZ

Silâhla, isyan ve çatışmayla barış olmayacağının altını çizen Cevdet Said, bu hususta şunları söylüyor: “Silâhla barışa asla ulaşılmaz. Devlete ve rejime karşı sadece silâh kullananlar, meselâ Suriye’deki muhalifler gibi silâhla karşılık verenler de diğerlerinden çok farklı bir yöntem kullanmıyorlar. Kur’ân’da ‘Âdem’in iki oğlunun kıssası’ anlatılırken, biri ‘Ben seni öldüreceğim’ dediğinde, öbürü aynı yöntemle cevap vermiyor, ‘Sen beni öldürecek olsan da ben sana asla elimi uzatmayacağım!” cevabını hatırlatıyor.

“Kardeşleri öldürüyorlar, şehirleri yıkıyorlar, yani onlara silâhla karşılık vermesinler mi?” sorusuna, “Evet, insanın akliyetini, düşüncesini silâhla değiştiremezsiniz ve silâhla düzeni de kuramazsınız” karşılığını veriyor. İnsanların diri diri işkence ederek öldürülmesine, kurşuna dizilmesine karşı “nefsî müdafaa” perdesinde aynı yöntemle savaşarak öldürmenin ve katletmenin çözüm ve çâre olmayacağına, barış getirmeyeceğine; aksine iç çatışma ve kardeş kavgasını daha da alevlendirip azdıracağına dikkat çekiyor…

“MEDRESE-İ YUSUFİYE”NİN ANLAMI

Silâhlı mücadele ve iç savaşın “nefsî müdafaa” ile bir alâkası olmadığını anlatan Cevdet Said, “Benim söylediğim o değil. Zafer silâhla olmaz, bunu anlamamız lâzım. Meselâ Beni Ümmeyye’nin hikâyesi… Hulefa-i Raşidîn’den sonra yönetimi ele aldılar. Halifeler kendilerinden sonra oğullarını halife yaptılar, yani saltanatı geri getirdiler. Maalesef ondan sonra gelen bütün yöneticiler, sultanlar, yöneticiler hep kılıcı, silâhı kullandılar” diyor.

“Suriye’de muhaliflerin barışı tesis etmek için mücadele ettikleri” tezine katılmadığını ifâde eden Cevdet Said, “Hâdise böyle değil. Onlar nefsi müdafaa yapmıyorlar. Beni Ümeyye Şam’a hâkim olduklarında hatta bazılarının kabirlerini bile açtılar. Hatta ondan sonra gelenler de o Emevî yöneticilerin kabirlerini deştiler bu sefer… Yani güçle devralan öncekinden daha olgun davranamıyor” analizini yapıyor.

“Orada rejim bombalar atıyor, büyük baskılar yapıyor; bunlar doğru, ama bunlara karşı sabrederek hakikatin ortaya çıkmasını beklemek gerekir” tavsiyesinde bulunuyor. Said Nursî’nin hapishaneye “Medrese-i Yusufiye” nitelemesini nazara vererek, bunun anlamı üzerinde düşünmek gerektiğini, dahilde Müslümanlar arasında şiddete karşı “müsbet hareket” anlayışını ve sulhkârâne muameleyi vaaz eden âyetlerin tefsiriyle izâh ediyor.

“BİRBİRİNDEN AYRILAN ‘RÜŞD’, AKIL; ‘ĞAYY’, TUĞYANDIR”

“Kur’ân’a kulak vermemiz lâzım. Kur’ân, ‘Müşrikler necestir’ diyor, silâh da necistir. Bir defa baskının silâhın olduğu yerde, iman, ikna olmaz. Bunu anlamadıktan sonra gücü savunmak durumunda kalabiliriz. Bu da şeytanın yolunu tutmaktır” diyen Cevdet Said, “Rüşd ve ğayy birbirinden ayrılmıştır” âyetinin mânâsını tasrih ediyor:

“Rüşd’ aklı, ‘ğayy’ şiddeti temsil eder. Rüşd, akıldır. Delilim de Kur’ân’dır. Yetimlerden bahsederken, onların mallarını, işlerini birilerinin üstlenmesi, ona veli olup velâyet etmesini emreder. Ve ‘akîl-baliğ olana kadar onları ev bark sahibi yapana kadar üstlenin, onların mallarını ucuza satmayın, akîl baliğ olduktan sonra mallarını, mülklerini tam olarak geri verin. Ancak sefihler-akılsızlar yetimlerin mallarını-mülklerini geri vermezler’ esasını getirir. Peygamberlerin düşmanları, yetimin, fakirin, halkın malını gasbeden kodamanlardır. İşte demokratik süreç, buna engel olmaktadır…”

“RÜŞD, FISKTAN, TUĞYANDAN UZAK KALMAKTIR”

İlk dört halifeye Müslümanların Râşid Halifeler demesinin anlamının bu olduğunu belirten Cevdet Said, “Hulefa-i Raşidîn’in dışında Ömer ibni Abdülaziz’e de bu sıfatı vermişlerdir, çünkü Beni Ümeyye’nin halktan aldığı malları halka iâde etmişti. “Adâletle, güzellikle, akrabaya iyi davranmayı emreden” âyet anlayışı esas almıştı. Bundandır ki, Ömer ibni Abdülaziz’den beri hutbelerde okunan güzel bir âdettir. Ve maalesef Ömer ibni Abdülaziz de zehirlenerek öldürüldü” diye konuşuyor.

“SİLÂHLA ZÂLİMLERE SİLÂHI TERK ETTİREMEZSİNİZ”

Programda peşpeşe gelen “Suriye’deki muhaliflere nasıl bakıyorsunuz?” sorularına karşılık, Müslümanların acele etmeyip silâhı bir yöntem olarak esas almamaları gerektiğini ikaz eden Cevdet Said, her şeyden önce Kur’ân’ın tebliğ ve cihad ile ilgili âyetlerinin doğru anlaşılması gerektiğini söylüyor.

Buna bağlı olarak, “Hak geldi, bâtıl zâil oldu” âyetinin mânâsını ve mesajını, “Aydınlık gelirse, ışık gelirse karanlık kendiliğinden gider, karanlığa savaş açmaya gerek yok” olarak ifâde ediyor.

“’O taraf mı, bu taraf mı?’ diye bir tercih yapmaya zorlamaktan ziyade, bu âyetleri ve hadisleri çok iyi düşünmek, doğru anlamak lâzım” diyen Cevdet Said’e göre, “Yöntem olarak silâhı kabul edenler Kur’ân’da ‘tağuta iman edenler!’ şeklinde tenkit edilir. Ne var ki Müslüman âlimler ruhbanlar gibi oldu ve insanlara da yanlış şeyleri öğrettiler. İslâm bu değil. Peygamberlerin öğretisi bunlar değil…”

Bu açıdan önemli olan demokratik sistemin getirilmesi ve hürriyetlerin temini olduğunu söyleyip, “Demokratik süreç geldiğinde, hak ve hürriyetler sağlandığında o zâlimler zaten gitmiş olacak. Silâhla silâhı terk ettiremezsiniz zâlimlere…” diyor. “Yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmayınız” ve “Onlar, ‘Bilâkis biz ıslâh edicileriz’ derler” meâlindeki Kurânî hükümleri ekliyor.

KUR’ÂN BİZE, “EN GÜZEL YÖNTEMLE VE HİKMETLE MÜCADELE EDİN” DİYOR…

Kendisinin demokrasiyle ilgili çok aşırı iyi niyetli olduğu söylendiğinde, demokrasinin illetlerinin olduğunu ve gerçek bir demokrasi için bu tür hastalıklardan kurtulması gerektiğini şu cümlelerle beyân ediyor:

“Hayır rica ederim. Ama Kur’ân bize, ‘En güzel yöntemle onlarla mücadele edin’ buyuruyor. ‘Eğer onlarla senin aranda bir düşmanlık olsa bile, böyle hikmetle mücadele edersen ve sabredersen başarılı olursun. Ama bu çok zor. Buna ancak Allah’tan bir pay sahibi olanlar muvaffak olabilir.”

Günümüz Batı demokrasisinin illetlerinin olduğunu ve bir ayıbının da zenginlere çok itibar edildiğini nazara veren Cevdet Said, Amerika’da çok büyük harcamalar yapmadan, zenginlerden destek almadan adayların seçimi kazanamadığını buna örnek veriyor.

Cevdet Said şu görüşleri özetliyor: “Demokratik bir sistem, kuvveti, kaba gücü kabul etmez. Seçimle tercihleri ortaya koyarak lâzım. Demokrasi bir araçtır. Ben Türklerin tarihini okudum. Burada askerî rejimler senelerce ülkeyi elinde tuttu. Buradan bir menfaat çıktı mı? Sadece toplumu yordu, ülkeyi yordu…”

“Gelişme, ilerleme ancak demokratik süreçle olur. Bir de karıştırılan laiklik zihniyeti var ki o da yanlış. Türkiye bu demokratik süreçte ilerlerse diğer İslâm ülkelerine de örnek olacaktır” diyen Cevdet Said, dünyada demokrasiye hakkaniyetle uyulmadığından ve uygulanmadığından şikâyet ediyor:

“Meselâ BM’den çıkan 100 nolu karar İsrail hakkında. Ama İsrail takmıyor. İsrail’in toplumu bölen duvarlarını uluslar arası mahkemelere taşımışlar, ama mahkeme karar verse de uygulanmıyor. Dolayısıyla bu şekildeki bir demokrasinin anlamı yok; yani uygulanmadıktan sonra mahkeme karar verse ne olacak. BM’ye de demokrasiyi taşımamız gereken biziz. Orada 5 ülkenin veto hakkı var. Bu ne kadar hakkaniyetli?” sorusunu soruyor.

Müslüman toplumda bir çöküş olduğunu, ancak Türkiye örneğindeki gibi demokrasiye geçişi oranında olumlu gelişmelerin ve düzelmenin paylaşabileceğini, demokratik sürecin bir meyvesinin ve getirisinin olacağını belirten Cevdet Said, “Türkiye’de 50 sene önce demokrasi yoktu. Demokratik sürecin gelişimine katkıda bulunan Adnan Menderes idam edildi. Ve askerî darbeler ülkeyi geri bıraktı” yorumunu yapıyor. “Arap ülkelerinde idam hâlâ neden kaldırılmadı? Akılla iman etmek lâzım. Bizim de ruhbanlarımız maalesef. Din sınıfı oluştu” şeklinde konuşuyor. …

KUR’ÂN’IN “ORTAK KELİMEYE GELİN” ÇAĞRISI

“Dünya tarihini okudum; bu tarih bilgilerinden sonra Kur’ân’ı daha iyi anladım, görüşlerim değişti. Kur’ân yeryüzünde yürüyüp gezin ve tarihten yararlanın diyor” hakikatini kaydeden Cevdet Said, bu konuda şunları dile getiriyor:

“Bizim dediğimiz Kur’ân’ın ‘Ortak bir kelimeye gelin’ çağrısıdır. Allah Resûlü de Rum-Bizans İmparatoruna gönderdiği mektupta bu âyeti yazmıştı. ‘Ey kitap ehli!’ hitabıyla başlayan âyetle bütün ehl-i kitabı ortak kelimeye dâvet etmişti…”

Akabinde de, “Bir tek Arap ülkesi demokratik olabilseydi, demokrasi uygulanabilseydi, ne kadar ilerlendiğini, ne kadar müreffeh bir ülke olacağını görecektik” diye hayıflanıyor.

Pasaport işlemleri esnasında çok sorular sorduklarını ve onlara da, “Suriye demokratik sisteme geçerse çok daha başarılı bir ülke olacak” dediğini nakleden Cevdet Said, “Bunları ayırt etmek ve anlamak gerek” uyarısında bulunuyor.

Hilal Tv’DEKİ Programın sonunda, “Said Nursî’nin eserlerine çok atıf yaptığı ve etkilendiği, önerdiği metodun ve duruşunun Said Nursî’nin metoduna çok benzetildiği” değerlendirmesi yapılması üzerine Suriyeli Âlim Cevdet Said şöyle dedi: “Ben Said Nursî’den çok istifade ettim.”

“CİHAD İÇİN, HEM MÜCAHİD, HEM MÜCAHED İKİ TARAFIN OLMASI LÂZIM”

“Bana bir soru soruyorsunuz; o taraf mısınız, bu taraf mısınız?’ diye “taraf sorusu”na serzenişte bulunan ve insanların bu ikilemden çıkması gerektiğini bildiren Cevdet Said, “Silâha inanan, silâh yöntemini kabul eden de, bunu kabul etmiş sayılır” karşılığını verip, programda sözkonusu edilen, “cihad” mefhumu hakkında da şu görüşleri hülâsa ediyor:

“Cihad nedir? Bir gün bir Hıristiyan gelmişti bana Bir-i Acem köyüne. Televizyonda benim şiddet taraftarı olmadığımı görmüş, bana şöyle demişti; ‘Sizde cihad mefhumu-anlayışı varken, nasıl şiddetsizlikten bahsedebilirsin?’ demişti. Oysa cihadın olması, sahih cihad olması için hem mücahid hem mücâhed (cihad edilen, savaşılan) iki tarafın oluşmuş olması lâzım. Allah Resûlü (asm) Medine’ye gittiğinde yanında bir ordu yoktu. Mal-mülk de yoktu. Ama onlar canlarını, mallarını fedâ ederek onu güzel bir şekilde karşıladılar…

“Medine’yi düşmanlardan savunan herkes hangi kabileden olursa olsun, Müslüman olsun, Yahudî olsun hepsi Medine halkıdır ve hakları vardır. Bir tek ümmet gibiydi. Ama bu mutabakatı bozan kendi aleyhine bozdu. Hudeybiye Muahedesinde Süheyl bin Amr gelip, “Bizden biri kaçıp size gelirse siz iade edeceksiniz” demişti. Allah Resûlü kabul etmişti…”

İSLÂM’DA “KADININ KONUMU”

Programda, Ayşe Böhürler’in -program dışından- “kadının konumu” hakkında, “kadın erkek ilişkisi eşitlik üzerine mi yoksa birbirini tamamlayan iki parça-iki cüz üzerine mi?” sorusuna da Cevdet Said, şu sözlerle cevap veriyor:

“Daha önceki zamanlarda, savaş dönemlerinde erkek algısı daha baskındı. Çünkü kas kuvveti, savaşma gücü erkekte daha fazla olduğu için, dolayısıyla oradan bir getirisi, beklentisi oluyordu. Kadınlar bu güç savaşında yer almıyordu. Ama günümüzde önemli olan kas gücü değil. Bu ölçekler değişti. Hatta Kur’ân’a bile ‘bir erkeksi dil kullanıyor’ diye tenkit edenler oldu. Allah Resûlüne ‘İnsanların en hayırlısı kim diye soruyorlar, ‘Annen’ diyor, üç kez anneyi tekrarladıktan sonra dördüncüsünde baban diyor. Nasıl oluyor da Kur’ân ‘erkeksi bir dil kullanıyor’muş? Evi idâre eden, ev ekonomisini çekip çeviren kadın. Annedir asıl kızlarını, çocuklarını eğiten, çocuklarını eğiten baba var mı?”

Bundan hareketle, “İyi insanları, yüzlerinden, davranışlarından, beden dillerinden tanırsınız. İnsan annesinin yüzüne baktığında elbette sevinir, bebek annesini gördüğünde seviniyor. Ama bir çocuk annesine baktığında ağlıyorsa burada ters bir durum vardır” yorumunu yapan Cevdet Said’in, “Kur’ân, ‘insanı yüzlerinden tanırsınız, onların seslerinin yumuşaklığından, güzelliğinden anlarsınız’ diyor. Bir insanın kızgın mı, yoksa sakin mi olduğunu beden dilinden, sesinden anlarız. İşte Kur’ân ‘O’dur güldüren ve ağlatan’ diyor. Yani burada derin bir kültür, derin bir bilinç var” cümleleri ise bir diğer kayda değer yorumu oluyor.

“İSLÂM, KENDİNDEN ÖNCEKİNİ SİLİP SÜPÜRÜR, TEMİZLER”

“Arap Baharı’nda rejimlerle, rejimlere muhaliflerinin çatışanlarını Hz. Âdem’in iki oğluyla benzeştirebilir miyiz? Bu ‘Arap baharı’nın durumu, Habil –Kabil kıssasına benzer mi?” şeklindeki bir soruya, “Allah Resûlü, ‘Âdem’in oğlu (Habil) gibi ol’ buyurur. Bir kitabımın adı da budur zaten. Yeni bir kitap yazıyorum; ‘İslâm kendinden öncesini silip süpürür, temizler’ diye bir hadistir. Ama bu hadisi çok iyi kavramak icâb eder. Bundan yeterince bahsedilmiyor. Bu İslâm’dan önceki bütün kinleri, bütün olumsuzlukları siler süpürür anlamındadır. Çünkü meselâ Allah Resûlü Mekke’yi fethettikten sonra daha öncekilere kin beslemedi, onlardan intikam almaya kalkmadı. Nasıl Yusuf kardeşlerini affettiyse, ben de sizi affediyorum. Hepiniz affedildiniz, hepiniz serbestsiniz’ dedi…

“Hatta o zaman, ‘Bizim aramızda kan dâvâsı var, kısas uygulayalım’ talebinde bulunanlara bile, iltifat etmemişti. Çünkü orada önceki duruma bir sünger çekip, yepyeni, tertemiz bir sayfa açmak gerekti…

“Gözlerimle gördüm; Hitler yönetiminde yer alan bir Alman’ın Amerika’daki muhakemesini izlemiştim. 21 sene hüküm giymişti. 70 kişiyi öldürmüştü. O insan annesinin karnında böyle doğmadı. Toplum onu o duruma getirdi. Bunu anlamamız lâzım. Yani bunun tekrar normalleştirilmesi lâzım. Hapse koymak yetmez. Bu insan katil yaratılmadı. Psikologların, diğer insanların bunlarla çalışması lâzım…”

“KISAS ÂYETİ”NİN ANLAMIYLA SABIR VE AFFETMENİN DAHA HAYIRLI OLMASI

“Sizin için kısasta hayat vardır, ey akıl sahipleri” âyetine dair suale, “Ama devamı da var. Eğer sabrederseniz ve affederseniz bu sizin için daha hayırlıdır’ buyuruyor; bu âyetin devamını da hatırlamak lâzım” diyen Cevdet Said, “Bu âyet, bağışlamanın, affetmenin daha uygun olduğunu vazeder. Allah yanıltmaz. Burada kalplerimizde kin tutmamak, kim beslememek esastır.” açıklamasını getiriyor.

Yine “Allah ve Resûlüne savaş açıp yeryüzünü fesada boğmak isteyenler, işte bunlar çaprazlama el ve ayakları kesilmeli ve yurtlarından sürülmeli” hükmündeki sürülmenin anlamını, “İslâm Şeriatında insanın evinden koparılıp bir terbiye ve ceza yöntemidir. Öldürme seçeneği var, ama insanın hayatı daha önemli neden öldürme seçeneğini seçelim” şeklinde tavzih ediyor.

Cevdet Said sözlerine şunları ekliyor: “Benim dediğim şu; Resûlullah’ın ‘Hz. Adem’in oğlu (Habil) gibi olmalıyız” ya da “Hz. Adem’in oğlunun hayrı gibi ol” hadisine (Tirmizi, Ebu Davut, Sahih) ve yine Allah Resûlünün (asm), yepyeni bir sayfa açalım mânâsında ‘İslâm, kendinden öncekini silip süpürür’ hadisini anlamamız lâzım. Peygambere tâbi olmak budur. ‘Sizden önce toplumlar gelip geçmiştir. Siz de gelip geçicisiniz. Onların yaptığı kendilerine, sizin yaptığınız kendinize’ âyetinin de anlamı bu. Burada asıl olan öldürmek değil, affetmek ve yaşatmak…”

“Ama kısas âyeti var’ derseniz, o kısas âyetinin devamında tek seçenek sunmuyor; affetmeyi tercih edin tavsiyesinde bulunuyor Kısas âyeti. Öncekiler tek öldürme seçeneğini seçtiler. Bu da kalplerin kinle dolmasına sebebiyet verdi. Bu yanlış bir tutum…

“Sevgili Efendimiz Allah Resûlü (asm), ‘Allah kuluna affetmekten daha büyük bir nimet-izzet vermemiştir’ diye buyuruyor. Kıyamet gününde bir münâdiler şöyle çağırır, ‘Ecri Allah tarafından verilecek olanlar ayağa kalksın!’ Affedenlerin, ıslâh edenlerin ve düzeltenlerin ecri Allah’a kalmıştır. Bunun büyük mânâsı var…”

“SAİD NURSÎ’DEN ÇOK İSTİFADE ETTİM…”

Programın sonunda, “Said Nursî’nin eserlerine çok atıf yaptığı ve etkilendiği, önerdiği metodun ve duruşunun Said Nursî’nin metoduna çok benzetildiği, şiddeti değil de hukuk müdafaasını esas aldığı” değerlendirmesini “Ben Said Nursî’den çok istifade ettim” diye onaylıyor. Kardeşini katlettikleri, uzun yıllar hapiste yattığı halde affettiğini hatırlatıp, “Uzaktan bir bomba parçası isâbet ederek öldürüldü kardeşim. Akrabalarımı, kardeşimi, beni dahi öldürseler ben onlar için af talep ederdim ve onları affederdim” diyor.

Cevdet Said, barışı ve affı tercih hususunda şunları söylüyor: “Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler Türklerle şiddetli çarpışmalar yaptı. Said Nursî de bizzat fedâileriyle çarpıştı. Ama yine de o af yolunun daha uygun olacağını tercih ediyordu…

“Said Nursî’nin talebesi ona bir soru sorduğunda, ‘Sen benim durumumu biliyor musun?’ demişti. ‘Bir zengin adamı düşünün, çocuğunu çok seven ona çok kıymetli hediyeler alır, ama çocuk mücevherâta alıştığı için hep balonlarla ilgilenmeyi tercih eder, onlarla oynamaya başlar. ‘Ben Kur’ân’ın mücevherat dükkânının dellâlıyım’ diyor. ‘Ben size Kur’ân’ın hakikatlerini anlatıyorum” der Said Nursî…”

KUR’ÂN’IN MESAJIYLA “İSLÂM  BARIŞA DÂVETTİR…”

“Toplumsal dengenin bozulmasının toplumsal ayrışmayı getirdiğini belirten Cevdet Said, “Biz Kur’ân’ın bize öğrettiği en mukaddes şeyi kaybettik. Kur’ân, ‘Dinde zorlama yoktur.’ ‘Sizi öldürmeyen, sizi yurtlarınızdan sürmeyenlerle iyi davranmanızda sakınca yoktur’ diyor. Ama biz bunu tam anlamadık. Annemize babamıza iyilikle davranmamız gerektiği gibi insanlara da iyilikle davranmamız gerekir” değerlendirmesini yapıyor.

“Elhamdülillah imanımız kuvvetlidir, ama ifâdede zayıf kaldığımız Kur’ân’ın mesajlarını ve fikirlerini iyi anlamamız gerekir” beyânında bulunan Cevdet Said, “Ben yine bir sorgulama esnasında fikirlerinin yayılması gerektiğini, fikir hürriyetinin önünün açılması gerektiğini söylemiştim. Şiddet karşıtı kitabımı okuyan bazı Batılılar, düşünürlerin internet sitelerinde, sosyal medyada bazı makalelerimden, fikirlerinden etkilendiğini anlatıyor.

11 Eylül olaylarından sonra da yayınlanan çalışmaları olduğunu, bu araçları da kullanmak gerektiğini belirten Cevdet Said, “İslâm barışa dâvet etmektir. ‘Ey inananlar, İslâm topyekûn girin’ buyruğunun mânâsı budur” diye konuşuyor.

“SİLÂH YÖNTEMİ’NDEN KURTULMALIYIZ”

Mülâkatının sonunda, “İnsanlık olarak, Müslümanlar olarak bu “silâh yöntemi”nden kurtulmalıyız. Cezayir’de iki milyon insan öldürüldü. Japonya’ya atom bombası atıldı. Onlar Müslüman da, Yahudi de, Hıristiyan da değildi. Ama insandı. İnsanoğlu neden silâhla müdahale etsin?” diye soruyor. Ve özellikle dahilde silâhlı çatışmaya karşı “Kur’ânî metodu” öneriyor.

Gerçek şu ki programın kapanışında da belirtildiği gibi, Cevdet Said’in merakla ve ilgiyle izlenen düşünceleri, pek çok ezberi bozdu, şimdiye kadar belleklere yerleşmiş pek çok şeyi alt-üst etti.

Bu bakımdan, Suriye’de çok zulüm görmüş, uzun yıllar hapishanelerde yatmış ve son olaylarda kardeşini kaybetmiş, kısaca âilece ülkede yaşanan zulüm ve baskı sürecinin içinden geçmiş, kargaşa, kaos ve iç savaşı yaşamış bir mütefekkir olarak Cevdet Said’in, bütün bunlardan azâde olarak böylesine bir barış diline, bir arada yaşama kültürüne işâret ederek bir medeniyet târifi yapması, fevkalâde anlamlı…

—SON —

“ŞEHİDLERİN ŞÂHI, YERİNDE VE ZAMANINDA HAK SÖZÜ SÖYLEYENDİR”

“Selefî olup olmadığı” hakkındaki soruyu, “Allah onları affetsin, ben Selefî değilim. Daha öncekileri, bütün geçmişlerimizi Allah affetsin. Selefîler de değişiyor. Tunus’ta, diğer yerlerde 20 sene geçmeli ki, seçimin, demokrasinin hakikatinin ne olduğu tam anlaşılsın. Laiklerin de, solcuların da bunu anlaması lâzım. Müslümanların da anlaması lâzım” cümleleriyle cevaplayan Cevdet Said oldukça önemli bir hususa dikkat çekiyor:

“Yani güçlü olan İslâm’ın taraftarı da zayıf olan İslâm’ın karşısında mı? Meselâ Said Nursî zayıftı, hapiste tutulmuştu. Hz. Yusuf da hapiste tutulmuştu. Şehitlerin şâhı, harp meydanında öldürülen değildir, yerinde ve zamanında hak sözü söyleyebilendir.

“Yasin Sûresi’nde de anlatılır; ‘Şehrin ücrasından, uzağından gelen, hak sözü söyleyen ve sizi Allah’a dâvet edene tabi olan, ‘Ben o elçinin Rabbine iman ettim’ der. Ve kendisine ‘Cennete gir!’ denilir.’ Şehitlerin başında durduğunda da, Peygamberimizin bu büyük ikramlarla, bu ilâhî ikramlarla haber verdiği Bedir Gazvesi bunun misali…”

ÇIKIŞ YOLU; “MÜSBET HAREKET” METODU

ÖZETLE Cevdet Said’in fikirleri, Bediüzzaman’ın haber verdiği, “menfî hareketle” Müslüman milletleri çeşitli ırkî ve mezhebî ayırımlar üzerine birbirleriyle uğraşmaları, kavga ve kargaşaya sürükleyip bölünme ve parçalanmayla ecnebilerin işgal ve boyunduruğu altına girmeye iteceği gerçeğini tasdik ediyor.

Temelde “hukuk-u amme”nin “hukukullah” hükmüne geçtiğini tasrih eden Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da “daima müsbet hareket” olarak tesbit ettiği Kur’ânî metotla Bütün Müslümanları “menfi hareket”ten sakındırıp, “müsbet hareket”le mükellef oldukları hakikatini teyit ediyor. (Kastamonu Lâhikası, 188)

Bediüzzaman’ın Kur’ân âyetleriyle ve Peygamberimizin (asm) hadisleriyle tefsir edip mânâsını belirlediği “müsbet hareket” metoduyla, müstebit, tahripkâr ve tepeden inmeci fevkalâde ağır baskılara, hapislere, zulümlere karşı, büyük bir vakar, izzet ve temkinle, kitleleri infiâlle provokasyonlara kapılmaktan sakındırmak gereğinin ehemmiyetini gösteriyor. (Emirdağ Lâhikası, 451)

Ve bugün, “menfi hareket”le çıkmaza girip başarısız kalan, birçok Arap ülkesinde yeniden iktidar mücadeleleriyle iç çatışma ve iç savaşa sürüklenip “sonbahar”a dönüşen, en son Suriye’de olduğu gibi “silâhlı muhalefet”in “silâhlı direnişi”yle kargaşa ve kaos içinde binlerce masumun kanının heder olmasıyla kirlenen “Arap Baharı”nın çıkış yolunun Bediüzzaman’ın tefsir ettiği “müsbet hareket” Kur’ânî metoduna dönmek olduğunu bir defa daha ortaya koyuyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*