Şiddetin ilacı da iman

Kadına şiddet konusu epey zamandır gündemde. Eşi tarafından tehdit edildiği için devletten koruma isteyip de, talebi yerine getirilinceye kadar eşinin saldırısına uğrayıp can veren kadınların hazin hikâyeleriyle.

Bunlar belki çok yaygın olmayan uç örnekler.
Peki, evinde sürekli kocasından dayak yiyerek şiddete maruz kalan kadınların sayısı ne kadar?
Bunu tesbit edebilmek hiç kolay değil.
Birçok olayın aile mahremiyeti içinde cereyan etmesi, buradaki büyük zorluklardan biri.
Öte yandan, şiddet mağdurlarını sadece kadınlarla sınırlamak da doğru bir yaklaşım değil.
Hafta içinde manşetlere çıkan dehşet verici hadise, bu noktada çok düşündücü bir örnek.

İkisi de profesör olan anne ve babasını katleden oğulun cinneti, herkesi şok etti. Gerçi önce babasını öldürüp sonra intihar etmek isterken, kendisini engellemeye çalışan annesini yanlışlıkla vurduğuna dair bilgiler de var; ama bunlar işin teferruatı ve hadise gerçek bir aile trajedisi.

Olayın faili de üniversite mezunu bir mimar.
Demek ki tahsilli olmak, tek başına iç huzuru, ruh sağlığı ve aile ahengi için yeterli olamıyor.

Olay, Kastamonu Lâhikası’nda “Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor” (s. 206) ifadeleriyle tasvir edilen tablonun acı bir örneği.

Şiddetin bir de çocuk kurbanları var.

Zaman zaman onların durumu da dehşet verici örnekleriyle medyaya yansıyor. Üvey anne veya babasının işkence ve kötü muamelesine maruz kalan, her vesileyle itilip kakılan, öldürürcesine dövülen, teninde sigara söndürülen, kışın ayazında sokağa terk edilen masumlar…

Kafası duvara çarpılıp katledilen bebekler…

Adlî vak’a olarak haber konusu olan bu gibi örneklerin dışında, günlük hayatın akışında “rutin ve olağan” şekilde devam eden olaylar da var

Meselâ geçenlerde eve giderken, bir sokağın kenarında, minicik kızını hınçla tokatlayıp ağlatan bir anneye rast gelmenin şokunu yaşadım.

Bir başka seferinde de, Fatih’in meşhur Çarşamba pazarında alışverişteyken, yine genç bir annenin bebek arabasındaki minik yavrusuna nasıl tokatlar indirdiğine dehşetle şahit oldum.

Ama sonra, ayıplayan bakışların kendisine odaklanması üzerine annenin nasıl bir mahcubiyet içinde pişman olup utandığını da gördüm.

Sonra kendi kendime düşündüm:
Pek eğitimli olmadığı ilk bakışta anlaşılan bu anne nasıl bir aile ortamında yaşıyor ve diğer aile efradının ne gibi muamelelerine muhatap oluyor ki, küçücük bebeğine böyle davranıyor?

Acaba kocasından veya büyüklerinden şiddet görüp de, bunu çocuğuna böyle mi yansıtıyor?

Yaratılıştan gelen en önemli ve belirgin vasfı şefkat olan ve bu sebeple Bediüzzaman’ın “şefkat kahramanları” olarak nitelediği kadınların bir kısmındaki bu hal, son derece düşündürücü.

Fıtrattaki bozulmanın vahim bir örneği.
Gerçek şu ki, şiddet şiddeti doğuruyor.
Sürekli bir şiddete maruz kalanlar, aynı şiddeti kendi güçlerinin yettiklerine yansıtıyorlar.

Çocukluğunda dayak yiyerek büyüyen erkek, evlenince eşine ve çocuklarına da şiddet kullanma eğiliminde olurken, dayak kurbanı kadının çocuklarına muamelesi de pek farklı olmuyor.

Buna son vermek için, şefkat ve merhamet eksenli bir hayat anlayış ve üslûbunu hakim kılmayı hedefleyen bir seferberlik başlatmalıyız.

Bu seferberliğin dayandırılacağı temel ise iman. Çünkü Allah’ın yarattığı hiçbir şeye tahakküm etmeyip şefkat ve merhametle muamele etme hassasiyetinin kaynağı, tahkikî iman.

İslâmdan önce kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşi insanları, karıncaya dahi bilerek ayak basmayacak inceliğe eriştiren iman.

Denizli hapsindeki azılı cani ve katilleri tahtakurusu öldürmekten çekinir hale getiren iman.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*