Sırat-ı Müstakim

Sırat-ı müstakim nedir ve sırat-i müstakimde olanlar kimlerdir?

Sıratı müstakim, malûm ve meşhur anlamı ile, “Dosdoğru yol” demektir.

Arapça’da “yol” anlamına gelen başlıca üç kelime vardır:

1- Dar ve tenha yol anlamına gelen tarik.

2- Dar, tenha fakat işlek yol anlamına geken “sebil” kelimesi.

3- Cadde-i kübra ve emniyetli yol anlamına gelen “sırat” tabiridir.

Sırat kelimesinden türetilen “sırat-ı müstakim, Bediüzzaman’ın tanımı ile; “Şecaat, iffet ve hikmetin mezcinden meydana gelen adl ve adalettir.”

Dikkat edilirse burada sırat-ı müstakimin ve adaletin unsurlarından biri olan şecaat unsuru başa alınmıştır, acaba neden?

Çünkü Fatiha-i Şerifin tefsirinde de; sırat-ı müstakimin kriterleri şöyle sıralanır: 1- Onlar zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parlarlar. Demek sırat-ı müstakimde olmanında ilk şartı, zulme direnmektir. Bunun bizdeni, sizdeni, şeriatlısı veya şeriatsızı olmaz. Çünkü Üstad, “istibdad ne nam altında gelirse gelsin sillemi vuracağım, isterse şeriat libası giysin, adalet külâhı taksın” der. En kötüsü de zaten şeriat libası giymiş istibdattır. Çünkü Allah’ın dinini ve adaletini de âlet ve istismar ediyor demektir ki, bu zulümlerin en çirkinidir. Demek esas olan zulme, herşeye rağmen korkmadan şecaatle karşı çıkabilmektir. Aynı zamanda sırat-ı müstakimin en baş ve en önemli şartı da budur. Çünkü Efendimiz de (asm), “Cihadın en efdali, zalim sultana karşı hak sözü söylemektir” buyuruyor. Burada dinli dinsiz diye bir ayrım yapmıyor.

Peki kim bu herşeye rağmen zulme karşı çıkan bahtiyarlar?

Bu bahtiyarlar, zulümat-ı beşeriyeye karşı çıkan kahramanlardır. Zulümat-ı beşeriye nedir? Zulümat-ı beşeriye, Bediüzzaman’ın ifadesi ile bu asrın ihtilâl, inşikak ve darbeleridir. Onları bulmak için önce bu asırdaki zulümat-ı beşeriyeyi bilmemiz ve onlara karşı çıkan kahramanları anlamamız lâzım. Yine onu da Bediüzzaman, Felak Sûresi’nin tefsirinde, “bu asrın inkılâp ve ihtilâllerinden Allah’a sığının” diye ikaz eder.

Misal olarak, birini “milâdî 1971” diye de ifade eder. Artık bunun ardından 60 ve 80 ihtilâllerini, 28 Şubat ve 15 Temmuz darbelerini de buna ilâve edebiliriz. İşte bunlara kim karşı çıkma cesaret ve şecaatini gösterebildi ise, sırat-ı müstakim erbabı odur. Bakalım bunu yapabilen hangi babayiğitlermiş?

Ne kadar araştırırsanız araştırınız, böyle bir kahramanlığı gösteren, Yeni Asya Cemaati’nden başka bulamayacaksınız.

Meselâ bildiklerimden başlarsam:

1- O zamanlar yeni çıkmaya başlayan Yeni Asya Gazetesi, 1971 ihtilâlcileri olan Faruk Gürler ve ekibine büyük punto ile “ZAFER BİZİMDİR” demiş ve devamı yazılarda da “siz moskofun maşası mı, yoksa Türk milletinin paşası mısınız?” diye sormuş ve böylece ihtilâlciler deşifre olunca bütün planları altüst olmuş idi. Böylece işi muhtıraya çevirerek bu kanlı ihtilâlden vazgeçmek mecburiyetinde kalmışlardır. Böyle bir ihanete karşı Yeni Asya ve cemaatinden başka kimsenin gıkı çıkmamıştı.

2- Seksen ihtilâli olmuş, yine herkes köşe bucak saklanmış iken, Yeni Asya kahramanca ihtilâle karşı çıkmış, bu yüzden gazete 470 gün kapalı kalmıştı. Bu esnada bu kervan Yeni Nesil ve Tasvir vs gibi gazetelerle sırat-ı müstakimindeki yoluna devam etmiştir.

3- Bugün herkesin şikâyet ettiği 1982 ihtilâl anayasasına da yine bu kahramanlar tek başına karşı çıkmış ve bütün tehditlere rağmen “hayır” vermiştir.

Açıkça, Yeni Asya cemaatinden başka bu ihtilâllere ve darbelere teslim olmayan, boyun eğmeyen kalmamıştır. Demek ki sırat-ı müstakimde olmanın şartlarının başında cesaret ve şecaat gelir. O da Yeni Asya olarak tezahür etmiştir. Zira cesurun bakışı korkağın kılıncından daha etkilidir. Yeni Asya cesaretin markasıdır. Zira Yeni Asya’nın mesleği, sahabe mesleğidir.

2- Onları aramaya lüzum yoktur, çünkü onlar kendilerini ilân edecek bir uluvv-u şana maliktirler. Bu ne demek? Yani onlar kendini gizlemez. Üstadlarının ifadesi ile, ”İhfâ ve havf riyadandır” derler ve bilâkis meşveret kararlarını alırlar cesurca ilân ederler. Çünkü İşaratü-l İ’caz da işaret edildiği gibi, onlar kendilerini ilân eden bir uluvv-ü şana maliktirler. (Bu kriterlerin kaynağı İşaratü’l İ’caz’daki sıratı müstakim bahsidir. (Lügatsiz s. 25) Demek havf ve riya gibi meş’um sıfatlar onların semtinden geçmez.

Bugün Türkiye ve Dünyada herkesin karşışında saygı ile durması gereken bir gazete ve cemaat varsa, o da kendini açıkça ve mertçe ifade eden Yeni Asya ve cemaatidir.

3- Onların mesleğinde butlan olmaz, zira onların mesleği ferdi deģil meşveretledir.

Bediüzzaman cemaati, “tefani fil ihvan, tarikati tefani fişşeyh” diye tanımlar. Yani cemaat olmanın en bariz alameti, meşverettir. Tarikatte ise, şeyhe tabi olmak vardır. Ferde tabi olduktan sonra, abi veya hoca fark etmez, hepsi tarikat sayılır. İlla cemaate olduklarını iddia ederlerse, onlara gurup veya hizip denilebilir. Kesinlikle ideal manada cemaat liyakatine sahip olmazlar. Çünkü ferdidirler, yani bir kişinin aklına tabidirler, onun için butlana maruzdurlar. Zaten onların yüzünden cemaat tenkit ediliyor. Şayet onlar cemaat liyakatine sahip olsalar, bu kadar hata etmezler, cemaatin ithamına da sebep olmazlar. Yine Bediüzzaman’ın ifadesi ile, meşveret şeriatten bir parmak ayrılsa, onlar yüz arşın ayrılmıştır.

Demek bu guruplar içinde cemaat tanımına uygun kimse yoktur ve tek tüzel kişiliği olan da yine Yeni Asya’dır. Mesleği de ferdi değil, tevatüridir. Zira Yeni Asya, ferde değil meşverete bağlıdır. Hatta isimlerimiz bile bu gerçeği ifade ediyor şöyle ki:

Yeni Asya bir kere tüzel kişilik ve bir kurum adıdır, diğerleri ise abici, hocacı veya şeyhcidir. Diğer bir ifade ile Hasancı, Hüseyinci, Alicidir vs. dir. Birebir resmî isimlerini söylemeye lüzum yoktur. Zira sözün tamamı deli ve çocuklara söylenir. Bizim milletimiz evvel Allah leb demeden leblebiyi, mim demeden minareyi sonlayacak bir basiret ve ferasete sahiptir! İnşallah.

Demek öyle bir cemaatin mesleği tevatüri imiş. Tevatüri; yalan haber ve yanlış kararda birleşmesi imkânsız olan bir topluluk demektir ki, bunun bu asırdaki bariz misali Yeni Asya Cemaati’dir.

Demek bunların mesleğinde butlan (batılda) olmuyormuş. Çünkü Efendimiz (asm) “İstişare eden pişman olmaz” buyurmuşlardır. Bu husus, sadece Hadis-i Şeriflerle değil, âyet ve sûrelerle de sabittir. Öyle bazı hocaların zannettiği gibi sünnetten ibaret değildir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile bu devrin en büyük farz vazifesidir. Bu vazifeyi hakkı ile ifa eden iftiharla ifade edeyim ki Yeni Asya’dır. Yeni Asya’nın her zaman isabet etmesinin altında bu sır yatmaktadır.

Eğer âlem-i İslâm bir sıratı müstakim örneği ararsa, adresi cümle âlem bilsin ki Yeni Asya’dır.

Şemseddin Çakır

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*