Siyaset karışınca…

Başörtüsü yasağı, “çözülmesine bir adım kaldı” denilirken yine adeta bir kördüğüm haline getirildi. İşin içine yine siyasetçiler girince mesele, sen-ben kavgasına, samimiyet sınavına dönüştürüldü ve çözüm başka bir bahara bırakıldı. Oysa, ortada yasak olduğuna dair ne yasal ne de anayasal bir hüküm var. Tamamıyla içtihatlara ya da yorumlara dayalı bir yasak sürdürülüyor.

 

Referandum meydanlarında “başörtüsünü çözeceğiz” diye sözler verilirken bir yumuşama meydana gelmişti. Yıllardır “üniversitelere kesinlikle başörtüsü ile girilemeyeceğini” söyleyenler, “başörtüsünün bu ülkenin bir gerçeği” olduğunu kabul etmişlerdi. Çünkü, yasak en temel insan haklarından olan inanma ve inandığı gibi yaşama hürriyeti olduğu için çağdışıydı, bu kabul edilmiş oldu. Diğer boyutu da, meseleye özgürlükler açısından bakılmadığı için de bu yasak yıllardır sürdürülüyor.

Geldiğimiz noktada, mesele adeta cami avlusuna bırakılıp kendi kaderine terk edildi. Mesele Meclis’te grubu bulunan partilerin ortak bir komisyon kurup çözme iradesine karşı, ya üye vermeme ya da “mini özgürlük paketi” denilerek başka konularında bu komisyonda görülmesi noktasına karşı çıkılması ile rafa kaldırıldığı görülüyor.

Konunun artık çözülemeyeceği ortaya çıkınca bu hafta parti gruplarında genel başkanların yasak üzerinden siyaset yaparak birbirlerini suçlama yolunu tercih etmeleri dikkat çekici. Parti başkanlarının başörtüsü ile ilgili diğerini suçlamalarına baktığımızda da “hoşgörüyü” görmek, meselenin çözümüne katkı sağlayacağını düşünmek oldukça zor. İlk grup toplantısı MHP’nindi. Bahçeli, CHP’nin, başörtüsü yasağının kalkması konusunda gerekli istek ve samimiyete sahip olmadığı bugüne kadar ki gelişmelerden belli olduğunu söylerken, “Ne yazık ki CHP, AKP’yle birlikte milletimizi hayal kırıklığına uğratmakta ve anlayışındaki bulanıklıkları özellikle başörtüsü konusunda fazlasıyla açığa çıkarmaktadır” derken, peşinden Erdoğan milletvekillerine seslenirken, “Türkiye’de başörtüsü sorunun çözümündeki en büyük engelin “CHP’nin bugüne kadar ortaya koyduğu statükocu ve özgürlük karşıtı anlayışı” olduğunu söylerken, “MHP güven vermiyor” dedi. Peşinden, Kemal Kılıçdaroğlu, başbakanın maskesini indireceğini söyledi.

Salı günü her zamanki gibi partilerin grup toplantılarını takip etmek için Meclis’teydik. Grupları izlemeye gelenlere baktığımızda her partinin ziyaretçileri arasında başı örtülülerde vardı, başı açıklar da. Belki bazı partiler de başörtülü sayısı çok, bazılarında azdı. Ancak yan yana oturuyorlar ve bundan rahatsız olmadıklarını görmek mümkündü.

Tıpkı, Türkiye genelinde, ya da üniversitelerde olduğu gibi bu görüntü de başı açıklarlarla başı örtülülerin birbirleriyle hiçbir sorunu olmadığının göstergesi. Aslında bunu siyasetçiler de pekâlâ biliyorlar ama bir türlü hoşgörü, sevgi, birlikte yaşama gibi konuları değil de, birçok konuda olduğu gibi özgürlükler konusunda da sen-ben kavgasını ortaya atıp meseleleri çözme noktasına gelemiyorlar ya da gelmek istemiyorlar.

İddia edildiği gibi başı örtülülerin başı açıklara karşı hiçbir yerde hiçbir zaman “mahalle baskısı” yaptıkları da görülmüş değildir. Bu açıdan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın “Öğrenciler bizden iyi çözer” tespiti de yerinde bir tespittir. Özcan, “30 yıllık hocayım başörtüsünden problem çıktığını duymadım. ODTÜ’de hiç sıkıntı görmedim. Başı açık, kapalı yan yanaydı. Hatta başörtüsü sınırlaması çıkınca başı açık olanlar başörtülülere destek verdiler. Büyükler arasında sıkıntı var. O kadar olgundu öğrenciler, hâlâ da olgunlar. Bunları yapanlar büyükler. Öğrenciler, kesinlikle bu meseleyi bizden daha iyi hallederler. Biz onlara bıraksak olur” diyerek bunu en açık şekilde izah ediyor. (Akşam, 28.10.2010)

Geldiğimiz noktada, Erdoğan’nın da açıkladığı göre meselenin çözümü önümüzdeki yıl yapılacak seçimler sonrasına kaldı. Başbakan bunu söylerken, meselenin çözüm adresini yapılacak “yeni anayasa” olarak gösterdi. “Biz şimdilik bu noktada, bu meseleyi maşeri vicdana, milletin takdirine havale ediyoruz” diyerek de konu şimdilik rafa kalkmış oldu. Peki, 2011 yılında yeni bir anayasa yapılabilir mi? Ama bu konuda esas soru aslında şu: Geçmiş tecrübeler dikkate alındığında bu meselenin anayasa ile çözülmesi doğru mu?

Siyasette bunlar olurken başörtülüler sıkıntı çekmeye devam ediyorlar. Yasak YÖK’ün yazısından sonra yumuşamış gözükse de hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Belki de, siyasetçiler YÖK’ün hem sınıftan çıkarmama, hem de bazı imtihanlarda başı açık olma şartının kaldırılmasına destek olabilselerdi. birileri bundan cesaret alıp başörtülü öğrencileri otobüsten indiremezlerdi, kampüse sokmama girişiminde bulunmazlardı. Demek ki, önce beyinler özgürleşmeli…

Özetle şunu söylemek mümkün… Artık dinî konularda siyaset yapılması başta dine zarar veriyor. Bunu siyasetçiler kabul etmeliler. Türkiye bu yüzden yıllardır çekti-çekiyor. Artık çekmesin. Erdoğan, “Referandum öncesi başörtüsü sorununu istismar malzemesi olarak kullandıysa millet nezdinde bedelini ödeyecektir” demişti. Bakalım bunun bedelini kim ödeyecek?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*