Siyaset ve dindarlar

Bediüzzaman, siyasilere ve millete yol göstermek anlamında çok önemli temel ölçüleri ortaya koyduğu eserlerindeki beyanatlarının dışında ve vatandaşlık vazifesi olan oy kullanmanın haricinde siyasetle zihnen ve fiilen meşgul olmaktan kaçınmış; kendini, “zaaf-ı diyanet (iman zayıflığı)” olarak tesbit ettiği çağın manevî hastalığını tedaviye, yani Risâle-i Nur eserleri yoluyla “iman hizmeti”ne vermiştir. Peki bunun sebebi nedir?

İşte bunun cevabına yıllar sonra dahi ışık tutacak; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gönüllü kültür kuruluşlarıyla birlikte 2010’da yaptığı dev bir araştırmanın sonuçları:

– Kur’ân’a inananların yüzde 20’si, ona elini sürmemiş.
– Elini sürenlerin yüzde 60’ı yüzünden okumasını bilmiyor.
– Yüzde 80’i namaz sûrelerini bilmiyor.
– Kur’ân okuyanlar yüzde 9.
– Namazını devamlı kılanlar (5 vakit kılanlar) yüzde 1.5

Ya sosyal hayatı düzene koyan, kin ve nefretleri engelleyen, sevgi, şefkat ve korumayla birlikte kaynaşmayı netice veren zekâtı hakkıyla verenler ne kadar?

Ya, insanlığın rahat ve huzurunu bozan, Müslümanları pasifleştiren, başkalarının sırtından para kazanmayı ve karışıklıkları doğuran, fertleri fakirleştiren faizden kaçınanlar?
Elbette bu vaziyette olan Müslümanlar, siyaset cephesine sürülmeleri halinde, makam-mevki, hubb-u cah, tama için, birbirlerini, yıpratma, yalan, rüşvet, iftira kurşunlarına hedef edip, dindarlıklarını bile kaybedebileceklerdir. Kimi, namazlarını bile terk edebilecektir.

Kimisi, siyasetin cazibedar tuzaklarına düşecektir.
Kimileri, boğazlarına kadar siyasî rüşvet ve ahlâksızlığın girdabına düşeceklerdir.
Maalesef, dine, dindarlara değil, deccalizme hizmet ettirileceklerdir!
Bediüzzaman, dindarların siyasete soyunma ölçülerini şöyle belirlemişti:
“İttihad-ı İslâm Partisi, [toplumun] yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” 1
“Yüzde altmış-yetmiş tam mütedeyyin olmak” şartına ise, toplumu oluşturan bütün katmanlar dahildir. Yani, halkın yüzde 60-70’i, öğretmenlerin yüzde 60-70’i, üniversitelerin yüzde 60-70’i, hukukçuların yüzde 60-70’i, teknikçilerin yüzde 60-70’i, basının yüzde 60-70’i, askerlerin yüzde 60-70’i… vs. Evet, din, mânevî değerler herkesin mukaddes malıdır; siyasetçiler dahil kimse tekeline alamaz. Herkes, kabiliyetine göre dini yaşayabilir, ona ayna olabilir, onun güzelliklerini aksettirebilir.2

Dipnotlar:

1- Emirdağ Lâhikası, s. 386.
2- Şuâlar, s. 405.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*