Siyasetin heft rengi

Demokrasi; katılımcı, çoğulcu, herkesin iradesine saygı gösteren bir sistemdir.

Ve bu sebeple İslâmiyetin, cumhurun katılımı ve istişarî anlayışına en yakın olduğundan kabul görür.

Ancak Türk tipi demokrasi maceralar ve kesintilerle bugüne gelirken, görünüşte edebiyat nutukları atılıp uygulamalarda istibdat aşkı depreştiğinden; gerçek demokrasiye geçişte sancılar bitmedi, doğum da gerçekleşmedi gitti.

Siyaset ise memleketi yönetme san’atı olduğu gibi, demokrasiye de hizmet etmesi lâzım gelirken;

“Halbuki siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki vesvese-i şeyatîn hükmüne”

geçtiğinden siyasetle iş başına gelen bazı idareciler, fitne ile iş görüp demokrasi nimetini kendi menhus emellerine âlet ettiler.

MEŞRÛTİYET ANLAŞILMADAN…

1876’da ilân edilen 1. Meşrûtiyet, Rus Harbi münasebetiyle rafa kalkınca, hürriyet hareketleri kendine zemin buldu. Sultan Abdülhamid zamanında tekrar ilân edebilseydi 31 Mart’a gelinmeyecekti belki de.

Ahrarlar veya Ahrar-ı Osmanî gibi gerçekten hürriyetçilerin de içinde bulunduğu İttihad ve Terakki’yi, Selânikli Sabetayistler ele geçirince meşrûtiyetle beraber, istibdat hükümferma oldu.

Yani bir taraftan hürriyet istenirken diğer yandan türlü ayak oyunlarıyla Meşrûtiyeti lekedâr ettiler.

Sadece Bediüzzaman’ın üç devirde yaşadığı zulümler, meselemize ışık tutar:

“Vaktâ ki hürriyet divanelikle yâdolunurdu; zayıf istibdad tımarhaneyi bana mekteb eyledi. Vaktâ ki i’tidal, istikamet; irtica ile iltibas olundu; meşrûtiyette şiddetli istibdad, hapishaneyi mekteb yaptı.”

Bediüzzaman 31 Mart’ta;

“o dehşetli hareketi iki-üç dakika uzaktan temaşa ettim. Müteaddid metalibi işittim. Fakat elvân-ı seba (yedi renk) sür’atle çevrilse, yalnız beyaz göründüğü gibi…”

diye özetlediği ‘ihtilâl’deki karışıklığa dikkat çeker.

Kısaca menfî siyaset, ta ilk günlerinden gökkuşağı rengini almış ve bu sebeple Bediüzzaman;

“Böyle siyasetten Allah’a sığınırım”

demişti.

Evet, sistem doğrudur, ancak hürriyeti istemeyen huffaş (yarasalar) meşrûtiyet adı altında istibdatla emellerine;

“Şedid bir istibdad ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdad ve hafiyelik tenasüh etmiş. Ve maksad da Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet (hürriyeti geri almak) değilmiş. Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış! “

Kâzım Karabekir Paşa’nın şu ifadeleri siyasetimizin bu günlere nasıl geldiğini resmediyor: “1910′da Arnavutluk’taki ihtilâlin bastırılmasında ben de görevliydim. Karşılaştığım Alman gazetecilerin, ‘Türkiye’de mason olmayana hayat hakkı verilmiyormuş, bütün zabitler [subaylar] Mason olmuş.’ diye endişeli sualler sorduklarına şahit oldum.”

CUMHURİYET DÖNEMİ

Mutlakiyet ve Meşrûtiyet devirlerini böyle özetlerken, Cumhuriyet dönemine de Bediüzzaman:

“İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlakaya medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını vermekle”

diye o çok sevdiği, şeriat adına alkışladığı hürriyeti müjde ederken, daha beter bir istibdadın yerleştirilmek istenmesine işaret eder.

Osmanlı’nın yıkılmasıyla kurulan Yeni Cumhuriyetin nasıl salâvat ve duâlarla Meclis açılışı yaptığını bilmeyenimiz yok gibidir. Sarıklı âlimler, şeyhler ve dindar kimlikle yapılan vaazlar, Yeni Türkiye’nin kurulmasında mühim rol oynadı. Anadolu’nun değerleri eşliğinde gerçekleştirilen; Amasya, Erzurum, Sivas kongrelerinde kurtuluş hareketine öncülük eden zevât; (asıl niyet anlaşılınca biat etmediğinden) âlim, ehl-i fazl ve kemalden (Şeyh Said ayaklanması bahanesiyle) 100 bin insanın i’dam edilmesi..

Keza Bediüzzamanla dost olan Ali Şükrü Beyin Topal Osman tarafından katledilmesi..

Bediüzzaman; M. Kemal’in ısrarla dâvet ettiği Ankara’da törenle karşılanmış, dini tahkim vazifesince mecliste irad ettiği nutuk yüzünden M. Kemal’in hiddet etmesine aynı hiddetle cevap verince geri adım atılmış, hatta özür dilemesine rağmen başka yollarla bertaraf edilmek istenmesi..

Senelerce perde altında hapis, sürgün ve türlü hilelerle işkence edilmesi..

Benim babam da hacı deyip Müslümanlara kan kusturulması gibi hadiselerle siyasetin nasıl, bukalemun gibi renk değiştirdiğini acı tecrübelerle öğrenmiş olduk.

Bu zamanda ise…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*