Siz hiç Üstadına “müşfik kardeş” diye hitap eden ikinci bir talebe gördünüz mü?

Yıllardır zihnimde “Nurun birinci talebesi Hulusi” cümlesi soru işaretidir.
Hulusi Ağabeyi “birinci talebe” yapan sır nedir? Ne ile “sürekli birinciliği” kazanmıştır?
Nurun birinci talebesi olmak için neler yapılır?
Niye Barla Lâhikası’nın büyük bir bölümü ona ait?
Aşağıdaki sorular bu sırrı aralamak için kendime ve çevremdekilere sorduğum soruların sadece bir kısmı.

Üstadın yanında ömrünü geçirmiş olmalı?
Hayır! Sadece ziyaret etmiş.
O zaman, çok fazla ziyaret etmiş olmalı?
Hayır, sadece 8 defa.
Tabi ya! Zübeyir, Sungur Ağabeyler gibi dünyadan sıyrılıp, sadece Nura vakf-ı hayat etmiştir!
Hayır! O, subaylığın son kademesi olan Albay rütbesine kadar gelip, sonra emekli olmuş.
Peki, ne o zaman?

Barla Lâhikası’ndan anladığım kadarıyla söyleyeyim: Bunun bir sırrı Üstadın şahsiyetlerini çok iyi kavramış olması.
Siz hiç Üstadına “Müşfik Kardeş” diye hitap eden ikinci bir talebe gördünüz mü?

Hulusi Ağabey Üstadın şahsını üçe ayırır. Bunlar:

1- Şahsiyet-i hakikiye
2- Ubudiyet halindeki şahsiyet
3- Hikmet ve vazife esnasındaki şahsiyet

Bunu bir mektubundaki “Aziz Üstad, müşfik kardeş, muhterem mücahid!”1 hitabından anlayabiliriz. Evet, Üstadın şahsiyetlerini ayıramayan kimse Üstadına teselli veremez “Müsterih olunuz, bu Nurlar ayaklar altında kalmaz”2 deme cesaretini gösteremez.

Başka bir sır ise illet ve iktiranı çok iyi ayırabilmesi.

‘Üstadına’ mektup yollayan bir talebenin “Asıl Üstad Kur’ân’dır” 3 demesi veya ona sayfalar dolusu methiye yerine “Bu kudsî beyanatı yakından dinlemek, görmek ve göstermek iştiyakını gösterdik. Siz de o elmasları gösterip bizi uyandırdınız… ‘vesile’ oldunuz”4 şeklinde yazması ayrı bir mana taşıyor. Hatta “Üstad-ı muhteremimin neşre ‘vasıta’ olduğu Sözler”5 ifadesi ile Risale-i Nur’un “Kur’ân’ın malı” olduğunu ne derece anladığını gösterir.

Kendisinin deyimiyle Nurlarla iştigali üç devreye ayrılıyor. Bunlar;

1- Kendisi için istinsah etmek,

2- Üstadın emriyle- Sözlerin, muhtelif tabaka-i nâsa tesirleri ve kabil-i cerh, lâzımü’t-tashih, mucib-i itiraz cihetlerini Üstadına arz eylemek, Risale-i Nur’u aşk ile okumak.

3. Yine Üstadın emriyle- Nurlu âsâr hakkındaki ihtisaslarını arz eylemek ve kardeşleri namına bazı Kur’ânî müşkilat ve tereddüdatı makam-ı feyze takdim etmek.

Barla Lâhikası’ndan Hulusi Ağabeyi takip etmeye devam edelim. Bir Nur Talebesinin vaktinin nasıl geçtiğini anlamaya çalışalım. Eline geçen Nurları ilk başta babasına okutuyor. Daha sonra eski hocası olan İbrahim Efendiyle paylaşıyor.6 Bir bakıyorsunuz komşularına anlatıyor, bir bakıyorsunuz iş arkadaşları olan askerlere okuyor.

Şimdi, özellikle içtimâî hayatta olan bir Nur Talebesi nasıl olmalı?
Ailesi, hocaları, komşuları ve iş arkadaşlarıyla ilgilenmeli, onlara Nurları anlatmalı ve okumalı.
Vakit mi yok? Ortam müsait mi değil? Hulusi Ağabey bunu en sıkıntılı dönemlerde subay iken yapıyor.

Evet, hayat-ı içtimaiyede olmak “Nur Talebeliğine” engel değil. Hatta bu vasıfta birisinin “birinci talebe” olması bunun en büyük ispatı. Engel, içtimâiyâtta ne için yaşadığını unutmak ve âhirzamanın fitnelerine yenik düşmek. Tabiî bu zamanda bunu başarmanın da çok zor olduğu aşikâr.

Bir sohbet esnasında “Nur Talebesi demek bütün hayatını Risale-i Nur’a veren demek, bu vermek ne şekilde oluyor?” diye soranlara “Ben îmâna Kur’âna hizmet için yaşıyorum. Hizmet-i îmâniye ve Kur’âniye için yaşadığını bilmek ve ona göre davranmak. Her ne işte bulunursa bulunsun en ehemmiyetli gayesi Nurun hizmetini bilsin” şeklinde cevap verir.
***
Yazdığı nurların değişik halk tabakalarında nasıl bir etki uyandırdığını ölçen Üstad Hazretleri yazılan her nüshayı değişik fıtratlarda ve vazifelerde bulunan talebelerine yolluyor. Daha sonra ise değişik övgülerle gelen mektuplara “Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir”7 şeklinde cevap vermek zorunda kalması ise ilginç bir durum.

İşte bir sırda sanırım buradan çıkıyor. Yazılan bu Nurlara Üstad Hazretlerinin istediği tarzda cevap verebildiği için Hulusi Ağabeyin mektupları Barla Lâhikası’nda bir hayli fazla. Dikkat edilirse Hulusi Ağabey, ilgili yerleri değişik ortamlarda müzakere ettikten ve okuduktan sonra maddesel olarak dikkatle hazırladığı cevapları Üstadına geri yolluyor.

Hulusi Ağabeyin okumasının derecesi ise “aşk”. Peki, aşk mertebesinde bir okuma nasıl olur? Bir başka açıdan Hulusi Ağabey Nurları eline aldığında nasıl okurdu? Cevabı kendi ağzından sırasıyla alalım:

1- Zihnimi safileştirip Nurların karşısına,
2- Dolayısıyla Kur’ân’ın mecmualarının karşısına,
3- Ve Aziz Muhterem Üstadımın medresesine,
4- Peygamber Efendimiz (asm) Hz. Ravza-i Saadetlerine,
5- Ve nihayet Rabbülâlemîn Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin huzur-u lâ mekânîsine çıkıyorum.8

Hatta “O Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşki enfâs-ı ma’dude-i hayattan olmaya idiler, diyorum.”9
Sizi bilmem, ama ben hiç böyle Risâle okuyamadım.
Sübhanallah! Risale nasıl okunur ve ona nasıl âşık olunur! Dünyevî mecazi aşıkların kulakları çınlasın!
***
Onu “birinciliğe” taşıyan en büyük sırlardan birisi ise Risale-i Nur’un belli bölümlerinin kendisi vesilesiyle yazılması. Üstad Hazretleri bunu “Onun suâllerine yazılan Mektubat risaleleri ve onun yazdığı samimî mektupları, onun yerinde pek çok insanları Risale-i Nur dairesine celbetmiş ve ediyor”10 şeklinde ifade ediyor. Kendisinin bizatihî sormadığı kısımları “Bazen zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum.”11 şeklinde ifade eder. Üstad ise bunu ihlâsının kerameti olarak niteler ve sürekli tekrar eden bu hali “yeni yazılan ve daha ona gönderilmeyen risâlelerin mevzuunu teşkil eden bir esası mektubunda yazar” diyerek ifade eder.

Bu arada unutmadan başta Üstad ile sadece 8 defa görüştüğünü söylemiştim. Hulusi Ağabeyin tabiriyle “Bunlar itibarî birer taksim. Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor.”12 Üstadın tabiriyle ise “Bizden uzak değil. Her gün çok defa beraberiz.”13 Şimdi daha anlaşılır oldu galiba.

Peki, Hulusi Ağabeyi bu hizmetin içerisinde tutan en önemli özellik neydi?

Üstad der ki: “sebat ve metanet ve ihlâsta birinciliği muhafaza ediyor” 14 Ayrıca “Hulusi ihlâsıyla…” diye devam eder. Hatıralara baktığınız zaman, Hulusi Ağabey kendisiyle konuşanlara karşı özellikle “İhlâs ve Uhuvvet” üzerine vurgu yaptığını görürsünüz. Demek ki hizmette kalabilmek “İhlâs ve uhuvvet” düsturlarını gerektiriyor. Bu düsturları yerine getiremeyenler ise günden güne daireden uzaklaşıyor.

Son olarak sizce Nurun birinci talebesi olan bir kişi şefkat tokatı yer mi?

Evet “Hizmet-i Kur’âniye’de bulunana, ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ, ihlâsla, ciddiyetle hizmet-i Kur’âniye’de bulunsun. İşte, Hulûsi’nin kalbi çendan lâyetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevk ettiğinden, şefkatli tokat yedi.”

Yine onun deyimiyle “Cadde-i Kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, Allah rızâsı için olan, Risâle-i Nûr hizmetinde mesâiyi terk edenlerdir.” Demek ki hakikî mesai saatlerimiz Risale-i Nur hizmeti ile uğraştığımız dakikalar. Merkezde Nur olunca, diğer işleri de bu mesaiye göre ayarlamak gerekiyor.

Daha başka sır yok mu dersiniz?
Elbette var. Hulusi Ağabeyin Âl-i Resûl’den15 olması gibi…
Daha farkına varamadığım nice sırlar…

Hulusi Ağabeyden çıkaracağımız daha birçok ders olduğu muhakkak. Fakat, sadece ağabeylerin dedikosunu yapmaktan veya onlara ait şeyleri sloganik tabirlere dönüştürmekten Rabbim bizi men eylesin.

Sahi, Hulusi Yahyagil size neyi ifade ediyor? Veya sizce bir Nur Talebesine neyi ifade etmeli?
Rabbim! Nur’a hakkıyla talebe olmayı, talebeliği anlayabilmeyi ve talebe olarak vefat etmeyi nasib eylesin…
Not: Bu sırlara eklemek istediğiniz sırlar var ise bana ulaştırmanızı önemle rica ediyorum.

Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, s. 199.
2- Barla Lâhikası, s. 69.
3- Barla Lâhikası, s. 109.
4- Barla Lâhikası, s. 98.
5- Barla Lâhikası, s. 107.
6- Barla Lâhikası, s. 153.
7- Barla Lâhikası, s. 230.
8- Barla Lâhikası, s. 30.
9- Barla Lâhikası, s. 30.
10- Kastamonu Lâhikası, s. 189.
11- Barla Lâhikası, s. 110.
12- Barla Lâhikası, s. 110.
13- Kastamonu Lâhikası, s. 189.
14- Kastamonu Lâhikası, s. 72.
15- A. Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, s. 50.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*