Sokrat ve Bediüzzaman

Risale-i Nur’da kurtuluşa erenler arasında sayılan Sokrat (Sokrates) M.Ö. 469-399 yılları arasında Atina’da yaşamış olan ünlü Antik Yunanlı düşünür, filozoftur. Hayatını kendisinin ve halkının ahlâkça olgunlaşmasına ve bilgiye adamıştır.

Matematik, geometri, astronomi ve politika bilgisi ile felsefe konularında eğitimler vermiştir. Yunan felsefesinin kurucularındandır. Sokaklarda ve caddelerde eğitim yapmış, öğrencilerinden para almamıştır. Sokaklarda yalınayak dolaşarak gördüğü yanlışları ve ahlâka aykırı davranışları düzeltmek için halkı ikaz etmiş, yer yer azarlamıştır. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Yazılı bir eseri yoktur. Onu talebesi Eflatun’un (Platon) anlattığı kadar bilebiliyoruz. Hakkında muhtelif rivayetler vardır. Etkisi günümüz düşünürlerinde hâlâ devam etmektedir.

BİZ KİMİZ? NECİYİZ? KENDİNİ BİL!

Kâinatı anlamadan önce “biz kimiz” sorusunun cevabını bulmak lâzım, derdi. İnsan önce kendini bilmeli, kendini okumalı, sonra kâinatı, evreni okumalıdır. İyi insan, iyi yurttaş olmak için ahlâk yönünden olgunlaşmalıdır. ‘Kendini bil!’ özdeyişi yüzyıllardır onun bir vecizesi olarak söylene gelmiştir. “Nefsini bilen; Rabbini bilir” hadisi ile Yunus Emre’nin “İlim, ilim bilmektir; ilim kendini bilmektir” da aynı ortak hakikate işaret etmektedir.

Anlattığı hakikatler, mütevazi oluşu, insanların seviyelerine göre konuşması, derslerinde ücret kabul etmeyişi gibi sebeplerden dolayı halkın, bilhassa gençlerin gönlünü fethetmiştir. Bu durum diğer meslektaşlarını ve devrin idarecilerini rahatsız etmiştir.

500 YARGICIN BAKTIĞI DÂVÂ

“Gençlerin ahlâkını bozduğu, devletin tanrılarını yok sayarak, yeni tanrılar edindiği, sitenin tanrılarından farklı tanrıları yücelttiği ve dinsiz olduğu” gerekçesiyle yargılandı.

Eski Atina devletinde dâvâlara klanlardan seçilmiş yargıçlar bakardı. Dâvânın önemine göre yargıç sayısı artardı.

Sokrates’in dâvâsına 500 civarında yargıç baktı. Suçlular genelde hitabet yetenekleri ile yargıçları etkileyip beraat ederdi. Bu yüzden ağzı iyi lâf yapanlar para karşılığı dâvâlılara savunma yazardı. Sokrates hitabet yerine, en iyi bildiği diyalektiği sorgulama yöntemini kullandı. Kendini savunmayı ve yargıçlardan af dilemeyi değil, fikirlerini, dâvâsını savundu. Ölüm cezasının değiştirilmesini dilemedi. İdamı, Atina’nın kutsal günü olduğu için ertelendi. Kendisi zindana atıldı.

Zindanda hiçbir koruma bırakılmamıştı. Öğrencileriyle birlikte sohbet etti. Kaçması teklifini geri çevirdi. Kaçsaydı suçlu ve hain kabul edilecekti. Kaçmadı ve bitki zehri içirilerek idam edildi. Öldükten hemen sonra Atinalılar yaptıkları hatanın farkına vardılar. Kendisini dâvâ edenlerden birisini yargılayıp idam ettiler, diğerini sürgüne gönderdiler.

Üç aşamalı muhteşem bir savunması vardır. Bunu başka bir yazıya bırakıp Bediüzzaman’ın Sokrat hakkındaki düşüncesine göz atalım.

SOKRAT BU ASIRDA YAŞASAYDI…

Bediüzzaman Lemeat isimli eserinde Fatiha Sûresi’nin tefsirini yaparken; Fatiha’nın sonundaki üç yolu tahlil eder: Dalâlet yolunda gidenlerin yüzde birinin kurtuluşa erebileceğini belirtir ve ‘Eflatun ve Sokrat’ı örnek olarak gösterir. Onlar iman hakikatini inkâr etmeyip farklı tevil ve tefsirde bulunuyorlar. Çünkü felsefe eskiden hikmet ile barışıktı. Sonradan ayrılıp materyalizme kaymıştır.

Konferans Risalesinde ise, “Said Nursî, Eski Said tâbir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat’ı, Eflâtun’u, Aristo’su gibi hakikatlı feylesofları ve Şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Fârâbî gibi dâhi hükemâlarından felsefe ve hikmette Kur’ân-ı Hakîmin feyziyle çok ileri geçmiş ve Kur’ân’dan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığını dâvâ etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde ispat etmiştir” (Sözler, s. 1023) denilmektedir.

SOKRAT NİÇİN BÜYÜKTÜR?

Osman Yüksel Serdengeçti ‘Said Nur ve Talebeleri’ başlıklı yazısında Sokrat ve Bediüzzaman’ın ortak bir yönüne işaret eder: “Mahkemelerdeki müdâfaalarını okuduk. Bu müdâfaalar bir nefis müdâfaası değildir; büyük bir dâvânın müdâfaasıdır. Celâdet, cesâret, zekâ eseri, şâheseri..

“Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakîr gördüğü için değil mi? Said Nur, en az bir Sokrat’tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürtecî, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebî olmak gerek. O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu. O, hapishânelerden hapishânelere atıldı. Hapishâneler, zindanlar onun sâyesinde medrese-i Yûsufiye oldu. Said Nur, zindanları nur, gönülleri nur eyledi.” (Tarihçe-i Hayatı, s. 545)

Hakikat kimsenin tekelinde değildir ve her hakikatın zaman ve mekâna göre değişik ifadeleri vardır. Hadislere göre ‘Hikmet mü’minin yitik malıdır. Çin’de de antik Yunan’da olsa almalıdır’.

Bu gün biri milattan önce yaşamış, diğeri ise 1960’ta vefat etmiş iki bilgeyi dinledim. İkisi de kendisi için değil, cemiyetin ahlâk ve iyiliği için yaşamış.

Önce nefislerine nasihat etmişler ve hakikati söylemekten çekinmemişler. Bu uğurda ölmeyi göze almışlar. Çünkü hakikat haktır; zamanın, mekânın, isimlerin ve resimlerin değişmesi ile hakikat değişmez. Olsa olsa o zamanın modasına uygun bir ‘elbise’ giyer. Bediüzzaman ve Sokrat’tan bahsediyorum. Bu iki bilgenin ilk bakışta ortak özellikleri var.

ORTAK ÖZELLİKLERİ

Her ikisi de bilgi ve hikmeti her şeyden üstün tutmuş, ilmin izzetini muhafaza etmişler.

İnsan ve kâinatın varoluş sırlarını araştırıp çözümler sunmuşlar.

Âlimlerle ve kendini âlim sayanlarla münâzara ve müzakere etmişler.

Kadın erkek, genç ihtiyar, cahil âlim demeden cemiyetin her kesimine hitap etmişler.

Halkı irşad, idarecileri ikaz etmişler.

Her ikisi de talebe yetiştirmiş, derslerinin karşılığında ücret almamışlar.

Dâvâları ve fikirleri için yaptıkları fedakârlıklar cinayet sayılmış, ikisi de idamla yargılanmışlar.

Yurt dışına kaçma tekliflerini kabul etmemişler. Sokrat, Atina dışına sürgünü ve kaçma teklifini reddetmiş, Bediüzzaman “Mekke’de olsam bile buraya gelirdim” demiştir.

İkisi de zehirlenmiş. Fark Bediüzzaman inayet-i İlâhî ile zehirlemelerden kurtulmuş.

Başka benzerlik ve farklar var; ancak uzatmamak için şimdi sözü ‘bilge’lere bırakıyorum; isteyen benimle beraber dinlesin!

VE BEDİÜZZAMAN KONUŞUYOR!

“Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor… Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. Îman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız îman üzerine mesâimi teksif etmiş bulunuyorum.

“Risâle-i Nur’u anlamıyorlar, yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hâzır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bâzı eserler telif eyledim. Fakat ben öyle mantık oyunları bilmiyorum, felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî varlığını, vicdan ve îmânını terennüm ediyorum, yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve îman esâsı üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.

“Bana, Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!”

“Bana zulmedenlere hakkımı helâl ediyorum; onlara sadece hidayet temenni ediyorum… Konuşan yalnız hakikattır… Cemiyetin iman selâmeti yolunda bir Said değil, bin Said feda olsun…” (Tarihçe-i Hayat, s. 543)

BEDİÜZZAMAN’IN SON DERSİ

“Ben maddî manevî her şeyimi feda ettim, her musîbete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve manevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır…

Belki de bunlar son sözlerim olur. Medrese’tüz-Zehra’nın Risale-i Nur Talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.” (Emirdağ Lâhikası-2)

SOKRAT DİYOR Kİ…

‘Bilgelik, hiçbir şey bilmediği halde bildiğini zannetmek değil; bilmediğini bilmektir. Ve sizin en bilgeniz Sokrates, kendi bildiğinin gerçekte bir hiç olduğunu bilendir. Tek şey biliyorum; oda hiçbir şey bilmediğim!’

UYUDUĞUNUZ YETER. UYANINIZ!

‘Ben Tanrı tarafından bu devlete gönderilmiş bir at sineğiyim. Ve bu devlet, koca cüssesi dolayısıyla yavaş hareket edebilen ve canlanması gereken bir attır. Ben de Tanrı’nın bu devlete musallat ettiği bir at sineği gibi bütün gün boyunca her yerde sizi uyandırıyorum, hareketlendiriyorum, azarlıyorum ve ikna ediyorum. Hayatınızı sorgulayınız. Ve eğer Tanrı sizi düşünerek bir at sineği daha göndermezse, hayatınızın geri kalanını uyuyarak geçirirsiniz.’

“SORGULANMAYAN HAYAT, YAŞAMAYA DEĞMEZ.”

‘Tanrının sözünü düşünerek yer yer dolaşıyor, yurttaş olsun, yabancı olsun, bilge sandığım kimi bulursam konuşup soruyorum. Bilge olmadıklarını anlayınca da, Tanrı sözüne hak vererek bilge olmadıklarını kendilerine gösteriyorum. Bu iş bütün vaktimi alıyor, bu yüzden devlet işleriyle de, kendi işlerimle de iyice uğraşacak vakit bulamıyorum. O kadar ki, Tanrıya hizmet edeyim diye yoksul kaldım.’

KENDİLERİNİ BİLGİN SANAN CAHİLLER

‘Dahası var: Birtakım gençler kendiliklerinden başıma toplanıyor; babaları zengin, vakitleri bol; ben önüme aldığım adama sorular sorarken durup dinliyorlar; üstelik bilgiçlerin sorguya çekilmesini dinlemekten hoşlanıyorlar. Çok defa bana benzeyerek kendileri de başkalarını denemeye kalkışıyorlar. Az bir bilgiyle hatta büsbütün bilgisiz, kendilerini bilgin sananlar sayısız. Bunu o delikanlılar da buluyorlar. Sıkıştırdıkları adamlar kendilerine kızacaklarına bana kızıyor, “Sokrat gençleri baştan çıkarıyor, onları zehirliyor!..” diyorlar.’

SOKRAT’IN SON SÖZLERİ

‘Sizden dileyeceğim bir şey daha kaldı: Çocuklarım büyüdükleri zaman; ey Atinalılar, erdemden çok zenginliğe yahut herhangi bir şeye düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam, siz de onlarla uğraşınız, onları cezalandırınız.

Kendilerine, kendilerinde olmayan bir değeri verir; önem vermeleri gereken şeye önem vermez, bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz de onları öyle azarlayınız. Bunu yaparsanız, bana da, oğullarıma da doğruluk etmiş olursunuz…

Artık ayrılmak zamanı geldi, yolumuza gidelim: ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisi daha iyi? Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.’

Bilgelerin sözleri daha çok uzun, ama zaman ve sütun kısa… Daha fazlasını dinlemek isteyenler bu bilgelerin eserlerine müracaat edebilir! Daha önce de ifade edildiği gibi onları yargılayanlar unutuldu ama; ‘bilge’ler eserleri ve fikirleri ile hâlâ yaşıyor, rahmet ve minnetle yad ediliyor.

M.Said Zeki

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*