Son Mesnevi Han’a veda

altElbette ki Malatya’nın medarı iftiharı olan Celal Yalçın’ı kast ediyoruz. O’nun kendisine mahsus tarzıyla Mesnevi okumalarının farkını dinleyenler bilirlerdi. O dönemde, Risale-i Nur´a aşık olup günde yüz yüzelli sayfa kitap okuyan birçok nur talebesinde bu belirleyici okuma farkı ortaya çıkmıştı. Hâlâ kasetlerden veya elektronik medyadan ulaşabildiğimiz o sesler, nev-i şahıslarına münhasır seslerdi. Bu fıtrî orijinal okuma üsluplarına sahip ağabeyleri, tarz olarak takip edenlere de rastlardık, o zamanlar. Risaleden bir paragrafı yüksek sesle okuyan herhangi bir kardeşimizin, nurları daha çok hangi ağabeyin yanında okuduğunu, o seslerden çıkarabilirdik. Kulaklarımızda en güzel musikiden daha şirince yankılayan o nurani sesleri saymaya kalkıştığımızda; mutlaka Nazım Gökçek, Ali Uçar, Erzurumlu Musa ve A. Feyzi gibi ağabeyleri hatırlıyoruz. Ancak iki kasetini dinleyebildiğimiz Zübeyir Ağabey´in sesinde de manevî bir cazibe hissetmiştim.

İşte Celâl Ağabey de bu kategoriye giriyordu. İki üç sene önce, Arıkonağı köyümüzdeki medresede, ilerlemiş yaşına rağmen okuduğu parçayı, medresenin arkasındaki elma bahçesinden dinlemiştim. Şair fıtratından olacaktı ki;nazmı tedai ettiren, gönül tellerine dokunarak hissiyat çağlayanı seslendiren bahisleri tercih ederdi.

Celal Ağabey´i ve dönemini yadettiğimizde, hemşehrisi olmakla iftihar ettiği Hulusi Ağabey´i anmadan geçmemiz, elbette tarihe saygısızlık olur. Sık sık Malatya’yı şenlendiren ve Gaziantep’i de ihmal etmeyen Hulusi Abi, bu vazifeyi direkt üstadından almıştı. 1969’da; tatlı siması, başındaki beresi ve dinleyiciyi sevinç içinde dinlendiren nükteleriyle, Gaziantep’in Aydınbaba medresesinde dinlemiştim. Hulusi Abi´nin yardımına bu bölgeden koşan Nazım Gökçek, Mehmet Polat, Ali Mutlu ve Mahmut Allahverdi´leri de bu vesile ile anmış olalım.

Malatya´mız eskiden yemyeşildi… Türkiye’mizin birçok şehirleri gibi…Günümüzde Doğu’da Furuncu Köyü’ne, Batı’da ise; Beylerderesi’ni aşarak Elendilik Suyu’na kadar Malatya’nın betonlaşmış şu halini elli yıl önceki Malatya’lılar görselerdi,şu manzara karşısında belki de ürküp kabirlerine geri kaçacaklardı. O zamanlar; Şehir Batı´da Sümerbank Fabrikası ile biterdi. Elazığ’a giden Çevreyolunun doğusuna düşen şerit´te kayısı ve elma bahçeleri vardı. Kernek Parkı’nın yanındaki Şekerevlerin üstünde, yeşilin içinde boğulmuş evcikler bulunurdu. Malatya’nın en güzel lahanası da Çarmuzu´dan gelirdi…Üstadımız kırlara ve bahçelere çıkmış diyen Malatyalılar, Mayıs´ın ortasından itibaren nur derslerini bahçelere taşırlardı.Ekseriyeti fakirülhal olan bu kahramanların öyle çokça münasip bahçeleri de yoktu. İlk nurcu gazeteyi çıkaran merhum Ömer Yılmaz’ın babası Kutanlı Hasan Yılmaz Amca´nın Hançukur tarafında bir bahçesi vardı. Sıklıkla arabalarla gidilirdi. Şoför Mehmet Özer’in uzun burunlu Chevrolet Otobüsündeki Celal Ağabey´in marş söyleyen sesleri, o günü yaşayanların kulaklarında hala çınlar durur. Terzi M. Taşkaya’nın Banazı tarafındaki kiraz ve dut bahçelerini de unutmamamız lazım. Bu arada, merhum Abdülmecit Akçin’nin yarımca taraflarındaki köyünü ve bahçesini de tarih kaydetmiştir. Yaz mevsiminde Erkenekli Celal Sağır, Beydoğan ve Kınacıların katıldıkları Erkenek dersleri ile Gültekin, Kaygusuz gibi ailelerin iştirak ettikleri Çelikhan dersleri de meşhurdu. Bu bahçe ve kır derslerinde mikrofonu bulmamız mümkün olmadığı gibi, Celal Ağabey´in sesi mikrofona da ihtiyacı hissettirmiyordu.

Yukarıda arz ettiğimiz üzere, Üstadımızın tavsiyeleri istikametinde başta bizzat Üstadımızdan ders alan veya nur hizmetlerinde temayüz etmiş bazı ağabeyler, müfritane irtibatı sağlamak üzere Anadolu’yu karış karış gezerlerdi. Malatya İmam Hatip okulunda talebe iken; Celal Ağabeyler ile gece gündüz demez, İstanbul’dan Erzurum’a, İzmir’den Van’a seyahat eden misafirleri karşılar ve uğurlardık. Mustafa Sungur, Muzaffer Aslan, Bayram Yüksel, Mehmet Kırkıncı Molla Hamit Ekinci, Fikret Yüksel,Ali Mutlu ve daha nice rahmete gark olmuş ağabeyler,yukarıdaki mana ile alakalı seyahat ederlerken, Kerpiç yapılı, merdivenleri gıcırdayarak zikreden iki katlı medresemize de misafir olurlardı.

Bu arada Celal Ağabey´in hayat ve hatıralarını yâd eden diğer yazarlarımızın da değindikleri bir irtibatı zikretmezsem, mevzu natamam olacak. Risale-i Nur´’un avukatı Bekir Berk ile aralarındaki samimiyet vefatlarına kadar devam etmişti. Cidde ile Malatya arasındaki haberleşmelere hep şahit olurduk. 12 Mart öncesinde yoğunlaşan davalar için Malatya’ya gelen Bekir Ağabey´in, Malatya Adliyesi’ndeki haşmetli ve celalli duruşu (o zaman müdafaanın mahiyetini anlayamamıştım) bütün zihinlere silinmeyecek şekilde kazınmıştı.
Hz. Mevlana’nın Mesnevî-i Şerifini güzelce özel okuyanlara bildiğiniz üzere “mesnevihan” derlerdi. Bizzat Üstadın rahle-i tedrisinde,küçük kardeşi ve talebesi Abdülmecid ağabeyce tercüme edilmiş Mesnevî-i Nuriye eseri de; hem mana, hem lafız ve hem de üslubun edebice kucaklaşmalarından olacak ki, bazı fıtratları ziyadesiyle cezbeder. Celal Ağabey Mesnevi-i Nuriyeyi bu cezbe içinde okurdu. O tiz sesiyle:“İ’lem eyyühe’l-aziz! Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı haliyle, “Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim” diye kendisi döner, sürü de döner.

Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına mâruz kaldığın zaman, “Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” söyle ve merci-i hakikîye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür.” (Mesnevî Nuriye sayfa 103) derken, dinleyenlerin gönül tellerine dokunur ve kalpleri ihtizaza sevkederdi. Hazret-i Pir´in(Mevlana k.s.) çok kıymet verdiği Hüsameddin-i Zerkupi’nin (k.s.) bile gıpta edeceğine inandığım, nurun mesnevî-i hanlarını da bu vesile ile anmış olalım. Onların şu fani dünyadaki okumaları, inşallah Berzah’ta koroya dönüşmüştür. Biz ise okumalarımızla manen o ulvî korolara kulak kabartmaya devam edeceğiz.
Celal Ağabey’in en çok hoşuna giden ve kendisini mutlu eden bir husus da İtihad’dan başlayarak şiirlerini Yeni Asya sayfalarında görmesiydi. O’nun anısına ayırdığımız şu yazıyı,yine O’nun çok güzel bir manzumesiyle bitirmek istiyoruz.

BİR YOL OLSAYDIM

Akşamdan sabaha gün ortasında,
Ağlayan bir kalbin tam ortasında,
Gözümün yaşının her damlasında,
Sana ulaşmada bir sal olsaydım.

Kışta kıyamette, sisli bir günde,
Savrulurken fırtınanın önünde,
Barlaya ilk gittiğin o günde
Kayıkta küreğe bir el olsaydım.

Duman eksik olmaz Çam Dağlarında,
Nur’ların okunur yamaçlarında,
Göklere set çekmiş ağaçlarında,
O çam ağacında bir dal olsaydım.

Aklın, fikrin bütün duygularınla,
Sundun Kur’an’ı, yeni yorumla,
Kabul ettim onu bütün canımla,
Anlayıp zikreden bir dil olsaydım.

Tepede, bayırda, yol kenarında,
Çiçekler açıyor dal kenarında,
Bir kelebek gibi gül kenarında,
Nurları okuyan bir dil olsaydım.

O güzel Barla’nın bir yamacında,
Barla Denizi’nin öbür ucunda,
Üstadımın şefkatli avucunda,
Dua dua açan bir gül olsaydım.

Artık tahammülüm yok beklemeye,
Ben de çıkmalıyım nurlu sefere,
O meçhul mezarın olduğu yere,
Gelene gidene bir yol olsaydım.

15.05.2000 Celal Yalçın

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. Allah razı olsun Şükrü kardeşim..
    Osman ağabeyi ve Hasan ağabeyi de yazmanızı arzu ederim..Zira her ikisinin de anlatılacak kahramanlık destanları var..şimdikilere numune-i imtisal olsunlar..Allah kaleminize kuvvet versin..

  2. Hey gidi günler,hey… diye o eski kahramanları duygulandıran bir yazı olmuş. Belki de berzaha göçmüşlerin kabirlerinde okunacak bir destan olmuş. Duaya bu yazıyla mazhar olanlara ne mutlu. İyi ki varsın, Yeni Asya..

  3. Nur hizmetlerinde iz bırakan ağabeylerin vefatlarıyla alakalı önemli yazıların kaybolup gitmemesi lazım. Değil mi…

AHMET için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*