Son tren, Risale-i Nur

İnsanlar tehlikeli bir bölgeden çıkmak, daha emin ve huzurlu bir yere ulaşmak için buldukları her vasıta ile orayı terk etmek isterler. Bu vasıtaların bir sınırı var ve gittikçe bunların sayısı azalıyorsa, orada bulunan insanları bir telâş kaplar. Bir an önce oradan ayrılmak için herkes ilk bulduğu araca kendini atmaya çalışır. İşte böyle bir durumda, son bir tren kalmış ve o da harekete hazır vaziyette bekliyorsa, insanlar kendini o trene atabilmek için canhıraş bir gayret gösterirler. Zira o tren kaçarsa, içinde bulundukları felâket ortamından çıkış yolu kalmayacaktır. Son tren, umuda yolculuğun son fırsatıdır.

Risale-i Nur da, umuda yolculuğun son trenidir. Zira insanlık, helâket ve felâket asrını yaşamaktadır. Bu treni kaçıranların başka bir araçla yola devam etme ihtimali kalmamıştır. Çünkü Hatemü’l-Enbiya’nın (asm) son varisi olan hatemü’l-müceddid Bediüzzaman Hazretleri ve Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi, bu dehşet diyarından çıkmanın son trenidir. Bu trene binebilenler, bu katarın arkasına takılanlar, gerçek kurtuluşa ve selâmete ulaşabilirler.

Asr-ı Saadetten bu yana, her asırda bir müceddid çıkmış, dini tecdid ederek hayatın rotasını Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye istikametine çevirmiştir. Bir başka ifade ile, insanlık ne zaman bir gaflet ve dalâlet tufanı yaşasa, bir müceddid çıkarak tecdid gemisine aldığı insanları o tufandan kurtarmıştır. Manevî tufanların, helâket ve felâketlerin en büyüğü ise, ahir zamana kalmış, bu zamanda yaşayan insanlar daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalmışlardır.

Bu zamanın felâketi, savaşlar, terör, açlık, kıtlık, kan ve gözyaşından ibaret değildir. Asıl felâket, insanın manevî cephesinden aldığı darbeler sonucu perişan kalması, ebedî hayatını ve saadetini kaybetme tehlikesidir. Bu tehlike, dünyayı hercü merce veren harb-i umumîden daha büyüktür. Harb-i umumî denilen o dünya savaşı ki, Üstâd Hazretleri onun için “harb-i umumîyi gören ihtiyardır” demiştir. Yani dünya o kadar dehşetli bir hâl yaşamış, insanlar o kadar büyük acılar çekmişler ki, sanki küçük bir kıyamet kopmuştur. Bu hali gören ve yaşayan insanların da yaşama arzusu kalmamış, gençler ve çocuklar dahi kendilerini ihtiyar gibi hissetmişlerdir.

Ama, insanın başında öyle bir felâket daha var ki, harb-i umumî bile bunun yanında bir mana ifade etmiyor. Bediüzzaman Hazretleri o felâketin büyüklüğü karşısında dünya harbine bile dönüp bakmıyor. Hiç merak edip “Neler oluyor?” diye sormuyor. Kendisine, “Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var?” diye sorulduğu zaman, şu cevabı veriyor:

“Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.”

Bu dâvânın ne olduğunu da şu şekilde ifade ediyor:

“Herkesin, iman mukàbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”

Demek ki böyle tehlikeli bir zamanda, bu kadar dehşetli bir halde bulunuyoruz. Bu zamanın dehşetinden, helâket ve felâketinden kaçıp kurtulmak, bu ortamdan uzaklaşmak için bize Nuh’un gemisi gibi bir gemi veya Nur’un şimendiferi gibi bir tren lâzım. İşte Risale-i Nur, bizi bu dehşetten kurtaracak, selâmet ve emniyet diyarına götürecek olan son trendir. Zira o, Son Nebi’nin (asm) son varisinin eseridir. Bediüzzaman Hazretleri son müceddiddir. Risale-i Nur da Kur’ân’ın en son ve en mükemmel tefsiridir. Kıyamete kadar her suale cevap verecek, her müşkülü halledecek bir eserdir.

Zaten kıyametin kopmasına da şunun şurasında ne kaldı ki? Gaybı Allah’tan başka kimse bilemez, ama kıyametin alâmetleri ve işaretleri çoktan beri görülmektedir. Yani vakit daralmış, insanlık bunalmıştır. Zaten herkesin kıyameti kendi başına kopacaktır. Aklı başında olan bir insan, bu son treni kaçırmamak, son fırsatı değerlendirmek için elinden geleni yapmalı, elinden gelmeyenler için Cenâb-ı Hak’tan yardım istemelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*