Sonlanmayan Son Duruş

Tarih: 22 Mart 1960

Günlerden Salı

Ramazan Ayı’nın 24. günü

Sabahtan itibaren otelin etrafı polislerce çevrildi.

 Otele gelen polisler Bediüzzaman’ın arabasının anahtarını aldılar. Emniyet amiri otele bizzat gelerek Bediüzzamanla görüşmek istedi. Durum Bediüzzaman’a bildirilince ‘Gelsinler’ cevabını verdi. Emniyet amiri kendilerine verilen emrin kesin olduğunu, mutlaka Isparta’ya geri dönmesi gerektiğini tebliğ etti. Bunun üzerine Bediüzzaman o­na: ‘‘Ben şimdi hayatımın son dakikalarını geçiriyorum. Ben gideceğim. Belki de burada öleceğim. Siz benim suyumu hazırlamakla mükellefsiniz. Amirinize bildiriniz.’’ cevabını verdi.

23 Mart 1960

Günlerden Çarşamba

Ramazan ayının 25. günü

Saat 03:00’ü göstermekte…

Üstad Bediüzzaman konuşmuyor, sadece dudakları kıpırdıyordu. Senelerdir hakikati söyleyen dil tek hakikat için, Hakk’ı ifade için çaba sarfediyordu. Ve sonsuz bir hakikati Hak yolunda ki yaşantısıyla nihayete erdirdi. Son rahmet damladı toprağa. Son soluk. Son ses… Başucundan ayrılmayan Bayram Yüksel, ellerini göğsüne koydu, bir sızının üzerine bastırmak istercesine ve kendi kendine: ‘‘Üstad biraz iyileşti, uykuya daldı. Elhamdülillah, Üstad uyudu’’ diyerek üstünü iyice örtüp sobayı yaktı. Bediüzzaman hazretlerinin diğergam diğer talebelerinden (Zübeyir Gündüzalp, Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram) da geldiler. Bir süre sonra sabah namazı vaktinin girmesiyle Urfa Minarelerinde Ezan-ı Muhammedi yükselmeye başladı. Bu davete icabet üzere Üstad’ın uyanmasını ‘Sabah namazı vakti girdi mi?’ diye sormasını beklediler. Fakat, Üstad kalkmıyor, namaz vaktini sormuyordu. Bekleyiş uzun soluklu sessizliğe dönüştü. Ve daha güzel bir yaşam için gül goncası boynunu büktü. Son nefeste Hak yolunda Hak için verildi…

23 Mart 2006

Günlerden Çarşamba

Not düşülüyor bu hazin terk eyleyiş adına..

Ve O’nun hatrına…

Hani buyruluyor ya ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz ve nasıl ölürseniz öyle haşr olunursunuz’ diye. İşte bunun sırrıyla biliyor ve görüyoruz ki Hak yolunda Hakka hizmet sunan gönül Hak’la beraber Hakk’a teslim oluyor.

Gönül… İlahi tecelli, hikmet, sanat diye tarif edilir. Sahib olduğuyla yetiniyor ancak Kab-ı Kavseyne açılan en kudsi, en salim, en şümullü bir şehrah, koridor… İçinde ne gezerse gezsin sahibi gezmeyince doldurulamayan bir boşluk bırakıyor. Gönül öyle bir sultan ki akıl-mantık, hissiyat ve vicdanla beraber Hakk’a yürür. Ve ancak Hak’ta doyuma erer Hak’la başlar Hak’ta biter.

İnsanı insan yapan bu uzuv akıl, hissiyat, vicdan hakimiyeti çerçevesinde kontrol edebilme özelliği verilirse Rabbin yerleştiği yerden gönül insanı vukufiyet kazanıyor. Gönül insanı, temelde Kuran’ı Kerim ve hadisi şeriflerin mana iklimine göre şekillenebilecek kadar duyarlı kılar istidadı yettiğince. Bazen Musa gibi dost olur Hızır’a, bazen Yusuf gibi hapsolur doğruluğuyla gönül zindanlarında… Said Nursi kapandığı gönül zindanlarında saraylaştırarak Hakkı yansıtması sebebiyle ‘Bediüzzaman’ kılınmıştır vasıfça.

Akli muhakeme, irade ve azmi kazanıyor hizmet ettiği HakÎm’in dilemesiyle. Hal insanı deriz ya hani… Halinde bile O’nu söyletenlerden olmuştur gönlünün içine yerleştirmesiyle. Haliyle terk eyledi gönüllere halini hatır olarak bırakmış ve haliyle adam ettiğinden halinde adamlar yetiştirmiştir. Ve dünyayı terk eylemesinden asırlar geçmesine rağmen hali tebliğinden ‘kullar’ yetişmesine sebebiyet teşkil etmiştir. Bu hayata son noktayı fisebilillah şehidlikle koymaya sevdalıdır… Gözyaşları bile Allah rızası için gidene sızlarmış anlatır mı bilemem gözünüzdeki damlalar bu sızıyı zira sızı bile hatrını hatırda tutanda Hatrına sızlamalı. Düştüğünde dilime ve gönlüme hep bir fotoğrafı canlanır; gözlerinde kan; yorgun ve çilekeş günlere inat ederek bakmaya devam edercesine, alnında ter; emeğini, zahmetini ifade edercesine, ellerinde nur kire bulaşmamanın güzelliğini resmedercesine, dilinde hakikat; ömrüne tek kelimeye vakfedercesine, dudaklarında iz iz yarık cemaline susamışlığı resmedercesine, çehresinde hem mahsun hem gayet kavi bir duruş acziyetini Kadire dayamışlığın ferahlığını gösterircesine… Titreyerek bırakır gönlü çekilirken dünyadan O’nun emanetini baharı müjdelercesine… Nitekim Hak söz konusudur ki Can ötelere düşmüştür.

Ve kalp oluklarından damlayan bir damla hakikat uğruna ebedi huzura gönül sürülmüştür. Nefes almayı Hak’ta bulan bu aziz ihtiyar en zahmetli demlerde bile beli bükülmeden kalmayı başarabilmiştir. Bazen zindanı saray addetmiş, bazen savaş alanını medrese eylemiştir davasına menba kılarak… Bediüzzaman hazretlerinin ruh hali kelamındaki netlikten de anlaşılır açık şekilde. Savaşta gösterdiği çaba, yaralı halde iken iki gün boyunca su içinde saklanması, esir kampını teftişe gelen Rus Komutanı karşısında ilmin izzetini muhafazası, yargılandığı suçlara vakarla verdiği cevapları, hassasiyeti ve samimiyeti araştıranlarca anlaşılır. En çilekeş zamanlarında Eşref Edip’e verdiği mülakatta ‘milletin imanını selamette görme’ uğruna yaşamayı tercih ediyor Hak’la Hakk’ın hatrı adına…

Sessiz sedasız kendinden kendinde olana geçip, dalıp gittiği hummalı sevdanın (dava sevdasının) ardında sadık dalgınlar bırakarak terk eyledi sadakat sırrınca son nefesle dünyaya. Bir layihasında titreterek yüreklerimizi bir daha gözlerimizi Hakka çeviriyor kendinden alarak dava lüzumatını anlatırcasına…

Ve diyor ki: ‘‘ ‘Meşru olmayan bir muhabbetin neticesi düşmanlıktır’ kuralı gereğince adil olan İlahi kader; layık olmadıkları halde eğilim duyduğum dünya ehlinin zalim eliyle bana azap veriyor. Ben de buna layık olduğumu düşünüyorum. Çünkü, Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü alay komutanı olarak iki yıl çarpıştım… Rusya’da üç yıl, tutsaklığımda çektiğim sıkıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler. Oysa Ruslar beni Kürt gönüllü kumandanı olarak, Kazakları ve tutsakları kesen gaddar biri gibi görüyorlardı. Buna rağmen beni iman derslerinden yoksun bırakmadılar. Doksana yakın tutsak subaya ders veriyordum… Oysa buradaki dostlar, vatandaş ve dindaşlarım, kendilerinin imanına ve ahiretine hizmet etmeye çalıştığım kişiler, hiçbir geçerli neden yokken beni altı yıldır sıkıntılı bir tutsaklık altında tutuyorlar… Beni cemaat sevabından yoksun bırakmak için, hücremde iki kişiye imam olmamı bile çok görüyorlar. İstemediğim halde biri benim için iyidir dese o­na etmedik zulüm bırakmıyorlar. İşte böyle bir durumda, Allah´tan başka kime başvurulur?.. Hey bedbahtlar, ben size ne yaptım? İmanınızın kurtulmasına ve ebedi mutluluğunuza hizmet ediyorum. Demek, hizmetim halis olmamış ki, geri tepiyor, siz, buna karşılık her fırsatta beni incitiyorsunuz. Kuşkusuz sizinle büyük mahkemede görüşeceğiz.’ Bu satırlar Bediüzzamanın en çilekeş günlerine tekabül ediyor.

Hakiki gönül bir gül ise, bu asrın gülü deriz yazdırılması hatrına gıyabında temsil ettiği sorumluluğa. Asrın gülü; Gönlünü Habib-i Kibriya tarafından koklanmaya müheyya hale getiren ihtiyar…

Ve kendini gönlündekine teslim ederek bu dönüşü olmaz hayatı hak bir davayı teslim eyleyerek terkeyliyor... Ve bu sağlam duruş için binler fatiha bugün O’na yükseliyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*