Sosyal ve siyasî paradokslar

Image

Cumhuriyet döneminde cumhuru hiçe sayan yaklaşımlar, çok partili demokratik sistemde antidemokratik uygulamalar o kadar üst üste geldi ki… Antidemokratik yaptırımlarla, hukuka aykırı icraatlarla, baskılarla koca bir toplum susturuluyor, hükümetler susturuluyor, kurumlar susturuluyor.

Aydınlatma adına dünyalar karartırılıyor, çağdaşlık adına çağdışılık yapılıyor, restorasyon diyerek yıkımlar yaptırılıyor. Hele şu dünyanın jandarması Amerika’ya bakınız ki, kendi konumunu korumak ve menfaat musluklarını tekeline almak uğruna akıl almaz zalimlikler sergilerken, hiç utanıp sıkılmadan, “Bütün bunları halkların iyiliği için, hürriyetlerine kavuşmaları için yapıyorum” diyerek bir de yalancılığın ve utanmazlığın danıskasını âleme gösteriyor.

«««

Kanun namına kanunsuzluk, hukuk adına haksızlık, adalet adına zulüm, halka rağmen halkçılık, millete rağmen milliyetçilik ve devlet aleyhine devletçilik, ülkemizin nasırlaşmış paradokslarıdır. Zaman olur, güvendiğimiz dağlara kar yağar, karlı dağlarımız terörist barınağı olur. Güvenliğimizden sorumlu olanlar, güven yerine güvensizlik pompalar. Demokrasinin pratisyenleri olan sözde demokratik kurumlarımız, kendi içlerinde alabildiğine antidemokrat kesilirler. Zaman olur, sosyal ve siyasî enkaz üstüne gelip tezgâhlarını kuran partilere gün doğar.. Ve onlar için aslolan milletin sırtından belli yerlere tırmanabilmek, tırmandıktan sonra da oralarda uzun süre kalabilmek olur. Ortalığın sütliman olması mı, yoksa toz duman olması mı onları mutlu eder, doğrusu kestiremeyiz.

Zaman olur, ülkenin ayağına dolaşan prangaları çözmek, ülkenin başında uçuşan belâları def etmek vaadleriyle iş başına gelenler, ülkenin başına yeni belâlar ve gaileler açarak, bir an önce gitmesi gerekenler olurlar. Kurtarıcı rolünde olanlar, kendilerinden kurtulunması gerekenler olurlar.

Bir kısır döngüdür, sürüp giderken, bu kısır döngüden dönmenin, bu çıkmazdan çıkmanın bir yolu kalır. Hakikaten demokrat, hakperest, hamiyetperver, adaletperver, samimî, vefakâr, ihlâslı ve inançlı, bilgili ve cesur kadroların iş başına gelmesi..

Zaman olur, bu millet o kadrolara da kavuşur ve kavuşmuştur. Ahrarların yeniden dirilişiyle, demokratların zuhuruyla o yol açılmış, milletin yüzü gülmüştür. Lâkin rejim, kendi içinde kendisiyle çeliştiği için, cumhuriyetin ve demokratik rejimin içi boşaltıldığı için, sivil olmayan argümanlarla donatıldığı için, kaskatı ve resmî bürokrasiye emanet edildiği için, ahrarlarımız ve demokratlarımız muratlarına tam erememişlerdir. Ülke finişe kalkarken, iç ve dış mihraklar harekete geçmiş, darbeler devreye girmiş, geriye dönüş başlamıştır.

Ve zaman olmuş, milletin bağrından, bürokrasi duvarlarının dışından, halkın arasından çıkıp geldiklerine inandıklarına bu millet yeniden teveccüh etmiş, idarelerini onların eline teslim etmiştir. Milletin mesajı ve talebi açık ve net olmuştur. Şöyle ki:

“İşte irade bizden, idare sizden; buyurun yapacağınızı yapın, maddî ve manevî yükselişimizi engelleyen ihtilâl anayasasını değiştirin, haksızlıkları bertaraf edip, gasbedilmiş haklarımızı bize iade edin. Hak ve adaleti temin edip, adalet ve kalkınmayı sağlayın. Adalet ve kalkınmanız isimden ibaret kalmasın.”

Bir paradoks da, milletin bu teveccühünde ve bu talebinde yaşanmıştır ki, ahrarların devamı olan demokratlar kenara itilerek, onların uhdesinde olan misyonu da bu yeni kadrolara yükleyenler olmuştur. Hayfa ki, hayfa ki.. Bırakınız, gasbedilen haklarımızın geri alınmasını, yeni yeni gasplar ve haksızlıklar, milletin ümit bağladığı bu iktidara yaptırılarak milletle alay edilmiş, perde gerisindeki karanlık çehreler kıs kıs güldürülmüştür. İradeyi milletin elinden alıp başkasına kaptıran, kupkuru bürokratik idareyi ancak elinde tutabilen bu iktidar ise, anayasayı değiştirmek yolunda ciddî adımlar atmak yerine, zaman zaman onunla oynamıştır. Bir defa, çiçeği burnunda hükümet iken, başbakanın konumunu düzeltmek için, anayasayla oynanmıştır, bir defa başörtülü bir cümle oraya koymak için oynanmıştır, şimdi de partisini kapattırmamak için oynanıyor, geri tepileceği biline biline…

«««

Haydi biraz da Avrupaî paradokslara değinelim.

Bediüzzaman’ın “bahtiyar” dediği Almanları bağrında barındıran ve sahasındaki ülkelerle bütünleşerek birlik olma hedefini güden, savaş sonrası yaralar sarma ve toparlanma yolunda olağanüstü başarı gösteren Avrupa’nın paradoksları da kendindendir, yerlidir ve orijinaldir. İstikbalin parlak sabahlarına, insanlığın huzur dolu günlerine hizmet edeceğinden habersiz bu kıt’a, yüreğindeki ferahlığın ve içindeki güvenin sırrını kendisi de bilmez. Kıt’anın gizli misyonlarını bilmek için derinliğine bilgi, iman ve basiret lâzımdır. Burada, dinsiz felsefenin de, fen ve bilimin de argümanlarını aynı zaman ve mekânda görmek mümkündür. Okullarında hem din öğretilir, hem dinsizliğe ve sefahete götürecek telkinlere izin verilir. Bir yanda Hazret-i İsa’nın tasarrufu, öte yanda “inkâr-ı uluhiyyet” fikrinin felsefî boyut.. Bir yanda İslâma ve inançlara engin hoşgörü, diğer yanda cahilane hücumlar ve trajikomik tedbirler..

 

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*