Sosyalleşmenin psiko-sosyal boyutu

Medenî varlıklarız. Hemcinslerimizle bir arada yaşayabilmemiz sosyalleşmemize bağlı. Sosyalleşme; âilemiz ve içinde yaşadığımız toplumla olumlu iletişim kurup uyum sağlayabilme nispetindedir.

Canlılar içinde en müstesna, en ince, en lâtîf, en hassas, en nâzik, en nâzenin bir yapıda yaratılmışız. En seçkin, en kaliteli, en güzel şeyleri isteriz. Sayısız ihtiyaç, meyil ve arzularımız var. Son derece de âciz, zayıfız.

İhtiyaçlarımızı karşılamak, arzularımızı tatmin için de çok sanatlara muhtâcız. Ancak bir-iki san’atta ihtisas sahibi olabiliriz. Yaratılışımıza uygun bir hayat için teşrik-i mesâiye, yâni iş bölümü, dayanışma, yardımlaşma ve ürettiklerimizi paylaşmaya mecburuz.1

Taklitçi bir yapıya da sahip olduğumuzdan düşünce, duygu, davranış olarak birbirimizi etkiler ve taklit ederiz. Bu süreçte ilk ve en büyük hocamız, eğitimcimiz annemizdir. Ardından diğer âile ferdleri; içinde bulunduğumuz cemiyet ve ardından da çevre; tabiî, ekonomik, kültürel şartlar gelir.

Duygu, düşünce, davranış, algılama biçimlerimiz de farklı. Fakat, farklılıklarımız kadar benzer yönlerimiz de var. Farklılık; şahsiyetimizi/kişiliğimizi oluşturur. Benzerliklerimiz ise; yaklaşma, dayanışma, gruplaşma/cemaatleşmeyi doğurur. Grupta bulunma, cemaatle bütünleşme ihtiyacı; ferdleri benzer davranış biçimlerine yönlendirir. Birlikte yaşama zarûreti de ortak değerleri icap ettirir.

Benzerlikler; benzer hayat ve öğrenme şartlarından kaynaklanır. Benzer davranışlar ve öğrenme biçimleri de, iletişim ve etkileşimi; o da birlik ve uyumu sağlar. Böylece, başkalarına nasıl davranacağımızı ve başkalarının davranışlarını öğrenir; kendimizi ona göre ayarlarız.

Sosyalleşme, otomatik işleyen bir süreçtir. Zamanla şuûrlu bir harekete dönüştürerek belli gayeler güder, hedeflere yöneliriz. Zaten grup/cemaat, belli bir gayesi olan ve hedeflere varmak isteyenlerden oluşur.

Kur’ân; ferdî kabiliyet, hak ve hürriyetleri alabildiğine ihyâ ederken; “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın; kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın”2 beyanıyla birlik ve beraberliği tavsiye eder.

Bugün; ferdiyetçilik (bireysellik) öne çıkmış ise de; grup/cemaat/cemiyetçilik daha da geçerlidir. Çünkü, zaman cemaat (ekip) zamanıdır. Cemaatin (grubun) rûhu olan şahs-ı mânevî (ferdlerin bir araya gelmesiyle oluşturdukları mânevî güç, kişilik) daha sağlamdır.3

Atomlardan galaksilere kadar her şeyin bir arada ahenkle çalışması, omuz omuza vermesi, yardımlaşması birliği, cemaatleşmeyi ders verir. Ferdin cemaat/grup şuûru, genel bir şuûru; o da içtimâî birliği; o da güç ve kuvveti gerekli kılar. İslâm tarihi boyunca hemen her zaman Müslümanlar daha az maddî kuvvete; fakat güçlü bir cemaat şuûruna sahip olduklarında galibiyetler yüzlerine gülmüştür. Bugünkü perişanlığımızın sebebi de; cemaat şuûrundan gafil, enerjisinden mahrûmiyetimiz değil mi?

Dipnotlar:

1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 140.

2- Kur’ân, Al-i İmran, 103, 105.

3- Mesnevî-i Nûriye, s. 87.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*