Sözde değil, özde Müslümanlık

Bir süredir zihnimi meşgul eden bir bahis var ki artık yerinde duramaz raddeye geldi ve harfler sûret giyerek kelimeleri vücuda getirdi. Böylece, tuşlara dokunmaya başladı parmaklarım ve havada uçuştu sözcüklerim. Şu meseleden bahsediyorum; “sünnet”i kendi dünyamızda yaşayamayışımızdan.

 

Bir kavram olarak hayat literatürümüzde sıkça yer alsa da, pratiğe dökülmediği sürece—kendi açımızdan—bir anlam ifade etmiyor bu kelime. Hz. Peygamber’e (asm) sürekli atıfta bulunup onun hayatından örnekler verdiğimiz halde tatbikî olmadığımız müddetçe bir kukladan öteye gidemiyoruz.
Oysa gündelik hayatımızın her ânı buna müsait. Ki, müsait olmaması düşünülemez. Zira Hz. Peygamber (asm) de bizim gibi bir insandır, üstelik hayat mihmandarımız olacak şekilde yetiştirilmiş, seciyesi ve yaşantısı Kur’ân ahlâkıyla güzelleştirilmiştir, bütün mevcudatı ve insanları en âlâ hâl üzere terbiye eden zat tarafından.
Resulullah’ın (asm) adımlarını takip etmek, onun hâl ü etvarını benimsemek, bizzat yaşayarak mümkün. Tam da bu noktada hadis kaynakları bize bir yol haritası çıkardığı için aslında çok şanslıyız. Hangi güzergâhtan gideceğimizi, kaçıncı kavşaktan geçeceğimizi, çağımızın korkunç tehlikelerinden nasıl korunacağımızı, ihtiyaçlarımızın neler olduğunu bu altın yaldızlı haritadan gailesiz, sehivsiz öğrenebiliyoruz.
Yeme-içme, uyku adabından, selâmlaşmaya; aile hukukundan, komşuluk haklarına; ticaret yapma usûllerinden, borç alma-verme düsturuna; ibadet esaslarından, ahlâkî normlara kadar pek çok esas Hz. Peygamber (asm) tarafından şefkat, merhamet ve itinayla harmanlanarak ashabına aktarılmıştır. Kimi vakit, mescide toplanmış Suffa ehline verilen bir ders mahiyetinde, kimi vakit zulme uğradığı için ağlamaktan gözleri kızarmış mazlûm bir kadının Peygamberimiz (asm) huzurunda derdine derman arayan sorusunda…
Hiç inceleme, okuma ve düşünme fırsatınız oldu mu?  merak ediyorum.
Günümüze kadar emniyet içinde nakledilen hadis-i şerifler salt ibadet ve inanç esaslarına has değildir. Meselâ, görgü kurallarına dair pek çok hadis vardır; özellikle bizim işin bu kısmını görmezden geldiğimiz yahut önemsemediğimiz…
Misal, çalınan kapının ardından “Kim o?” sorusuna verilecek cevap dahi Resulullah (asm) tarafından öğretilmiştir.
Olay, Cabir b. Abdullah’ın (ra) başına gelir. Hani, Allah Resûlünün (asm) dizinin dibinden ayrılmayarak, pek çok sohbetine iştirak eden, sayısı 1540’ı bulan hadisi rivayet eden mübarek zat. Bizzat kendisinin işitmediği bir hadisin Şam’da bulunan ravisini görmek, ondan bu hadisin kaynağını öğrenmek için bir aylık yolculuğa çıkan Cabir (ra).
Hadiseye tekrar dönelim. Bu güzide sahabî, babasının bir borcu için Resulullah’ın (asm) evine gelir. Kapıyı çalar. İçeriden Peygamberimiz’in (asm), “Kim o?” diyen sesi duyulur.
Cabir (ra), “ben”, diyerek karşılık verir.
Bunun üzerine, Resulullah (asm) verilen cevaptan hoşlanmadığını belirtircesine, “ben, ben” diye tarizde bulunur.
Aynı hatayı bir daha yapmaz, Cabir b. Abdullah (ra). Ve yapmamaları için uyardığı insanlara da bu olayı anlatır.
Çok basit bir ayrıntı gibi görünen bir hâl olsa da yaşanan, bugün hangi birimiz çaldığımız kapılara, ismini belirterek cevap veriyor, merak ediyorum doğrusu.
Merak ettiğim diğer bir husus, bugün İslâmiyet bütün bu incelikleriyle beraber yaşansaydı eğer, Müslümanlar hâlâ geri kalmışlık marazıyla boğuşur ve envai çeşit yaftalamalara maruz kalır mıydı?
Cevabı, benim kadar sizler de tahmin ediyorsunuzdur.
Mühim olan, yolda durmak değil, yolda olmaktır Resûlullah’ın (asm) izinden. Ki bu sayede kazanılan ehemmiyetli bir takva, kuvvetli bir iman hem dünyevî, hem uhrevî semereler verecektir Âdemoğluna/Havvakızına.
Biz sözde değil, özde Müslümanlar istiyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*