St. Michael´de bahar

Biz Köln’de leylakları koklayalı aylar oldu. Ren kıyısındaki köylüler çilekleri bitirip kiraz bahçelerine çoktan geçtiler. Ekinler—bilhassa arpalar—çoktan sarardı. Avrupa’da baharı kaçırdık diye hayıflanırken, Avusturyalı ehl-i Nur’un davetiyle kader yolumuzu St. Michael’e çıkardı.

 

Sabahı, üzerlerindeki çığ tanecikleriyle hayata gözlerini henüz açmış rengârenk leylaklarla yaşarken, bahara yeniden dönmenin tadılmamış zevkini duyduk… Artık St. Michael hafızalarımızda; leylakların açık, koyu ve beyaz renkleri ve lâtif kokularıyla birlikte yerini alacak. Bu güzel beldeyi “leylaklar bahçesi” olarak anacağız artık…

St. Michael dağların kucağına sığınmış bir kasaba… Kendisinden o kadar emin ki… Birileri bu yörelilerin ortaçağ vahşetinden kaçarak buralara sığındıklarını iddia edebilirler. Bize öyle geliyor ki, asrımızın vahşet, dehşet, riya, husûmet ve gürültüsü St. Michael’i bir huzur ve sükûn köşesi hâline getirmiş. İnsanları sakin, ciddî ve mütebessim. Avrupalının meşhur mağrur ve sulu tabiatı bu beldeye uğramamış. Üç gün boyunca kulaklarımız sunî ve gürültülü kahkahaya şahit olmadı. Burada dikkatimizi en çok çeken davranış “Selâm” oluyor. Öğleden sonra daha çok “Grüss Gott” sözünü işitiyorsunuz. “Allah’ın selâmıyla sizi selâmlıyorum…” Selâmsız kimseyle karşılaşmak çok zor… Bakışlar selâmlaşmak için bakışlarımıza kilitleniyor ve arkasından dostane tatlı bir tebessüm…

St. Michael’de leylaklar bayram yaşarken iki- üç bin metre yukarısındaki tepelerde karlar henüz yeni çözülüyor. Mahiyetini bilemeyenleri ürküten dağlardan St. Michael ve St. Martin ovalarına inen kar suları kısa sürede çaylara ve hatta ırmakçıklara dönüşüyor. Ovadaki sularda hâlâ karın tadını hissediyorsunuz, bugün.

Pamuk görünüşlü bulutları avuçlamayı hiç arzu ettiniz mi? Alpleri, sarıklı haşmetli insanlara bürüyen bulutlar, gecelerin karanlığından istifade ile St. Michael sokaklarına iniyorlarmış. Onları bir sabah tesbihatında kasabayı terk ederken gördük… Çocuklarla birlikte yakalamak için peşlerine düştük. Avuçlarımıza çiğ taneciklerini bırakarak yükselip geldikleri zirvelere yöneldiler. Yağmur bulutlarının yanısıra Alpler’de kar bulutları da vardı. Eski karların çevresine yeni karların üşüştüğünü hayretle seyrettik. Evet Haziran’ın ortasında St. Michael’e bakan tepelere geceleri kar yağıyor.

Alpler’de hazineler varmış. İnsanoğlunun kilometrelerce karanlık karnından geçip gitmesine mütebessim bu hazineli direklerin içindekilerini göremedik, ama, yüzlerce ağızdan şen ve şakrakça, etrafa hayat sularını fışkırdıklarını gördük…

Sefih Batı medeniyetinin bize musallat ettiği habis ruh, aydınımızı dağlara küstürmüş. Kendisinde bir kuvvet, kudret vehmedenlerimiz yükseklerin yanında alçak görünme korkusuyla dağlardan kaçıyorlar… Biraz korku, biraz zillet ve de benlikle… Varlıktan, enaniyetten ve alçak duygulardan insanı; teslime, tevekküle, acz ve tefekküre çağıran dağlar bizde oldukça ihmal edilmiş. İnsanlar sahillere yönlendirilmiş. Marmara, Ege ve Akdeniz kıyıları asrın modern çöplüğü olmaya namzet hantal yapılarla işga edilmişken, zümrüt dağlarımız, Cennet nehirlerinin kaynak bulduğu diyarlarımız ve tüm Ortadoğu coğrafyasını yükseklerden seyreden zirvelerimiz hâlâ vakûr, celâlli ve sessiz edalarıyla ziyaretçilerini bekliyorlar.

Van’dan Bahçesaray’a ve hatta Hakkari’ye gidebilmek için “yaz”ı bekleyen garip insanları Alpler’in doruklarında hatırladığınızda, yüreğiniz acıyla burkuluyor. Terbiye edilmiş vadilerde sular ya tünellerle veya üstü açık kanallarla tehlikesizce ovaya inerken, yollar hep vadilerin boynuna sarılarak yükseliyor, Alpler’de… Vadi boyunca zirveye yükselirken, doruklara çıkmanın para ile olacağını hiç düşünmemiştik… Belli bir mesafeden sonra, çocukların bu mevsimde kartopu oynayabileceği yükseklere çıkmak için araba başı sekiz euro ödemek zorunda kalıyorsunuz. Kardelenleri, sarı çiçekleri ve henüz yeni yeni yaprağa durmuş ağaçları yaz mevsiminde temaşa etmenin karşılıksız olamayacağını St. Michaelliler de biliyor. Zirvelerin eteklerinde büyükbaş hayvancılığı bizdeki “kolaycılar” da mutlaka duymuşlardır. Her karış toprağın değerlendirildiği bu coğrafyadaki plânlı çalışmayı inşaallah bizdeki ehl-i ziraat de iktibas eder. Kırmızı ette Lâtin Amerika’ya, beyaz ette Hollanda’ya, tohumda İsrail’e ve meyvede Amerika’ya mahkûm bir Anadolu’da zillet içinde yaşama, tarımcılarımız içinde haysiyet kırıcı bir hal olduğunu düşünüyorum… Her ne ise…

St. Michael’e gecikmiş bir doğum nazarıyla hiç bakmadım… İhtiyarlığın bizi şaşkına çeviren mevsiminden “gençliğin yaşanmamış bir mevsimine” dönüş olarak o üç günü yaşadık… Güney Avrupalı ve bilhassa Avusturyalı fedakâr kardeşlerimize binlerce duâ ederek Oberntauern geçidinden vahşi kıvrımlarla Salzburg düzüne indiğimizde, hâlâ Alpler´in heybetli gölgesinde yollalıyorduk.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*